İkinci Yeni'de Güncellik ve Gelenek Tartışmaları/Erinç Büyükaşık*

İkinci Yeni'yi anlamak adına yola çıkıldığında çoğunlukla gelenek sorununun nasıl algılandığı, ikinci yeninin kendi öncül şiir anlayışlarına bakış açısı daha az tartışılmıştır. Kapalı bir şiir evreninde karşımıza çıkan bu simgeci şiir anlayışının farklı siyasal tutum ve düşünsel çerçeveyi sahiplenmiş nice ozanı ortak kılabilmesi de bu akımı önemli kılan başlıca nokta olagelmiştir. 50’lerin toplumcu şiirinin Nazım Hikmet çizgisinde kaçınılmaz ağırlığını hissettirdiği bir dönemde, Ece Ayhan’ın adlandırmasıyla“sivil şiir” hareketi ozanca bir eylemlilikle karşımıza çıkmış, imgenin sıradanlaşmasına karşı dilin kalıplarını kırma çabası şiirde bir “imge” cumhuriyetini inşa edebilmiştir. 1950’den 59’a  “Pazar Postası”, “Yeni Dergi” ve “Dost” dergilerinin ev sahipliğinde gelişen İkinci Yeni, Birinci Yeni’nin yozlaştırdığını ve uyaksız bir anlama terk ettiklerini savundukları şiir ikliminin artık ayağa düşmekten kurtulması umuduyla yola çıkmışlardır

1950’lerin Menderes iktidarı dönemindeki şiirlerdeki "politikasızlık”, aslında bu tartışmalı bir durumdur, M.H. Doğan’ın da ifade ettiği gibi bu, şiir baskının yarattığı yeni “Edebiyat-ı Cedide” değildir. İkinci Yeni, tam da şiirin diyalektiğine uygun, herhangi bir toplumsal kaygıyı reddetmeden şiir adına atılmış poetik bir adım olarak karşımıza çıkmaktadır. İkinci Yeni’nin gelenek reddi bile bu açıdan geleneğin işlenmesi, yeni şiir dilinin inşasında ona göndermeler yapılmasını zorunlu kılabilmiştir. İkinci Yeni’yle ilgili söylene gelen birçok değerlendirmenin bir gelenek reddi olarak ifade edilmesi başlıca yanlışın kendisidir. Fransız sembolizminden halk şiirine, divan şiirinin aslında özgün sayılabilecek imge dünyasına, özdeşlemeden bakma şansına sahip olmuştur bu ozanlar. Sivilleşme belirgin biçimde Ece Ayhan tarafından vurgulanırken, var olan tüm iktidar aygıtlarına, şiirdeki iktidar olgusuna karşı ozanın özgünlüğünü vurgulayan örnekler karşımıza çıkabilmiştir. Bu durum nazireciliğe karşı, şiirdeki folklorikleşme ve benzer bir öykünmeciliğe karşı reddedişin de uzantıdır. Şirin kendiliğindenliğini savunmuştur İkinci Yeni’nin ozanı, Aziz Çalışlar’ın da dile getirdiği gibi.

İkinci Yeni’nin sivilleşme savı, kuşkusuz şiirdeki iktidara karşı şairi özgür ve özgün kılan bir yanı da içerir. Cemal Süreya’nın 100 Aşk Şiiri seçkisinde Divan şiirini görkemli bir gramer olarak vurgularken, kelimeye dayanmayan ve kelime sarsan, kendi içinde oldukça devrimci bir şiirin İkinci Yeni’yle inşasını bu özgünlüğe ve özgürlüğe bağlayabilmiştir. Şiirin anonimleşmesine, tek boyutluluğuna bir direniş veya aforizma sayılabilecek bir dizi şiirinde Cemal Süreya, İlhan Berk, Edip Cansever’in sözcüğü, sözlüğün tozlu raflarından çıkarma ve kendinleştirme çabası bununla ilgilidir. Kuşkusuz bu durum, bir yandan söz konusu ozanların gelenekle hesaplaşmasını ve buradan çıkarak bir beslenme damarı yakalamasını getirmiştir. 

Ece Ayhan’ın Yort Savul’da kimi zaman Yunus Emre’ye yapılan göndermeler, divan yazınından iktibaslar (Şeyh Galip, Enderunlu Vasıf, Nef'i), ondaki tüm kökleşme ve açılımasız gelenek sevdasına, öfkeye karşın gelenekten beslenmenin işaretleri gibidir. Benzer bir durum Edip Cansever için de geçerlidir, o da kendi şiir toprağını reddetmenin akıldışılığına inanır. Onun Metin Eloğlu’yla yaptığı bir söyleşide Divan yazınını dile bakışı, mazmunlar ve dil işçiliği açısından değerli bulduğunu, halk şiirini ise halka yaslanmaktan öte bir ayrıcalığa sahip olmamakla yargıladığını görebiliyoruz. Bu açıdan besleneceği damarın halk şiiri değil de divan şiiri olduğunu ifade eden Cansever’in, yeninin yaratıcısı ozan için esin kaynağının yine şiirdeki töz olduğunu öngördüğünü söyleyebiliriz. İlhan Berk’in “Aslında biz kendi geleneğimizi kendi kuran o yıldızlar kümeleriyiz” sözü de bunu doğrularcasına gelenekten esinlenmeyi onaylar. İhan Berk'in 1960’ta yayımladığı “Başlangıcından Bugüne Beyit-Mısra Antolojisi”nde, Divan yazınındaki kendiliğindenliği beyitin gücüne ve yarattığı dilsel zenginliğe bağlaması da bu yargımızı güçlendirmektedir.


Avrupa şiirinin gelenekten beslenmesi özellikle dilsel bir kopuş söz konusu olmadığı için daha kolay olmakla birlikte, Cumhuriyet dönemi ozanının gelenekle kurduğu bağ hem dil hem düşünsel kopuşun işaretleri gibi olmuştur. Bu açıdan geleneği anlama çabası birçok ozan için bilinmesi gereken ayrı bir antik dile “Osmanlı Türkçesi”nin bilinme zorunluluğuna işaret eder ki, çoğu çağdaş ozan için bu olanaklı görünmemektedir. Ancak “İkinci Yeni”de tasavvuf, metafizik ve Divan şiirinin düşünsel zeminini yeniden güncele taşıma kaygısını başarıyla yapan Sezai Karakoç için durum farklı olabilmiştir. Tümüyle İslam felsefesine dayanarak mazmunu güncelleştirmek ve İslam mitinin kay- naklarına inerek neoklasik bir şiirin inşasını gerçekleştirmek Sezai Karakoç’u diğer birçok  ‘İkinci Yenici’ den ayıran bir unsurdur. Arketip ve leitmotiflerle kurulan şiirsel iklim, Karakoç’u geleneğe daha sağlam zeminlerde bağlamıştır. Dilin ön planda olduğu, gerçekliğin gizlendiği ancak geleneğin ürettiği mazmunlardan yola çıkılarak yeni hayal ve düşünce bağlarıyla, imgenin bugüne bu diyalektik içinde taşındığı Karakoç’un şiiri, birçok ‘İkinci Yenici gibi geleneği özgün bir okumayla ele almayı yeğlemiştir. Aynı tarihlerde Behçet Necatigil’in modern malzemeyle divan şiirinin hayal dünyasını yeniden yazmak olarak adlandırabileceğimiz çabası benzer bir şiirsel eylem olarak görülebilir. Dilsel malzeme olarak sözcükler değişikliğe uğrasa da Şeyh Galip ve Yunus’la kurulan düşünsel bağ gözden kaçmamalıdır. Tunca Kortantamer’in söylediği gibi cinas ve göndermeler geleneğin bugüne taşınması adına büyük katkı yapmıştır hem Necatigil hem de Karakoç’un şiirinde.


İkinci Yeni, şiiri geleneğe bakışıyla çoğu kez yanlış okunmuş bir şiirsel alan olmakla birlikte sadece altı ya da yedi ozanın toplamından oluşan bir şiir kadrosu da inşaa etmemiştir elbette. Günümüz şiirini de besleyen, kökleri ve uzandığı gökyüzünün ucu bucağı olmayan bir şiir çınarı olarak görülebilecek şiirsel anlayış, kuşkusuz yola çıkışına birey’in trajedisiyle başlatmıştır. Bireyin trajik durumu ne kadar bireysel de olsa toplumsal trajedininn izlerini taşır şiirin imgeci yapısında. Cahit Sıtkı’daki, Orhan Veli’deki bunalım, birey, karamsarlık veya ölüm düşüncesinden farklı olarak mısra döktürmekten kaçan, dili deneyimlemek çerçevesinde gelişen buluşçu bir şiir olmuştur, İkinci Yeni. İlhan Berk’in ifadesiyle “deneyci” bir şiirin kapısı açılmış ve bir daha bu kapı kapanmamıştır. Rimbaud, Baudlaire, Mallarme, Nerval gibi simgeci ozanların İlhan Berk, Sezai Karakoç, Turgut Uyar ve Edip Cansever gibi kuşağın ozanlarını beslediği kadar mazmun geleneğinin yarattığı güçlü söz sanatları, cinaslar da bu buluşçuluğun yaratıcı esini olabilmiştir. Cemal Süreya’'da Aragon ve Nerval’in gücü, Karakoç’taki Fuzulî, Galîp esiniyle pekişmiştir. 

Şairanelikten kaçışı, kalıplaşmış dize kuruluşlarının reddiyesiyle veren Turgut Uyar, mükemmel şiiri veya kusursuz dizeyi değil, şiirin istediği sözcüklerle kurulmuş dizeyi tercih eder. Cansever’in, şiir dilinin konuşma dilinden ayrı, olağan dilin söz diziminin oldukça dışında algılamadığını Metin Eloğlu’nun onunla yaptığı bir röportajda dile getirmesi aslında ‘İkinci Yeni’nin birçok eleştirmenin oldukça haksızca yabancı, anlaşılmaz ve konuşma dilinden kopuk eleştirisine yanıt gibidir. Üze- rinde durulması gereken bir diğer nokta da bu şiirin ne toplumcu ne varoluşçu ne de tam anlamıyla simgeci ve bireyci olduğudur. Öncelikle bu şiir, şiirin doğasına göre oluşturulmuş, insana dayanan ve bireyin trajedisini yine bireyin bilinçaltına ses vererek anlatan bir poetikaya dayanmaktadır.

 Umutsuzlar Parkı’nda baskının ve özgürlük kavramının, ozanın çevresinden başlayarak evrensellik içinde irdelenmesi Cansever’'in şiirindeki politik alana işaret ettiği gibi bütün ‘İkinci Yeni’ için de bunaltının kaynağı sayılabilecek ekonomik koşullar, modernizm olgusu şiirin tematik bağlamını inşa edebilmiştir. Felsefeyi sokağa indiren Sartre gibi şiirlerindeki felsefeyi okura sezdirerek insanın özünü anlatabilmeyi başarmıştır bu ozanlar. Tüm ‘ İkinci Yeni’ ilerin ortak bir kaygısı olarak varsayamasak da şiirde buluş, sözcük türetme çabaları, deneysellik kuşkusuz bir zorlamaya da dönüşebilmiştir zaman zaman. Ece Ayhan’ın eskiyen ‘Cumhuriyet’e dair bir hesaplaşma olarak şiiri “sivil” bir direniş aracına dönüştürdüğünü söylemesi de bu kuşağın sanat eylemine aslında kendi açılarından politik alandan baktıklarının da göstergesi sayılmalıdır. Kuşkusuz bu durum eskiyen bir "Cumhuriyet'le hasaplaşmadır Ece Ayhan’a göre. Ayhan’ın gelenekle ilgili hesaplaşması da bu eski-yeni sorgulamak ve kırmakla başlarken, bu hesaplaşmanın sonrasında arda kalan çağrışımların ondaki gelenek izleri olabildiği görülmektedir. Okuru imge, cümle çağrışımlarından çıkarıp kendi zihnini okumaya çağıran bilmece bir şiirdir Ayhan’ın şiiri bu anlamda. Şiirin poetikası açısından geleneğe bakışı ‘İkinci Yeni’ için kesin doğrular bütünü olarak görülmemeli elbette.

 Kemikleşmiş, kalıplaşmış bir dilin karşısında yeni bir şiirin inşasını halk ve divan ozanlarının birikimlerine dayandıran Turgut Uyar gibi Ülkü Tamer de halk şiiri esintilerinden çok da rahatsız olmadığını vurgulamıştır, onunla yapılan bir röportajda. Sürgün Ülkeden Başkentler Başkentine adlı yapıtında Sezai Karakoç dil, içerik açısından nasıl Divan şiirini başlangıç noktası yapmışsa, Turgut Uyar’ın Büyük Saat ve Divan’ı, Divan yazınıyla şekilsel benzerlikle taşıyabilmiştir. Cemal Süreya’nın Sevda Sözleri’nde aynı yazın geleneğinin izleri  “azade” olarak adlandırılan mısra çağrışımlarıyla karşımıza çıkar. 

Süreya’nın “Kahvaltı”,  “Yakın”, “Oteller Hanlar Hamamlar” adlı metinlerinde de beyit özgün örnekleriyle okurun karşısındadır. Ece Ayhan’ın Yort Savul’unda sekiz beyitlik şiiri uyaksız ama çağdaş beyitin tüm çağrışım zenginliğiyle örülüdür:

1. Atlasları getirin! Tarih atlaslarını! En geniş zamanlı bir şiir yazacağız. 

2. Harbi karşılık verecek ama herkes Göğünde kuş uçurtmayan şu üç soruya: 

3. Bir, Yeryüzüne nasıl dağılmıştır Tarihi düzünden okumaya ayaklanan çocuklar?

4. İki, Daha yavuz bir belge var mıdır ha  “Gerçeği ararken parçalanmayı göze almış yüzlerden?”

Benzer bir durum İlhan Berk’in Galile Denizi’nde yer alan “Yazıt II” şiiri için de geçerlidir. 

“Bu ilk çağıydı göğünün dünyada.

 Ben geldim senin som akşamını açtım. 

Beyaz, bir yerdeydik, hani oluruz ya 

Alınmış sularım, flavtalarım, defterlerim...”

Gelenekten beslenmek adına kalıplaşmayan, tutuculaşmayan yazma eylemi bütün İkinci Yenici ozanlar için imgeyi özgün ve kendinden kılmayı zorunlu kılmıştır kuşkusuz. Sezai Karakoç’un Diriliş’ten aktaracağımız ve yine beyitlerle kurulmuş şiiri, farklı bir bütünlüklü yapı olarak İslam estetiğinin göndermeleri ve çağrışımlarıyla yüklüdür. Onda yer yer Leyla ve Mecnun mesnevisine gönderme yapan ve hatta yeni bir mesnevi dili yaratma çabası da geleneğe kendince yaslanmanın bir sonucu sayılabilir

“Yeniden başlamak yazma sanatına

 Kat kat olup açılmak gök katına 

İndirmek yeryüzüne Allah’ın rahmetini 

Bir gül gibi sunmak dünya saltanatına...”

Şiirde aklın yani usun yönlendiriciliğini reddeden  ‘İkinci Yeni’ciler, egemen poetik dili kırmak ve ters yüz etmek adına yola çıkarken akan, resme yakın ve figüratif bir ses tonunun da terke edildiği görülebilir. Şiiri mekanikleşmekten çıkaran bu yaklaşım bir derece gelenekle bir bağ kurmuş olsa da yine geleneği kendince yorumlamayı ve algılamayı tercih etmiştir. Devingen, başı ve bitimi belirsiz bir şiir yazma eylemi özgür imgelerle, düşsellikle yola çıkarken bireyin trajedisini toplum- sal trajediyi yok saymadan anlatmıştır. 

‘İkinci Yeni’nin tahkiyeden öte sezgici, çağrışımlardan beslenen yanı, Ece Ayhan’ın yazının sonunda aktaracağımız şu dizelerinde olduğu gibi aslında bir o kadar politiktir. Paul Klee’nin resimlerindeki görüneni değil, görünmeyeni, doğadan koparılmış olanı gösteren‘İkinci Yeni’  ozanı aslında dilsel, biçimsel yıkıcılığını oldukça devrimci ve politik bir “sivil”leşme savunusuna bağlar. Ne toptan reddedici olan bu şiir iklimi kalıplaşmayı ve kemikleşmeyi kendi içinde yadsırken sürekli gelişime ve devinime açık bir şiirin bugüne uzanan örneklerini sunar. Kuşkusuz 2000’lerin şiirindeki ‘İkinci Yeni’ etkisi ve esini bu güçlü akıştan kaynaklanmaktadır.

“Buraya bakın, burada, bu kara mermerin altında 

Bir teneffüs daha yaşasaydı

Tabiattan tahtaya kalkacak bir çocuk gömülüdür 

Devlet dersinde öldürülmüştür.”


Kaynakça:

Cevat Akkanat, (2002). Gelenek ve İkinci Yeni, Ankara: Kültür Bakanlığı Yay

Tunca Kortantamer, (2006). Eski Türk Edebiyatı-Makaleler, Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları.

Celal Fedai, (2011). Şiiri Konuştular, İstanbul: Sütun Yayınları. Erdoğan Alkın, (2005). Şiir Sanatı, İstanbul: İnkılap Yayınları

Turgut Uyar, (2010). Göğe Bakma Durağı, İstanbul: YKY Yayınları. İlhan Berk, (2010). Bir Yeryüzü Tanığı, İstanbul: YKY Yayınları.

Sezai Karakoç, (2005). Şah damar-Körfez-Sesler, İstanbul: Diriliş Yayınları.

*Bu metin yazarın Liman Kültür Yayınevi etiketiyle yayımlanan "Gogol'un Paltosu" isimli kitabında yer almıştır.