Kitap/Düşün/Sanat/ Sayfa Editörü: Erinç BÜYÜKAŞIK

Ölü Ozanlar Derneği veya Özgürlüğün İç Ses Olarak Dile Gelişi/Erinç BÜYÜKAŞIK

"Kim ne derse desin, sözcükler ve düşünceler dünyayı değiştirebilir.” Sinema dilinin büyülü yanı kuşkusuz N.H. Kleinbaum’un romanından farklı bir atmosferi izleyene sunarken, Robin Williams’ın “Keating” rolündeki aykırılığı ortaya koymadaki başarısı, sinema-kitap çatışmasını en aza indirgemiştir. Filmin özellikle romandaki “Susturulmuş” gencin “Farkındalık” arayışına özgürlük vurgusuyla yer vermesi, kitabın izinden giden Peter Weir’in eli yüzü düzgün bir filmi ortaya koymasına yol açmıştır. “Suskunların” “İç Sesi” sınıfta duyulur hale gelir film boyunca, Keating’in öncülüğünde.

Devamını Okuyun

Sanatçının Manzarası/Havva AĞRAL

Psikiyatri ve otoriteleri teker teker saymak istiyorum ki; sanatçının manzarası bilimsel anlamda da karşılığını bulsun. Freud, Weber, Jung ve Lacan. Ve onların adından başka takipçi isimler ve pek çoğu insanı tarif etmeye çalışırken bir bilinç kelimesinden yola çıkıyor. Bilinç üst beyin yani zekanın bir göstergesi. Ancak, asıl buzdağının bilinçaltı, bilimsel tanımıyla bilinç dışı olduğunu söylemek durumdayız. Sanatçının manzarası tam da bu noktada devreye giriyor.

Devamını Okuyun

Erendiz Atasü’den Dün ve Ferda/Tuba KIR

Karakter isimleri özenle seçilmiş eserde. Özgürlüğü temsil eden ve bu uğurda bir ömür yitiren hocası Hürriyet Hanım mesela. Roman başkişisi Ferda’nın anlamı gelecek. Gelecek ve dün aslında Dün ve Ferda... Yine karakterlerle yazarın, karakterlerin kendi arasında tartışmasını da işlemiş yazar metinde. Herkese eşit mesafede durmaya özen göstermiş, herkesi dinlemiş ve çözümlemeye çalışmış adeta. Hatta yazarın kendisiyle cesurca muhakemesi de mevcut. Yazmanın iyileştirme ve sonuca varma gücünden de bahsetmiş Atasü. Ferda sormuş, o cevaplamış.

Devamını Okuyun

BİR DİRENİŞ VE YAS SİMGESİ OLARAK İRAN’IN KESİK SAÇLARI/Solma FAR

Son günlerde kadınların sembolik saç kesmek eylemleri beni bu eylemin köklerini araştırmak için meraklandırdı. Bugün politik bir simgeye dönüşen “Kesik saçlar” kadınlara dair dayatılan tahakküme dair “özgürlükçü” bir dile gelişi de ifade eder. Aşağıdaki belirlemeler kavramsal açıdan meseleyi derinleştirebilir. Bir şekilde simgeleşen bu kavramın İran coğrafyasının kültürel edebiyat birikimindeki yerini ve gelenekle ilişkisini örneklendirmek yararlı olacaktır..

Devamını Okuyun

GÖRSEL EĞİTİMDEN GÖRSELİN EĞİTİMİNE GELMEK/Havva AĞRAL

Görsel olanın kendi içindeki araçları, değişik anlam ve süreçler yaşadı. Savaşların da,insanın başka var oluş süreçlerinin de görsel imajlar çağlarında değiştiğini görüyoruz. Savaşın imajları, yıllar öncesi için, şövalyeler, kılıçlar, kaleler, toplar, tüfekler ve bunların devinimli gösterilmiş oldukça büyük savaş alanı tabloları iken, seksenli yıllarda, Reagan’ın el sıkışmasını anime ederek göstermek, Pink Floyd ‘un yürüyen çekiçleri ile göstermek gibi, gerçeğin animasyonu ile imaj bulmuşu. Hatırlarsınız. İran Irak savaşlarının son bulduğudönemlerdi. Barışçıl görünen gerçeğin animasyonu. Doksanlarda Körfez savaşı. Yanıp sönen fosforlu ışıklar.

Devamını Okuyun

Dur Bakalım/Gürbüz DEMİR

DUR BAKALIM Pencereden dışarıyı seyrediyordu. Yürüyenler adım adım titrek bir sokakta belirsiz ayak izleri ile ilerliyordu. Nefrete ne kadar yakın olduğunu gördü. Gökyüzünün gözleri sarıdan siyaha, hava griden acı kahveye kayıyordu. Korkarak araladı pencerenin kanadını, son bir hamleyle yağmur sonrası kokuya, güneşin çizgilerinin ıslak ve titrek hafifliğine ve her şeyin çakır keyif gülümsemesine uzatıp ağzını derince bir nefes aldı. Dönerek pencere camındaki yüzüne, neye karar verdin, ne yapmak istiyorsun? diye seslendi. Pencere camının ardındaki üzgün ve endişeli yüzü cevap verdi. Eksikliğini duymuşuz hep, eksikliğe şükretmişiz. Ne elde avuç ne avuçta el üstelik eksiklikten geremediğimiz için göğsümüzü hava bile eksik dolmuş ciğerlerimize dedi. Odanın ortasında volta atmaya başladı. Tekrar yürüdü pencereye doğru. Akşamın alacakaranlığı çökmek üzereydi. Alabildiğine keskin, terk edip gitmeyen bir kötümserlik sarmıştı havayı. Saçak altından bir kuş fırladı gitti. Evle kötümser hava arasında derinden bir dağınıklık fark ettiğini söyledi pencere camındaki yüzü. Usulca halimiz hep mi trajik dedi. Halimiz yüzü dökülmüş bir çocukla yürüyordu. Ve hangi soğuğa yetecekti yorganlar. Evde ve sokakta ısınan yoktu. Gece epeyce ilerlemişti, ayağa kalkıp pencereden dışarıya doğru elindeki kadehi havaya kaldırdı. Şerefe dedi… Şerefin ne garip bir sözcük olduğunu düşündü usulca indirdi elini. Bu mahallede doğdum, bu sokakta çelik çomak, misket ve daha nice oyunları oynayarak büyüdüm. Bu sokak coşkusuyla, tahammülüyle, sevgisiyle hepimizi sarar sarmalardı. Düşmanlık yoktu, dedikodu yoktu, muhbirlik yoktu yalnızca sıcak sözlerimiz vardı üleştiğimiz. Silkerek omzunu olmazlandı bundan böyle şerefe sözcüğü çıkmayacak benim ağzımdan dedi. Pencere camındaki yüzü evet dedi. Devam etti. Sanki herkesin coşkusu, sevgisi, tahammülü rehin alınmış. Çırptırılmış su içerisinde boğulmak üzere. Öfkeli bir hal takınarak camdaki yüze, sırtını dönüp yürüdü odanın içine. Dur bakalım dedi. Evden çıkıp evine yüz metre uzaktaki durağı geçip bir sonraki durağa yürüdü. Kaldırımların dar olması sebebiyle karşıdan iki insan geldiğinde yola iniyor, onları geçtikten sonra kaldırıma tekrar çıkarak ilerliyordu. Önceleri pazar günleri gidip tavla dama okey oynadıkları kahve çoktan kentsel dönüşüm adı altında yağmalanmış, yerine ise çok katlı bir bina yapılmıştı. Cadde sağlı sollu neonlu ışıklarla süslenmiş, şehir ışık ve beton tarlasına dönüşmüştü. Eskiden caddeye çıkıldığında karşılaşılan on insandan en az beşi birbiriyle selamlaşırdı, şimdi ise yüzlerce insan birbiriyle karşılaşıyor ancak kimse kimseyle selamlaşmıyordu. İnsanın insana yabancılaştığı gün gibi ortadaydı. Eskinin sıcak samimi bir o kadarda şamatalı sokağı caddesi yoktu artık. Saat gece yarısına yaklaşmıştı, üşüdüğünü hissetti. Önceleri gittiği kahvenin yerine yapılan çorbacıya gitti oturdu bir masaya tam çorba isteyecekti ki polisler girdi içeri. Polisler genel bir arama için, herkes kimliğini çıkarıp beklesin dedi. Çorbacı dükkânı dikdörtgendi giriş ise boydan boya camdı. Arka taraf mutfaktı karşılıklı uzunca iki duvar boydan boya ayna kaplıydı. Ayna boğazına kadar yüzlerle doluydu. Yüzlerde güz rüzgarı ve soğuğu vardı. Ülkemizde süreğenleşen bu güz, yüzlerde estikçe esiyor aynalarda ses çıkmıyordu. Aynalar mutlu şamatalardan, sıcak komşuluklardan, memleket nasıl güzelleşir muhabbetlerinden çok uzaktı ve kimsenin gülümsemeye nedeni kalmamıştı. Çorbayı içti, hesabı ödedi, ardından dönüp uzun uzun baktı aynadaki yüzlere, dur bakalım dedi…

Devamını Okuyun

SANATTA İYİ BİR YANSIMA BERTHOLT BRECHT/Havva AĞRAL

Friendrich Brecht. Alman şairi, oyun yazarı, roman, hikaye yazarı ve yönetmen. 20. yüzyılın en etkili sanatçısı. İçinde yaşadığı, algılayıp yorumlamaya çalıştığı dönem, Augsburg Kaiser Wilhem dönemiydi. Özellikle, sanayinin hızla geliştiği bir burjuva kentinin tam ortasında, her şeyiönce anlamaya ve tanımaya çalışan bir sanatçı. Bir kağıt fabrikasında babası müdürdü. Evet kent soylu bir yaşamın içinden, zengin bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gözlerini açtı. Ama onun vicdan ve kişilik aynasından yansıyanlar, o içine doğduğu dünyanın çelişkilerini görmesine engel değildi.

Devamını Okuyun

DEĞİŞEN İKLİM VE KÜLTÜREL İRADE /NURAY GÖK AKSAMAZ

“Küresel salgın” ve “iklim değişimiyle küresel mücadele” gibi gündemler, küreselleşme sürecini çokuluslu ağlarının somutlaşan etkileriyle ve insanlığın ödemekte olduğu küresel bedel ile duyurmayı sürdürmektedir. Günümüz gelişmeleri, güdümlü teknolojinin dünyayı yeniden yapılandırmada daha kapsamlı biçimde belirleyici olacağını ve insanın tamamen teknolojinin kontrolü altına alınması sonucunda nesnel gerçeklikle bağın kopabileceğini göstermektedir. Küreselleşme sürecinde çokuluslu şirketlerin oynadığı önemli rol ile dünyadaki ekonomik ilişkilerin ve sistemin farklılaşmasına dayalı olarak yalnızca insanın yaşam alanı ve üretim biçimi değil, makineler ve sistemle bütünleştirilerek (entegre edilerek) kimliği, doğası ve değerleri değiştirilmektedir.

Devamını Okuyun

UNUTULMAZ DİYALOGLARIYLA ANTİFAŞİST BİR ROMAN/ Selman BÜYÜKAŞIK

Romanda olaylar geçmişte, başka ülkelerde değil, II. Dünya Savaşı yıllarında üstelik Mussolini’ nin faşist dikta döneminde geçiyor hem de insanlık düşmanı iktidarı/iktidarları üstü kapalı suçlayarak, hayli ustaca metaforik anlatım ve imalı bir dille, güya masum konuşmalarla. Yine de cezadan kurtulamamış Vittorini. Geçmişe de özelde bir yolculuk romanı anlatıcı kahramanımız için. Ama bu romanda ağırlıklı yer tutan, öne çıkan, unutulmaz diyaloglar; bu diyaloglarla gerçekleşen çok başarılı psikolojik dokundurmalar, çözümlemelerdir.

Devamını Okuyun

İMGENİN İMKANSIZLIĞI/Havva AĞRAL

Sinema soyut bir sanat, insan zihninin, kendi soyutladığı aklının bir türev olarak sanatı bulması serüveninde bir yerde. Zaman, imge, anlam ve daha pek çok bileşkeni ile oluşturduğu ilişkide sinema, kendi soyut yolunda, yine insan karmaşasına dair söz söylemeye, anlam ifade etmeye uğraşıyor. Bunun bir mükemmel için mi yapar? Bunu anlamda daha derinleşmek için mi yapar? Yönetmenin ve kendi kafasındaki senaryonun içeriğine göre değişen cevaplar almamız olasıdır. A

Devamını Okuyun

HALİDE EDİP ADIVAR’IN EDEBİ KİŞİLİĞİ VE TÜRK’ÜN ATEŞLE İMTİHANI’NA DAİR/Mine KİRİŞ

Türk siyasi tarihinin en önemli döneminde yaşamış ve Mustafa Kemal Atatürk’ün çevresinde olan kişiler arasında yabancı dil bilen tek kişidir. Yazarlık hayatına 1908 Meşrutiyet'le başlamıştır. Türk edebiyatının usta kalemi Halide Edip, Türk ulusunun canla başla mücadele ettiği yılları acısıyla harmanlanmış kutlu zaferini adeta o günleri yaşıyormuşçasına biz okurlarına yansıtmıştır. Milli mücadele ruhunu eserlerine taşıyan ilk kişidir Halide Onbaşı. Milli mücadele Anadolu halkının topyekun büyük fedakarlıklarla kazanılmış bir zaferidir. Bu yaşanan tüm fedakarlıklar silsilesinde Türk kadınlarının ayrı bir yeri vardır. Çünkü onlar canını, malını, kocasını en acısı da evladını kaybederek bu mücadelenin en ağır yükünü omuzlarında taşımışlardır. Kadınları ve kadınlık hallerini yine bir kadın yazardan okumamız elbette rastlantı değildir.

Devamını Okuyun

TANIK BİR ROMANCI OLARAK HALİDE EDİP’İ OKUMAK/Erinç BÜYÜKAŞIK

Halide Edip ‘in aslında tüm metinlerinde kadın kahramanının ta kendisi olarak görmek de mümkün. Ateşten Gömlek ‘in Ayşe ‘si, Sinekli Bakkal ‘ın Rabia ‘sı, Vurun Kahpeye‘nin Aliye ‘si tam da Osmanlı geleneğiyle batılı aydın arasında ‘araf ‘ta olduğu kadar aydınlanmacı sayılması gereken Halide Edip ‘in kişilik unsurlarını bize göstermektedir. Gerici ve muhafazakar olana karşı, geleneği reddetmeyen bu batılı tutum, bu metinlerin ana söylemini de oluşturmadır böylece.

Devamını Okuyun