Sanatçının Manzarası/Havva AĞRAL

Sanatçı; bireysel, ahlakçı, toplumsal, çok katmanlı, biliş süreci ve kendilik süreci ile derinlikli, felsefi bir varlık olarak tanımlanabilir. Bu tanımlar daha farklı dolayımlar ve zengin içeriklerle uzatılabilir.

Psikiyatri ve otoriteleri teker teker saymak istiyorum ki; sanatçının manzarası bilimsel anlamda da karşılığını bulsun. Freud, Weber, Jung ve Lacan. Ve onların adından başka takipçi isimler ve pek çoğu insanı tarif etmeye çalışırken bir bilinç kelimesinden yola çıkıyor. Bilinç üst beyin yani zekanın bir göstergesi. Ancak, asıl buzdağının bilinçaltı, bilimsel tanımıyla bilinç dışı olduğunu söylemek durumdayız. Sanatçının manzarası tam da bu noktada devreye giriyor. Yunus; “Bir ben vardır benden içeri.” Bunun bilimsel karşılığına bilincin dışı demekte mümkündür. Göreli bir tanıma göre metafizik fikirle yaklaşmak ta mümkün görünmektedir.

Zengin bir iç benliğin, sınırlarına sığamaması durumu psikozlar, nevrotik bunalımlar ve parçalanmışlık duygusu yaratmaktadır. Özellikle Lacan’ın vurguladığı ekstrem bir haz arayışının salt seksüel olmadığını yine Lacan doğrulamaktadır. Yaşam da ekstra haz arayışının zengin bir benliğin, kısır bir döngüye sığışmaya çalışması ve bunun süreğen bir tekrar oluşu, yaşam boyu bir arayışın ve kendi içimize dönüşlerimizin birer göstergesi olabilir. Yaşam da artı değer dediğimiz kapital döngünün de bireydeki bir ekstra haz arayışından  doğduğu söyleniyor. Ancak bu haz arayışı bireyi daha da büyük bir tuzağa düşürüyor. Manpüle bir dünyada monoton bir döngüye düşüyor birey. Daha büyük bir parçalanma hissi. Daha büyük ıstıraplar demek oluyor. 

Ekonomi, gelişen teknoloji, hızlı iletişimin verdiği geçici hazzın hızı, insan ilişkilerinin bu hıza ayak uydurma çabası. Bütün bunlar alt alta toplandığında haz ve ıstırap döngüsünde yaşamlar kendine bir tuzak olmuş görünüyor. Bir bakıyorsunuz ki, paslanma, küntlük, öfke, duyarsızlaşma ve peşi sıra acımasızlaşma hatta psikopatlaşma. Türünde semptomlarla yüz yüze geliyoruz. Ufak bir semptomun ucunda ve ya sonunda büyük acımasız bir sosyopatlık. Savaş suçlarında , sonsuz haklılık arayışı türünde bir toplumsal şizofreniye dönüşmesi de, tatmin olmamış bireylerin evrildikleri noktalar olarak okumamız gerekiyor. Suç bastırılmış duygunun farklı bir versiyonu olarak, enerji boşaltımı olmaktadır. Kişi ıstırabına bir haklılıkla suçu işleyebilmektedir. Peki o zengin benliğe ne oluyor? Sanırım saklayıp, ötelediğimiz, doğamızın ve zengin benliğimizin ta kendisi oluyor. Evet hiç tanımadığımız bir benlik. Bilincin dışında ve buz dağının görünmeyen yüzünde ne var? Görünen olandan bunları çıkarsamaya uğraşıyoruz. Buna da psikoterapi deniyor.Bastırılmış bütün benliği, görünen olandan çıkarmanın yollarından biri de sanat. Örneğin. Çerçeveli resimler yapan bir çocuğa dair (bunu bir kategorik belirleme içinde değerlendirirsek) obsesif tanımı geliyor. Soyut resimlerden bireyin şizofreniye yatkınlığını çıkarsamak mümkün görünüyor. Kişinin resim yaparken kullandığı renklerle benliğini ve duygusal zekasını tanımlamaya uğraşıyoruz.

Sanat, duygusal zekada ve zengin benliklerin ortaya çıkışında en önemli araçlardan biri. Bir ben var ya ben den içeri. Ona yüklediğimiz anlam, doğadan, yaşamdan, deneyim, bilgi ve donanımdan karşılığını bulacaktır. Hatta psikozların tedavisinde yine sanatı ve sanatçının benliğindeki o manzarayı görmek mümkün olacaktır. Rehabilite edilen bir bireyin, birden sanata atılma ihtimali bile vardır. Peki sanat zenginliğine nasıl kavuşacak. Burada yine bireyin hem deneyimlediği, hem kendinde duyduğu doğanın bir tezahürünü görmemiz mümkün olacaktır. Yani otizmli bir çocuğun yunus balıklarıyla bilincin dışında bir iletişimi söz konusu ise, doğa kendi dilinde sanatını icra ediyor demektir. Doğa kendi sanatını nasıl icra eder? Kuş seslerinin rehabilite edebilen bir yanı var. 

Benliğin iletişimde olabileceği en önemli diğer araç doğa. Ve sanatçı en çok doğanın manzarasından etkileşim içindedir. Bu da bir tesadüf değildir. Tasavvuf düşünceden, bilimsel teknolojik icatlara kadar pek çok alanda bir kulağımız, bir gözümüz yine doğadadır. Birey kendi doğasına yabancı kalmadığı ölçüde, doğanın sanatçılığına, doğanın bilimden yana oluşuna da yabancı kalmayacaktır. Bilincin dışının ve doğanın sanatsal bir iletişim halinde olduğunu düşünmek toplumu ve insanı rehabilite edecektir. Çok ilginç veriler , doğa ile insanın, bir şekilde, bilinciyle kavrayamadığı bir iletişimi anlatıyor. Kedi hırıltısının kalbe iyi gelmesi, köpeklerin insan vücudunda kanserli olan organı tanıyabilmesi, at binmenin baş ağrılarına iyi gelmesi, akıl hastalarının su sesi ve doğa esini bir müzikle tedavi edilmesi. Doğada yaşayan insanların daha huzurlu ve sabırlı oluşlarını da buna ekleyebiliriz. Doğa kendi dilince, lisanınca bizimle iletişime geçiyor. Doğa bizdeki benliği bize anlatacak olandır. Sanatçı duyduğu oranda ve güçte o lisana erişmeye çalışan kişidir. Sanatçının manzarası hem kendine hem dışa dönük olandır.