“Ah uçur şeyhim beni, uçur istediğin yere.” O bildiği şarkı gibi mırıldandı bir iki defa bunu. Sakalını sıvazladı uçak kabininde bulutları izlerken. Allah’ım şu yarattığın gök kubbede, bulutların üstünde uçmayı bu demir kuşla nasip ettin ya, başka ne dileyeyim senden diye mırıldandı. Tespihiyle Allah’ın adlarını sıralıyordu uçak türbülansa girdiğinde. Korkuyordu zaten şu tayyare denen şeyden oldum olası. Uçak bir iki sallanınca tedirginlikle baktı çevresine. Allah’ın hangi kuluna nasip olurdu ki şahsına özel bir pırpırla İstanbul’a gitmek. Aklına o kıpkırmızı postta otururken himmetinden, hizmetinden sual olunmaz müridlerinden, ticaret ehli Ramazan’la cuma namazını müteakip görüşeceği geldi.
Devamını OkuyunFakat bu hikâye ardında iki mezar taşı bırakanların hikayesi. Bir eş, bir oğul yatıyor. Yüreği suskun teyzemin, gözleri buğulu, özlem dolu. Benim aklımda ise anılar ve radyo var. İki sene sonra adım attık köy evine, anılarımız peşimizde. Annem konuşuyor: “İki sene önce her şeyi toparladık, güzelce yerleştirdik. Bir sonraki sene gelince kolayca açarız diye. Güve yememişse evde her şey vardı. Pirinç, bulgur, ceviz…”
Devamını OkuyunToplantı salonunda bir şaşkınlık kol geziyordu, patronun düşüncelerine (onların tabiriyle fantezilerine) boyun eğmek isteyemeyen bir grupla, her konuda evet efendimciler karşı karşıya kalmış, gündemi tartışıyorladı. Hikayenin kahramanı Patron Atılgan Bey her zamanki gibi satış konusunda büyük harflerle konuşmaya başlamıştı, “Ekmeği, tuzu herkes satar önemli olan Alaska’ daki insana buz satabilmektir”. "Tereciye tere verebiliyorsan konuşacaksın karşımda".
Devamını Okuyunİnsan, ne için yaşar? Böyle sormuştu büyük usta Tolstoy bundan yüz küsur yıl önce. Bir ömrü boşuna heba eden, ne için yaşadığının farkında olmayan milyonlar bir kenara... Az çok yaşadığının farkında olan her insanın bir amacı vardır. Kimi mesleği için yaşar, ömrü laboratuvarlarda geçer kiminin. Kimi ise sadece ve sadece idealleri için yaşar… Orhan da öyleydi. Yıllar onu hiç değiştirmedi. Eşyalar, mekânlar, insanlar değişti; o değişmedi. Aynı duygu, düşünce, idealler ve en önemlisi aynı karakterde geçen bir ömür…
Devamını OkuyunYattığı karanlık odada, perdenin incecik aralığından içeri sızan ışık huzmeleri ile aydınlanan bölümde sürekli uçuşan toz zerrecikleri görüyordu. Ne kadar zamandır uyanıktı, niye bu karanlık odada ve niye bu yatakta yatıyordu hatırlayamadı. Tekrar perdenin aralık bıraktığı yere döndü. Bütün bu milyonlarca zerrecik sanki hoş ve hareketli bir müzik eşliğinde durmadan dans ediyorlardı. Tıpkı tarihi filmlerde gördüğü görkemli salonların, muhteşem atmosferinde dönen, kabarık etekli kadınlar ve üniformalı yakışıklı adamlar gibi. Kadınların pek çoğu üniformalı erkekleri yakışıklı bulur nedense. Bu giysiler o adamları bambaşka bir kişiliğe mi taşır?
Devamını OkuyunGece yarısı dışarıdaki gürültüye uyanıyorum. Yatağımda doğrulup oturuyorum önce, daha sonra uzaktan bir düdük sesi duyuluyor. Yatağımdan kalkıyorum sessizce, mışıl mışıl uyuyan kardeşimi uyandırmadan. Perdeyi aralayıp bakıyorum. Karşı evin bahçe duvarına birkaç ağabey ve abla kovaya batırdıkları fırçalarla yazı yazıyorlar. Karanlıkta kim olduklarını seçemiyorum. Telaşla yazıyı tamamlıyorlar. Kaçarlarken içlerinden biri sendeleyip düşüyor. Göz göze geliyoruz. Gözlerinden tanıyorum onu. Terzi Müşerref teyzenin oğlu Cemil ağabey. Doğrulup ayağa kalkıyor. O sırada gürültüye uyanan annem odaya giriyor. Gelip perdeyi kaparken:
Devamını OkuyunDaha birkaç gün önce sunucu televizyonda muhtıra bildirisini okumuştu. Suratı bir karış o komutan, sıkıyönetimin ülke için zaruriyetinden söz ediyordu ekranda. Cümleleri akarken, zoraki gülümsediği de oluyordu. İçi sıkıldı Nesrin’in. “Sokağa çıkma yasağı demek, bu deli oğlanı tık eve başarabilirsen. Laf dinlemez ki hiç.”
Devamını OkuyunProlog: bir cehennem ayazı şu anda buradan geçen her tükenişe vergi kesmektedir.rüzgarın en küçük oğlu az sonra iğdiş edilecek ve cennette bir yere saplanacaktır direk gibi.orada çürüyene dek yeni oyunlar vizyona girecektir dehşetin perdesinde.
Devamını OkuyunGünlerdir uyumamıştı. Uykusuz geçen gecelerin ardından okulda geçirdiği gürültülü patırtılı gündüzler ona hiç yardımcı olmuyordu. Unutmak için bu kargaşa iyi gelir sanmıştı ancak yanılmıştı. Şimdi sınav için ayırdığı bu otuz beş dakika onun dinlenebilmesi için kaçırılmaz bir fırsat gibi duruyordu. Zihnini susturabilirse, bunu başarabilirse eğer geri kalan hayatı için alması gereken kararı düşünebilecekti. Ne yapacağını bilmiyordu. Hayatında ilk defa ne yapacağını bilemiyordu.
Devamını OkuyunKaranlık tarihlerden biri. Dünya koca bir canavar misali. Titu’yu mağarasına tutsak etti sancıları. Tipi, bitmeyen soğuklar, karın kapladığı tekinsiz kara orman ürkütücü bir yalnızlık ölüm korkusunu devşirdi içinde. İçini haylice kalabalık hissetti, mağara duvarlarındaki av resimleri, Piyu, Çika, ormana ulaşan dik yamaçta yitip giden annesi…Mağaraya musallat olmuş kaltaban akrabaları. Kayıplar onlar da bir süredir. Zira gideceğiz buradan demişti zaten. Başka bir kara ormana yolculuğa çıktılar. Bir göl, akarsu, kıyı arıyorlar onlar da. Buzulların altında belki cesetleri şimdi.
Devamını OkuyunAyakta kilometrelerce yol gitmenin çileli halleri. Balık istifi, itiş tıkış. Özellikle kadınların değişmeyen sitemleri, isyanları. Anda kalan dostluklar, yardımlaşan, dayanışan insanlar... İstanbul ulaşımının sıradan alışılagelmiş yüzü. İstanbul’u yaşamanın ve bu şehrin insanını tanımanın en kestirme yolculuğu.
Devamını OkuyunDükkânın karanlık, kasvetli halini gözleriyle izledi. İçerisi yine ırgat pazarına dönmüş. Zihni bulanıklaştı. Vitrindeki birkaç rugan kundura, püsküllü damatlıkların yanında sıralanmış. Güneş yüzünü göstermedi henüz. Kapkara gök. Kasabalılar ilçedeki fabrikasyon kundura satan dükkanlar açıldığından beri uğramaz oldu dükkâna. İşi düşen tabanına çivi çaksın diye kapının eşiğinde beliriyor ancak. Bunlar daha mı pahalı diye sordu Elif gözleriyle camekandaki parlak kundurayı gösterip. Sandalyede çivilenmiş gibi otururken sıkıntıdan oflayıp pufluyordu bir yandan.
Devamını Okuyun