Bir Beyoğlu Masalını Yitirmek/Erinç BÜYÜKAŞIK

Sokaklarında dolaşıp, büyük yoksulluğu ve yoksunluğuyla geçmişe ağıdını söyleyen Beyoğlu’nun şarkısını dinliyorum günlerdir. Yılışık Fransız Sokağı’nın, Tünel’e sığınan yabancıların yarattığı Avrupalılığın ötesinde, caddenin diğer ucuna ulaşıyor sesim: Tarlabaşı... Adında bile bir kriminal gerçekliği istemese de taşıyan bir göçzede İstanbul silueti. Birçok eski levanten yapının yıkılmaya yüz tuttuğu, sokaklarında geceleri zencilerin, esrar satıcılarının, mafyanın, ölüm tacirlerinin kol gezdiği bir başka Beyoğlu.

Belediyenin İstiklal’in mağazalarına, ışıltısına indirgediği bu ilçeyi anlamak yoksulluğu ve derin uçurumları kavramakla eşdeğer. Tarihine biraz göz atmak gerek bu semtin. Bizans’tan başlayan öyküsünde Osmanlı’ya kadar hep levanten kimliğiyle ortaya çıkan Pera, Bizans dönemindeki İstanbul’un sonradan gelişen yerleşim yeri olmuş. İmparator II. Theodosius tarafından bir kısmı yaptırılmış olan İstanbul surlarının çevrelediği kapalı alanın Haliç’e ve Marmara’ya bakan yamaçlarında konutlar; Sirkeci çevresinde ticaret kuruluşları; Sarayburnu, Beyazıt, Aksaray, Cerrahpaşa, Yedikule’de yönetsel, dinsel ve ticari merkezler yoğunluktaydı. Ayrıca Haliç’in karşı kıyısındaki Galata da bir dış yerleşim yeri olmuştu. Sykai (Sycae) adı verilen bu yerleşim yerinde oturanların çoğunluğunu Venedikliler ile Cenevizliler oluşturmaktaydı. Daha sonraları surlarla çevrilen bu yerleşim yerleri, zengin bir ticaret merkezi oldu.

1860-1864 arasında ise bugüne denk düşen değişimlerle karşılaşırız. Âşıklar ve Ayazpaşa mezarlıkları kaldırılmış, Galata surları yıktırılmış, yeni caddeler ve sokaklar açtırılmış; yangınların önlenebilmesi için ahşap bina yapımı yasaklanmıştır. 1873’de Galatasaray’ı Beyoğlu’na bağlayan Tünel açılıp hizmete girmiştir. 1913’te ise Beyoğlu-Şişli arasında elektrikli tramvaylar hizmete girmiştir. Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçildiğinde de Beyoğlu’nun yerleşme alanı Teşvikiye ve Maçka’dan Beşiktas’a, Şişli ötelerine, Haliç ve Boğaziçi yamaçlarına uzandı. Bu gelişme sırasında konutlar yavaş yavaş iş yerlerine dönüştü. Önceleri adı Cadde-i Kebir iken Cumhuriyetten sonra İstiklal Caddesi denilen ana yol boyunca mağazalar, bankalar, kahvehaneler, tiyatrolar, sinemalar, pastaneler ve eğlence yerleri açıldı.

XIII. yüzyılda Cenevizli tüccarların yönetimine verilen Galata yüzyıllar boyunca ticaretteki önemini korumuştur. V. yüzyılda kent yüz bini bulan nüfusuyla dünyanın sayılı büyük kentlerinden biriydi. Osmanlılar tarafında alındığında elli bin kadar olan nüfus, Rumeli ve Anadolu’dan getirilen müslüman ve müslüman olmayan halkın yerleştirilmesiyle yüz bini aştı. Müslümanların büyük bölümü bu dönemde, eski kentin bulunduğu yarımadanın dışında yaşıyordu. Galata da bunun sonrasında sur dışına taşarak Pera (bugün Galatasaray) yönüne doğru büyüdü.

XIX. yüzyılda Galata önemli gelişmeler gösterdi. Bu kesim, ticaret merkezleri olma özelliğini korurken, yabancı elçiliklerin yerleştiği ve yine yabancı banker, komisyoncu, banka ve sigorta şirketlerinin yoğunlaştığı, bunun yanı sıra eğlence yerlerinin bulunduğu Avrupa kenti görünümünü kazanmaya başladı. Osmanlı padişahlarının Topkapı Sarayı’ndan çıkarak Galata yakınındaki Dolmabahçe Sarayı’na taşınmaları da bu yüzyıla rastlar. İlk önemli sanayi kuruluşu olan Feshane’nin Haliç’te işletmeye açıldığı XIX. yüzyılda kent demiryolu, tramvay, tünel gibi kent içi ve kent dışı ulaşım olanaklarına kavuştu.

Tüm bu belirlemeler ışığında, kentin batıya açılan yüzü olmuş Osmalı tarihi içinde Pera. 1492’den sonra Galata’daki yabancı elçilikler Beyoğlu’na taşınır; Galatasaray ile Tünel arası yerleşim alanı olarak gelişmeye başlar bu dönemle birlikte. XVIII. yüzyılda da gelişimini sürdürerek Kasımpaşa ve Tophane taraflarına yayılır semt. XVIII. yüzyıl sonlarına kadar Galata surunun dışına pek taşılmış değildir. Bizans’ın son döneminde Galata’nın ticari hayatına Latin kökenliler hâkimdi. Çoğunluğunu Genovalıların oluşturduğu Latin kökenlilerin miktarı Rumlardan daha fazladır. Galata, Türk yönetimine geçince de Ceneviz’den kalan bu Latin kökenlilerin tamamı Galata’yı bırakıp gitmez. Kalanlar, Türk döneminin Levantenlerinin mayasını oluşturdu.

Beyoğlu’nun dünü ve bugünü açısından irdelediğimizde ticaretin, eğlencenin mekânı olarak belirlenen İstiklal Caddesi ve Pera bir yabancılaşmanın da adresi olmuştur elbette. Bu yabancılaşma, kültürel karşıtlık kadar sınıfsal karşıtlıkları da içinde barındırıyor. Bugün Galata, Cihangir’in çizdiği insan portresinin Tarlabaşı’yla yaşadığı karşıtlığı göz ardı etmemek gerekiyor. Üstelik yoksulluğu sadece sınıfsal anlamda değil, yitirilen değerler dizgesi üzerinden de algılamak gerekiyor.

Her geçen gün Tarlabaşı Caddesi’nden Galatasaray’a uzanan dilenci, yoksul, işsiz veya genel anlamda kent yoksullarının sayısal artışı, sokak ortasında hırsızlığın giderek polisler tarafından bile olağanlaşması, can güvenliğinin soru işaretleriyle ifade edilmesi bir anlamda yok edilen Pera’nın bir gerçekliği. Levanten evlerin perişanlığında yükselen bir göçzede gerçeği kadar, artık Pera hem Tarlabaşı hem de Galata’sıyla yeni bir karşıtlıklar coğrafyası yaratıyor. Bütün dramlarıyla ve ışıltısıyla…