Erendiz Atasü’den Dün ve Ferda/Tuba KIR

“Yaşam nedir ki? Sonsuz uyumdan bize verilmiş kısacık bir süre. Bizler için büyük, evren için lafı bile edilemeyecek kadar küçük bir düzensizlikle sona erecek bir süre.”

İstanbul’da nüfusun bir milyon olduğu, tartışmaların dönemin saygı alışkanlıklarıyla, efendimlerle, çok rica ederimlerle yapıldığı yıllar. Altmışların sonu. Eczacılık Fakültesini pekiyi derecesiyle bitirdikten sonra asistanlık sınavını da başarıyla kazanmış çıtı pıtı bir genç kız Fındıklı yokuşundan aşağı uçar gibi iniyor. Rüzgâr yeleli tay. Artık bir maaşı olacak. Özgür.

Ferda, hayatı bilim ve politikadan ibaret, saplantılı derecede sosyalist Profesör Hürriyet Berkman’ın asistanı olmaya hak kazandı. Uzun boylu, geniş omuzlu, levent endam sağ görüşlü Profesör Kâzım Beyazıt ise bu işe karşı. İlim Yayma Cemiyetinin de bizzat kurucusu. Askeriyeden atılmış bir adamın kızını fakültede istemiyor. İki akademisyenin aralarında bitmeyen bir husumet… Rüzgâr yeleli Ferda’nın rekabetçi, mücadeleci ruhu sol görüşe tutunuyor. Hürriyet Hanım'ın bu sebepten gözdesi… Asistanlığa başladığında çekişmeye dâhil olmuyor Ferda. Kâzım Beyazıt’la üç yıl yasak gönül ilişkisi yaşıyor. Kazım Bey, kayıp oğlunun intikamını Ferda’yı polise ihbar etmekle alıyor. Hapse giriyor. Aslında şanslı sayılırdı, diyor yazar. Ağır işkence görmüyor, aşağılamalara maruz kalmıyor. Hapisten çıkınca aynı siyasi sebeplerden dolayı Tıp Fakültesinden atılmış Özdemir ile evleniyor. Başları derde girince aktif rol aldıkları siyasi parti karı kocayı Almanya’ya kaçırıyor. Orada anne babasına hiç benzemeyen bir kız çocuğu dünyaya getiriyor. Seneler rüzgâr yeleli tayı küçük demir kadına çeviriyor.

Zaman zaman düşüyor Ferda, hatta depresyona bile yakalanıyor. Almanya’da terapistle mecburen yaptığı samimiyetsiz görüşmelerden yılıp kendi çabasıyla tekrar ayağa kalkıyor.

“Psikanaliz gerçekten de burjuva işiydi; kendine odaklı, kendini çok fazla önemseyen bir kişi, yalnız birisi ancak divanda bu kadar rahat kendisinden söz edebilirdi.”

Hiç durmuyor Ferda, savaşını doludizgin sürdürüyor. Hedefleri büyük. Düzen değişmeli. Ancak yaşlılıkla beraber biraz yavaşlayabiliyor. Unuttum saydıklarını bir bir hatırlıyor, incitmedi dediklerinin canını yaktığını şaşırarak fark ediyor. Kitabın sonunda tesadüfen karşılaşıp sohbet ettiği eğitimsiz fakat bilge ve işçi sınıfını temsil eden o ihtiyar adamla da geçmişini, hatalarını, dünyayı değiştirebilme inancını ve sisteme ekonomik sebeplerden dolayı boyun eğişini sorguluyor. Yetişkin kızının ve elden ayaktan düşen kocasının bakım masraflarını karşılamak zorunda kaldığı için yenildiğini biraz üzüntüyle biraz pişmanlıkla kabulleniyor. Kazanan kapitalizm oluyor.

“Zaman kanaması... Zaman kanıyor vücudumdan, dinçliğimi beraberinde götürerek…”

Karakter isimleri özenle seçilmiş eserde. Özgürlüğü temsil eden ve bu uğurda bir ömür yitiren hocası Hürriyet Hanım mesela. Roman başkişisi Ferda’nın anlamı gelecek. Gelecek ve dün aslında Dün ve Ferda... Yine karakterlerle yazarın, karakterlerin kendi arasında tartışmasını da işlemiş yazar metinde. Herkese eşit mesafede durmaya özen göstermiş, herkesi dinlemiş ve çözümlemeye çalışmış adeta. Hatta yazarın kendisiyle cesurca muhakemesi de mevcut. Yazmanın iyileştirme ve sonuca varma gücünden de bahsetmiş Atasü. Ferda sormuş, o cevaplamış.


“Bu kadar sayfayı beni anlamak için mi yazdın? Daha doğrusu beni kurgularken bir çözümleme yapmak istedin. Öyle mi?"

“Öyle de denilebilir.”

“Hayatı anlamak için kafa patlatanlar, yeterince yaşamamış olanlardır. Deneyim eksikliklerini yazarak kapatmaya çalışırlar.”

“Haklı olabilirsin. Öyleyse ortak yanımız çok. Eksikler bağlamında.”

Atasü’nün değimiyle <em>dik kafalı Ferda’yla yazar, ortak bir paydada buluşuyorlar böylece. İnsanoğlunun eksik ve zayıf yanlarının yanı sıra, metinde, sosyalizmin gölgesinde kalan feminist izlerde bulunuyor. Kimseye müdana etmeyen, genç yaşından itibaren başının çaresine bakabilen güçlü bir kadın mevzu bahis…

Altmış sekiz kuşağının doksanlara kadar uzanan kavgasını ve günümüze yansıyan etkilerini, başaramamış insanların hikâyesini naif bir dille ne güzel anlatmış yazar.

“Doğan ve sonlanan hayat, bu; ve yeniden doğuş… Çatışmasız bir dönüşüm.”

1947 doğumlu Erendiz Atasü’de tıpkı Ferda gibi Eczacılık Fakültesinden mezun. Mezun olduğu fakültede uzun yıllar öğretim görevlisi olarak çalıştıktan sonra profesörlük unvanlıyla emekli oluyor. Gençliğinden itibaren öyküleri edebiyat dergilerinde ve gazetelerde yayınlanıyor. İsmi çok da bilinmeyen yazar hem mesleğini icra ediyor, hem de edebiyattan kopmuyor. Öyküleri ve romanları İngilizce’ye, Almanca’ya ve birçok dile çevriliyor, Dünya antoloji kitaplarında öyküleriyle yer alıyor. <em>Dağın Öteki Yüzü ile Orhan Kemal Roman Ödülünü, Taş Üstüne Gül Oyması ile Yunus Nadi Öykü Ödülü'nü ve Haldun Taner Öykü Ödülü'nü alıyor. Duygu ve gerçekliğin harmanlandığı, gözlemlerini tecrübeleriyle aktardığı Dün ve Ferda  ustalık eserlerinden en önemlisi diyebiliriz. Okunacaklar arasında muhakkak bulunmalı.

Sevgiyle…