Kendisini 'kadın sanatçı' olarak nitelendirmek istemese de hem kadın hem sanatçı Helene’in (gerçekçilik akımının en iyi natürmort ve oto portre örneklerini veren Fin ressamın hayatından bir kesit izlediğimiz) yaşamından çarpıcı kesitleri izliyoruz film boyunca. Kahramanımız yine bir kadın ve yine bir sanatçı. Ve yine bir aşk acısı. Sonuçta sanat, evrensel bir dildir ve sanatın cinsiyeti olmamalıdır ancak oluyor işte. Olmuş ve de olacak… Kadının olduğu her yerde aşk, aşkın olduğu yerde de acı olacağı gibi. Ve o acıyı da her ne hikmetse, hep kadın olan yaşamalıymış gibi yazılmış bütün hikâyeler...
Devamını OkuyunFilmin Tematik Arka Planı: Müzik sesine kahkahaların yükseldiği bir ev partisinde bir kadının sesini işitiyor filmin ilk sahnesinden itibaren. Bu kadının “Kaçmak için nereye koştuğunu değil, nereden koştuğunu kesin olarak bilmelisin.” repliği bize, filmle ilgili ilk ipucunu veriyor. Yüksek tavanlı, içinde eski aile yadigarı mobilyaların olduğu bir dairede, müzik ve edebiyatla ilgili birçok alıntının havada uçuştuğu bir ortamda, birbirleriyle birtakım edebî alıntılar yaparak sohbet eden bir grup Rus entelektüeli eğlenirken görüyoruz.
Devamını OkuyunBashir’le Vals – Waltz With Bashir’le sinema izleyicileri için hatırı sayılır bir başarı elde eden Ari Folman’ın animasyon türündeki “Where Is Anne Frank” (dünya prömiyerini 74. Cannes Film Festivali’nin Yarışma Dışı seçkisinde yer alarak yapan film), Avrupa kültürü üzerine “ırkçılık”, “göçmenlik” kavramları ekseninde bir yüzleşme filmi olarak ele alınması gereken duyarlı bir yapım. Film, savaş sonrasında yayımlanan günlüğüyle Yahudi Soykırımı’nın en acı sembollerinden birine dönüşen Anne Frank’in kendi ağızdan anlatılan hikâyesine yepyeni ve güncel olaylar dizisi üzerinden yeni bir yorum getiriyor.
Devamını OkuyunSinema, sanat olarak kabul görmeden önce bir iletişim aracı olarak kullanılmıştır. Şimdilerde daha çok eğlence kaynağı gibi görülse de, edebiyat gibi sinemanın da tarih boyunca insanları kültür, bilgi ve estetik anlamda geliştirme işlevi yüklendiği bilinir. Edebiyat, dille yapılan bir sanat etkinliğidir. Sinema ise dille ortaya konan ürünün, görüntüye dönüştürülmesi işidir. Sesin, sözün ve gözün hislerle hizalanma çabasıdır sinema…
Devamını OkuyunCanlandırma sineması olarak bildiğimiz ve çizili desenlerin ya da cansız maketlerin hareketlendirilerek perdeye yansıtıldığı nice filmi izlediğimiz bugün, sinema denildiğinde akla ilk gelen ifade sanırım 'teknik ve estetik sınırlarının ötesine geçip bir anlatım aracı olarak yeni anlatım biçimleri deneyen sanat ürünleri gelecektir. Kavramsal olarak sinema temelde, nesnelerin ve olayların gerçek yaşamda oldukları gibi görüntülenmesiyle hayatımıza girmiştir. Yine de bütün bunlara rağmen sinema demek, öykü anlatan filmler demektir. Yani bir derdi olan, hikâye anlatan, bir tematik bağlamı olan yapımlardır. Sinemada anlatı kavramı da bu bağlamda karakter, tipleme, obje, ışık, renk, kostüm, mekân, kurgu, vb. gibi sinemasal unsurların başarılı bir şekilde bir araya gelmesiyle ortaya çıkar. Bu öğelerin her biri kendi içinde bir tasarım sürecine tabi tutulmaktadır.
Devamını OkuyunEkonomik, sosyal dengesizlikler ve siyasi karışıklıklar sebebiyle sanatçıların ekspresyonizme yönelişiyle birlikte, 1900-1935 yıllarının en geniş kapsamlı anlayışı olmuştur. Ekspresyonistler dışsal görünüm yerine içsel duygulanıma önem vermek gerektiğini savunmuşlardır. Birinci Dünya Savaşı sonrasında, savaştan geriye kalan etki altındaki sinemacılar karanlık, fantastik öğeler, insanüstü yaratıklar, kendi dürtülerinin esiri olmuş acımasız insanları konu edinmişlerdir. Daha çok savaş sonrası gerçeklikten kaçışı ifade ederler. Ruhsal iç çöküntüleri daha iyi ortaya koymak için geleneksel kavramlardan uzaklaşmış, biçim bozma yöntemiyle ilgi çekmeye çalışmışlardır. Sanatçıların bu tavrı, hem sanat hem de toplumdaki yerleşik biçim ve geleneklere başkaldırı niteliğindedir.
Devamını OkuyunFranco faşizminden başlayarak İspanya’nın tarihsel değişimlerine tanıklıkları kadar “Annem Hakkında Her Şey” filminde ötekiliği ve öteki olanı kavrama uğraşısı da önemsenmesi gereken bir sinemasal devrim sayılmalı. 1999 yapımı film travesti bir babayı oğlunu yitirdikten sonra aramaya çıkan bir annenin öyküsü üzerine kurulmuştu. Konuş Onunla ise adeta bir devam filmi olarak bir klinikte başlayan bi dostluğun sıradışı öyküsünü aktarırken aslında yaraların kapanmadığı bir iletişimsizlik duvarının da örüldüğü iki erkeğin dünyasına göndermeler yapıyor. “What have I done to deserve this” ise alt sınıfa ait temizlikçi bir kadının kocasıyla sevgisiz ilişkisinin, parçalanmış aile tablosunun içinde apartmanda oğluyla kurduğu yüzeysel ilişkinin ve ilişkisizliğinin verilerini kara mizah üslûbuyla işlemeye çalışan 1984 yapımı bir film. Kadının yalnızlığı teması, kadının ev ve hayat içinde bir cinsel meta olarak kabulü filmin temel belirleyenleri olarak karşımıza çıkıyor.
Devamını OkuyunLumière Kardeşler’in 1895'te gerçekleştirdiği film gösterimiyle tarihte ilk defa kalabalıkların bir arada film izleme deneyimi de sağlanmış oldu. Gösterilen ilk film, ikilinin büyük uğraşlarla çektiği “Bir Trenin La Ciotat Garına Varışı” isimli bir belgeseldi. O gösterime ayrıca, ilk sinema filmleri arasında adını sıklıkla duyduğumuz “Fabrikadan Çıkan İşçiler” isimli yapıtla birlikte toplam 17 kısa film gösterilmişti.
Devamını OkuyunDünyanın yaşadığı ekonomik buhran, toplumsal gerginlik ve politik kargaşa yıllarında şiirselliği ve gerçekçiliği bir araya getiren şairane(şiirsel) gerçekçilik, Fransa’da doğmuştur. Genellikle hüzün, yoksulluk, yasak ilişki, umutsuzluk ve intihar gibi temaların işlendiği bu filmlerde döneme dair yansıyan olayların toplumsal yaşama, bireylere etkileri temel alınır. Akım aslında dönemi belirleyen olumsuzlukları lirik bir tarzda, hatta şairâne bir dille yumuşatarak anlattığı için bu adı almıştır.
Devamını Okuyunİtalya’da 1945 sonrasında doğmuş olan İtalyan Gerçekçiliği'nin ana izleğinde erkek ve kadın genel hatlarıyla işlenir. Gerçek hayatın içinden hikâyeler, çekimler kapının dışında, belgesel tarzda yapılır. İtalyan Yeni Gerçekçiliği’nin yönetmenleri, kameralarını stüdyolardan çıkarıp sokağa taşıdılar ve doğal ışık kullanmayı tercih ettiler. Oyuncular da doğaçlama rol yaparak günlük hayatı beyaz perdeye taşıdılar.
Devamını Okuyun