İMGENİN İMKANSIZLIĞI/Havva AĞRAL

Benlik, kişinin kendinde oluşturduğu bir tasarımsa, bu tasarımın mimarı yine kendilik sürecinin bir parçası olacaktır. Sinemanın benlik sürecine katkısını düşünmek istiyorum.

Sinema soyut bir sanat, insan zihninin, kendi soyutladığı aklının bir türev olarak sanatı bulması serüveninde bir yerde. Zaman, imge, anlam ve daha pek çok bileşkeni ile oluşturduğu ilişkide sinema, kendi soyut yolunda, yine insan karmaşasına dair söz söylemeye, anlam ifade etmeye uğraşıyor. Bunun bir mükemmel için mi yapar? Bunu anlamda daha derinleşmek için mi yapar? Yönetmenin ve kendi kafasındaki senaryonun içeriğine göre değişen cevaplar almamız olasıdır. Ancak daha fazla detaya indiğimizde, soyutun alımlanması noktası, anlamın yer yer kayması noktası gibi değişik, çapraşık sonuçlarla karşılaşma ihtimalini düşünmek gerekiyor. Çok daha değişik bir açıdan söylemek gerekirse, imgeler ve uyandırdığı o soyut his, herkese farklı bir çağrışım yapacaktır. Yönetmen ya da oyuncunun şudur demeden, salt görsel göstergelerden hareketle, sinema soyutuna bir varlık imgesi kondurmamız zordur.

Genç profesör Oytun Ertaş’ın ifadesine göre; bir insan cenininin anne uterusunun sağında ya da solunda oluşunun bile, bir insanın tüm hayatını etkilemesi söz konusudur. Ya da ailenin o bebeğe tavrı, bir yerde, bir an da, bir şekilde, ayrıma uğramış olan çocuğun, ileride ki yaşamına yansıması , farklı sonuçlara dönüşmektedir. Yaşam aynasında, durduğunuz nokta, sizin dünya imajından ne aldığınızı gösterir. Karamsar, mutlu, acılar çekmiş, ya da çok güçlü, çok zengin, çok tedirgin vs. Dünya ve duyduğunuz kendi varlığınız yani benlik, duyumsadığınız, zihninizde canlanan yansıma, siz düşüncenin ve gerçek gibi gördüğünüz imgelerin bir ara yüzünde yaşıyorsunuz. Dünya gerçeğinde, kendi zihnimizdeki soyutluğu yaşıyoruz. Çünkü önce zihin görüntüsü ve soyuta çıkarsama yordamı ile bu dünyayı öğreniyoruz. Genetik, iklim, siyasi, töresel vs bu ara yüze katkıları ya da eksileri olmaktadır.

İnsanın kendinde duyduğu o imajı dışarısı birebir anlayamaz. İşte sanattaki imge de bu imkansızlıktan payını alır. Sonsuz imajlar dünyasında her insan aynı şeyden söz etse dahi, zihninde canlanan imge bir başkalık gösterecektir. Sinemanın görselliği, somutluk arz ediyor mu? İmge duraklarında da, arketipler ,klasik resim anlayışı ve dönemsel resim akımlarından kuvvetle, derinlikli sahneler yaratılabiliyoruz. Ancak bir düşünelim, bir resim karşısında, bir resim severin takındığı tavır, ressamın beklediği cevap olabiliyor mu? Bir olay karşısında, görgü tanıklarının cümlelerinde fark yok mu? Her birinin takıldığı, ayrı bir detay ya da ayrıntı yok mu? Film izlerken, verilmek istenen ile ilgili bir ön bilgiye sahip olsak bile, beklentilerimizin karşılığını alabiliyor muyuz? Film okumalarında, öyle bağlantılar var ki, yani bunu göstererek, şunu anlatmak gibi dolaylı bir yol izlenmiş diyoruz. Aklın yolunun bir oluşunu da hesaba katalım. Yine de görselden yansıyan dilin,zihinde son bulan imajı, kişi ve algısına göre değişkenlik gösterecektir. Filmlerde dile pelesenk olan şu pembe panjurlu ev, herkesin düşünde farklı bir imaj değil midir? Siz ormanlık bölgede bir ev düşlerken, belki de eşiniz bir kasaba ya da metropolü düşlüyor. Filmde gördüğümüz oyuncu bize ne çağrıştırıyor? Onun yaşamsallığı ile ilgili yeni bir şeyler öğrenmek, o filme bakışımızı değiştirebilir mi? Göreceli olarak belki değiştirir.

Sonsuz imajlar, sonsuz çağrışımlar neye yarar? İlham almaya, merak uyandırmaya, harekete geçirmeye yarar. Kitaplar okuduktan sonra, yazma duygusunun uyanması, matematikte bir formülün, başka bir aygıta da ilham olması, bir belgeselden hareketle bir senaryo, bir romandan hareketle bir yolculuk gibi. Sonsuz çağrışımlı insanın hayatında, imgenin ve imajların imkansızlığı, sonsuz imaj ve imkana yol açacaktır. Sanatın yolculuğu hiç bitmeyecektir. Binlerce insan Shakespeare okuyor ve izliyor. Ancak ilham alanlar oyuncu, yazar veya izleyici kalmayı tercih ediyor.

Lacan gerçeğin imkansızlığı derken, bu soyut zihin görüntülerini, sonsuz imajlar dünyasını kast ediyor. İnsanda bir varoluş sorunu olarak da, parçalanmışlıktan söz ediyor. İlk ayna evresinden itibaren de, bilinç dışı alanda bir ötekinin onayına ihtiyaç duyuyor. İlk büyük öteki anneden kopuş, memeden kopuştur diyor.  Ve asıl trajedik olan, üstte kast ettiğim, her insanın yani ötekinin zihnindeki imajın, bizim aradığımız parça olmayışından kaynaklanıyor. Bu arayış, hepimizi, imgeler, göstergeler, boşluk ve hep bir arzu nesnesine itiyor. Biraz karışık olduğunu biliyorum. Ancak insanın ve insanda sanatın yolculuğunda bu ifadeler vardı