Kitap/Düşün/Sanat/ Sayfa Editörü: Erinç BÜYÜKAŞIK

RALF ROTHMANN’DAN SARSICI BİR ROMAN: SÜT VE KÖMÜR/Selman Büyükaşık

1953, Schleswig doğumlu Ralf Rothmann’ın gençliği, romanlarının bir kısmına mekân olarak aldığı Ruhr havzasında geçmiş. Ticaret lisesindeki öğrenimini yarım bırakıp duvarcı ustası olarak uzunyıllar çalışmış. Ayrıca matbaacılık, hasta bakıcılık ve aşçılık da yapmış. 1976’dan beri Berlin’de yaşayan Rothmann’a, kendi iş yaşamı zengin malzeme, izlenim ve gözlem olanağı sunmuş. Bunu bu yapıtında da yarattığı karakterlerin aile yaşamından, işçi mahallelerindeki yaşamlardan sezebiliyoruz. Hatta yazarın kendi özel yaşamından izler taşıdığını da.

Devamını Okuyun

“Kristiania’da Yalnız Bir Adam”. /Knut Hamsun’un Açlık Kitabı Üzerine – Enver Karahan

Knut Hamsun ‘’Yumruğunu yemedikçe kimsenin bırakıp gitmediği garip şehir Kristiania’da sürttüğüm günlerdeydi…’’ diye başlar kitabına. Yazarın 1890 yılında yayımlanan ilk romanıdır. Yazar olmak için verilen bir mücadelenin anlatımıdır. Açlık, hem kahramanının fiziksel ve ruhsal durumunun derinden etkilenişini anlatan bir roman hem de, açlığı en korkunç şekilde yaşayan bir yazarın öyküsüdür. Roman, Knut Hamsun’nun hayatını anlattığı için ayrıca otobiyografik bir anı niteliği de taşımaktadır.

Devamını Okuyun

Bir Kış Gecesi Okurunu Arayan Bir Yolcu/Fatma Altun

Bu günlerde “Bir Kış Gecesi Eğer Bir Yolcu” okuyorum. Calvino'nun Calvino'yu okuduğu, yazarlık dehasını konuşturduğu, ilk kez 1979 yılında yayınlanan, okurluk ve yazarlık üzerine bir başyapıt. Bu kitabı okumak benim seçimim değildi. Dahil olduğum özel bir çalışma grubunda, yapmaya karar verdiğimiz ortak bir egzersizin konusuydu kendisi. Yapacağımız çalışmayla ilgili olarak danışmanımızın seçtiği ve neden bu seçimi yaptığını bize izah ederken de “asla okumayacağınız türden bir kitap seçmeye çalıştım” demesiyle merak uyandıran bir kitaptı. Okumaya başlamadan önce tabi. Sonrasında başka başka farkındalıklarıma da hizmet ettiğini söyleyebilirim, şimdiden bile. Hem okumadan önce hem okurken ufkumu açtı, kim bilir okuduktan sonra nasıl hissediyor olacağım. Bana bu kitabı okutan kişiyle bir konuda hem fikiriz; o seçmeseydi, bu kitabı asla okumayacağım konusunda…

Devamını Okuyun

Bir Beyoğlu Masalını Yitirmek/Erinç BÜYÜKAŞIK

Sokaklarında dolaşıp, büyük yoksulluğu ve yoksunluğuyla geçmişe ağıdını söyleyen Beyoğlu’nun şarkısını dinliyorum günlerdir. Yılışık Fransız Sokağı’nın, Tünel’e sığınan yabancıların yarattığı Avrupalılığın ötesinde, caddenin diğer ucuna ulaşıyor sesim: Tarlabaşı... Adında bile bir kriminal gerçekliği istemese de taşıyan bir göçzede İstanbul silueti. Birçok eski levanten yapının yıkılmaya yüz tuttuğu, sokaklarında geceleri zencilerin, esrar satıcılarının, mafyanın, ölüm tacirlerinin kol gezdiği bir başka Beyoğlu.

Devamını Okuyun

Bir Âşığın Portresi Olarak Orhan Veli/Erinç Büyükaşık

Orhan Veli’nin hayatıyla sanatı ve şiirinin kesişme noktasını tam da sözünü edebileceğimiz “sanatçı” tavrını redderek, kendini varoluşun tüm olağan halleriyle ifşa çabasında görmek mümkün, bu noktada “Rakı şişesinde balık olsam” dizesindeki büyük ironi, tam da bilinçaltında nice gelgitler yaşayan ama bu hallerle barışık, büyük yalnızlıkların “şair”i olabilme gücünde bulabiliriz hatta. Bu noktada aşklarıyla da zaaflarıyla da “insanı” hallerini reddetmeyen, büyük kelimeler ve lafazanlıklara sığınmayan Orhan Veli’yi kendi “samimiyet”ini edebiyata yüklemiş usta kalem olarak görmek haksızlık olmaz. En azından yıllar sonra ahde vefa borcunu bir okur olarak ödememiz bu şekilde mümkün olabilir.

Devamını Okuyun

Grizu: Yorgun ölüler /Cihan Erdoğan

Muzaffer Oruçoğlu’nun dört ciltlik 'Grizu' romanını daha önce Babek Yayın çıkardığında okumuştum. Belge Yayınları’ndan gözden geçirilmiş olarak çıkan 2. baskısını da okudum. Sultan Abdulmecid, Abdulhamid döneminden İttihat ve Terakki dönemine, Cumhuriyetin kuruluş döneminden Kemalist iktidara, oradan da DP’li 1950’li yıllara uzanan dönemleri irdeleyen hem güçlü bir edebiyatla, hem de büyük tarihsel bir kazıyla karşılaştım. Roman çok genişletilmiş, tarihsel olgular iğneyle kuyu kazılır gibi kurgulanıp çoğalarak büyümüş. Romanı bitirdikten sonra oturup düşünüyorsun yalnız başına: Tarihçilerin yararlanacağı devasa bir roman mı bu?

Devamını Okuyun

Albert Camus Eserlerinin Ana Kaynağı : Tersi Ve Yüzü/Enver Karahan*

Yolculuğun değerini oluşturan şeyin korku olduğunu söyler Camus; Tersi ve Yüzü’nde. Camus’un ”Tersi ve Yüzü” dışındaki tüm eserlerinde beliren düşünceler Tersi ve Yüzü’nde daha somut ve yalın yansıtılmış olduğunu belirtiyor. 1958 önsözünde ise ”Tersi ve Yüzü” adlı eserini, ”yazdıklarımın en iyisi” diye belirtiyordu. Camus ”Tersi ve Yüzü” adlı eserinde, kendisinden ve çevresinden en açık bir şekilde bahsetmesi ve tüm eserlerinin ana kaynağı gibi görmesi. Camus’un kendisinden hiçbir zaman uzaklaşmamış olmasının bir neticesidir.

Devamını Okuyun

Kim Thúy ve Şiirsel Romanı “Duygularını Pişiren Kadın”/Tuba Kır

Yazar, Duygularını Pişiren Kadın’da, iki kültür arasında sıkışmış vatansız insanlarıninatla mutlu olma çabasını kaleme almış. Yüzyıllardır siyasi nedenlerle göçe zorlanan halkların ortak acısını anlatmış. Bir yere ya da birilerine ait hissedememe ile ilgili bir hayata tutunma öyküsü de diyebiliriz. Bizden olmayanları, dışlananları anlamamızı sağlayan roman, kadının çilesi evrensel diye düşündürdü beni. Özellikle Asya toplumunda…

Devamını Okuyun

ÖLÜ VE YARALI BİLETLERLE YOLCULUK/Sezai Sarıoğlu

Şimdi de mitoloji ile helalleşip modern ulus devlete yolumuzu düşürelim ve yeni bir cümle kuralım: Laiklik, demokrasi, sivil toplum iddiaları ve "demagojileri" bir yana, devletlerin, yeri ve gök dahil bil cümle hakikati ve mecazı temsil ettiğinin varsayıldığı, "yurttaşların" kendilerini buna göre inşa ettiği bir yerel/evrensel model içinde yaşıyoruz. Hal böyle olunca zorun ve korkunun tarihteki rolünü anlamak mümkün! Bir tarihsel model olan her ulus devlet, kendini yeniden üretmek için “modellere” ihtiyaç duyar. “Model davalar”, “model katliamlar”, “model resmi tarih” vb. sistemi koruyup kollamanın ötesinde daha derinde seyreden kurucu öğelerdir. "Zor" ile "korkunun" ruh ikizi olmaları bundandır; biri diğerinin hem nedeni hem de sonucudur… İşkencenin amacı, öldürmekten  hatta bilgi almaktan çok kişiyi özyıkıma uğratıp onursuzlaştırmak ve özgüvenini yitiren kişinin devlete yeniden geçici ve/veya kesin kayıt yaptırmasının zeminini oluşturmaktır. Bu nedenle “çözülmek”, başkalarını ele vermekten çok kişinin kendini ele verip, devlete yeniden kayıt yaptırma ihtimali olan bir hâldir.

Devamını Okuyun

POSTMODERNİZMİN ÖNCÜSÜ ORHAN PAMUK’UN "KIRMIZI SAÇLI KADIN" ROMANINA BAKIŞ/Mine Kiriş

Türk edebiyatının Nobel Edebiyat Ödüllü yazarı Orhan Pamuk postmodern edebiyatımızın öncü isimlerindendir. Edebiyatımızın çağdaş isimlerinden olan yazarımızı Kırmızı Saçlı Kadın eserinde Doğu ve Batı anlatılarını ele alarak Batı edebiyatının Oidupus’undan ve İran edebiyatının önemli eserlerinden biri olan Firdevsi’nin Şehnamesinden etkilenerek yazmıştır. Doğu ve Batıyı harmanlayarak eseri günümüz çağdaş postmodernist bakış açısıyla okuyuculara sunmuştur. Romanı üç kısımda ele alabiliriz.

Devamını Okuyun

İkinci Yeni'de Güncellik ve Gelenek Tartışmaları/Erinç Büyükaşık*

İkinci Yeni'yi anlamak adına yola çıkıldığında çoğunlukla gelenek sorununun nasıl algılandığı, ikinci yeninin kendi öncül şiir anlayışlarına bakış açısı daha az tartışılmıştır. Kapalı bir şiir evreninde karşımıza çıkan bu simgeci şiir anlayışının farklı siyasal tutum ve düşünsel çerçeveyi sahiplenmiş nice ozanı ortak kılabilmesi de bu akımı önemli kılan başlıca nokta olagelmiştir. 50’lerin toplumcu şiirinin Nazım Hikmet çizgisinde kaçınılmaz ağırlığını hissettirdiği bir dönemde, Ece Ayhan’ın adlandırmasıyla“sivil şiir” hareketi ozanca bir eylemlilikle karşımıza çıkmış, imgenin sıradanlaşmasına karşı dilin kalıplarını kırma çabası şiirde bir “imge” cumhuriyetini inşa edebilmiştir. 1950’den 59’a “Pazar Postası”, “Yeni Dergi” ve “Dost” dergilerinin ev sahipliğinde gelişen İkinci Yeni, Birinci Yeni’nin yozlaştırdığını ve uyaksız bir anlama terk ettiklerini savundukları şiir ikliminin artık ayağa düşmekten kurtulması umuduyla yola çıkmışlardır

Devamını Okuyun

Sevgi Soysal ‘ın Tante Rosa’sı/Tuba KIR

“İnsanları sevmemeye başladı mı insan, insan gibi yaşamayı da sevmemeye başlıyor, insan gibi çalışmayı, kazanmayı, yemeyi, ,içmeyi, sevişmeyi, ölmeyi…” Tante Rosa on bir yaşında Sizlerle Başbaşa dergisinde Kraliçe Victoria’yı süvari kostümleri içinde görür ve at cambazı olmaya özenir. Fakat bir gün gösteri esnasında çadırda yangın çıkar ve at cambazının atın altında çiğnendiğine tanık olur ve bu kararından cayar.

Devamını Okuyun