Yazının Tanıklığı/Tanıklığın Yazıları  

Atâlet/Oğuz Kartal

Atâlet/Oğuz Kartal

Masasını düzenledi, kahvesini tam kıvamında pişirmişti(orta şekerli, bol köpüklü), bilgisayarını açtı. Yarım saat kadar bir şeyler yazmayı denedi. Yazdıklarını beğenmedi, sildi. ‘Biraz müzik dinlemek iyi gelecek.’ diye geçirdi içinden. Müzik dinlerken hayâllere daldı, o şaşalı törende yılın romanı ödülünü alıyordu yarı uyanık düşte, genç yazarlara seslenirken şu cümleleri kurdu, ‘’Evet, hiç kolay olmadı bu ödülü kazanmak; uykusuz geceler bir yana, yemeden içmeden kesilmiştim, çoğu insan durduğu yerde, bir anda ilhamın geleceğini sanıyor; hayır dostlarım, okudum, durmadan yıllarca okudum ben; yazmak eyleminin bir noktada t a ş m a k olduğunu düşünüyorum. Şu an sahip olduğum şeyler sizleri yanıltmasın, çok zor şartlar altında geçti gençliğim.’’ ‘Nerden çıkmıştı zor şart dediği şey?’ diye geçirdi içinden.

Devamını Okuyun  
Ölüm Kayalığı/Emine AYDOĞDU

Ölüm Kayalığı/Emine AYDOĞDU

“Ben terliyorum” diyerek tepinmeye başladı. “Burası sıkış tıkış. Ayaklarımı hareket ettiremiyorum.” Su, gözleriyle Toprak’ı sakinleştirdi. Sabırla beklemesini öğütledi. Toprak, babasını özlemişti. Babası, üç gün önce mavi kamyonla götürülmüştü. Kamyona binmemek için direnmişti. Direnince ellerindeki sopalarla başına, sırtına vurup, tekmelemişlerdi. Kan içinde yerde kımıldamadan yatıyordu. Siyah çöp poşetinin içine koyup, kamyona fırlatmışlardı. Kamyonun kasasından güm diye bir ses gelmişti. Poşet yırtılmıştı. Babası kalkmaya yeltenirken, o ara Toprak’la göz göze gelmişti. Toprak’a “kaç uzaklaş” der gibiydi.

Devamını Okuyun  
Elzem/Fatma ALTUN

Elzem/Fatma ALTUN

-Düşmek üzereydi. Alabildiğine yeşil bir ovada koştu, koştu ve koştu. Sonra yer bitti, gök başladı. Yol bitti, bir uçurum karşıladı onu. Aşağısı görünmüyordu. Uçurumun dibini boylamak istemiyordu. Durdu, ardına baktı korkuyla. Geliyorlardı. Kaçacak hiçbir yeri kalmamıştı. Bu sefer kesin yakalayacaklardı onu. Durdu ama düşünecek vakti de yoktu. Kaçmalıydı… “Uçmalıyım” dedi.

Devamını Okuyun  
AÇ KAPIYI GİR İÇERİ/Ebru Zeynep DİŞİAÇIK

AÇ KAPIYI GİR İÇERİ/Ebru Zeynep DİŞİAÇIK

Ne sağ elleri ne de sol elleri birbirine yakınlaşmıştı. Yan yana yürüyorlardı önlerinde uzanan yol boyunca. Turuncu’nun tüm samimiyetini taşıyan genç adam, kendi adımlarıyla dahi dans ediyor gibiydi. Dışından içine doğru uzanan sessiz bir iletişim ağı vardı kimselerin duyamadığı.Yanı başında seyreden genç kadın ise iç sesiyle boğuşurdu dışardan aldığı tüm cesaretle.

Devamını Okuyun  
KABUK/Erinç BÜYÜKAŞIK

KABUK/Erinç BÜYÜKAŞIK

İçimdeki kuşlar kaçacak ufuklar arıyor bir süredir. Cehennemin içinde alevler içindeki kanatların benim gibi bir bai belasından kurtulma isteğini anlıyorum hayli hayli. Patlama sırasında meydandaki ölülerden biri olamamak. Ne büyük bir suç bu? Hayatta kalmak... Apartmanın kirli, loş boşluğunda bakışlarına takılıyorum. Kısık hıçkırıklarla karşıladı beni. "Gözaltında bir şey yaptılar mı?" Anadan üryan beklettiler desem. Koğuş soğuktu desem. Biraz ötemdeki Meral'in kanlı yüzünü gördüm yarım yamalak uykumda. Sabaha doğru bıraktılar. Alaca saatlerde ki sen kör bir zaman demiştin, bıraktılar. Ambülansları beklerken alana tomalarla girdiler o gün. Göz gözü görmüyor. Bu duman bulutu yerleşmişti üzerimize patlamadan sonra. Gün erkenden, tanrısal bir buyrukla batmıştı sanki.

Devamını Okuyun  
Eksik/Ebru Zeynep DİŞİAÇIK

Eksik/Ebru Zeynep DİŞİAÇIK

“Eksik bir parça” diyorsun. Ve o eksik parçayı gün be gün düşlüyorsun. Resmin tamamını görüpte o boş kalan yer öylece durduğunda, içinde fırtınaya tutulmuşcasınaüşüyor bir bakıma. Ve yenildiğini hissettiğin an çevrendeki tüm kareler o eksik parçayı hatırlatıyor sana. O, her ne ise gözlerin onu arıyor, kulakların onu duymak istiyor. Ve bir tekrar bulanıyor heryerine ince ince. Arnavut kaldırımlarının arasına sıkışıp kalan ince topuk misali hissediyorsun kendini. Çığlık atar gibi ve çaresiz.

Devamını Okuyun  
HAM MEYVE/Özlem TÜM

HAM MEYVE/Özlem TÜM

HAM MEYVE İlaçsız ağaç gibiydi, meyveleri olgunlaşmadan dökülüyordu. Otların üstü ham, yarılmış meyvelerle kaplıydı. Toprak kendini gizlemiş olmalı. Tıpkı olmamış meyvenin kuru dallarda barınamadığı gibi.

Devamını Okuyun  
Renklere Takılmak/Gülnar KANDEYER

Renklere Takılmak/Gülnar KANDEYER

Babası, haydi istediğin kırmızı ayakkabıyı almaya gidiyoruz dediğinde küçük kızın ayakları yerden kesildi. İlla da kırmızı istiyordu. Niye mavi değil, niye yeşil değil, niye sarı değil. Hele siyah hiç değil. Çünkü siyah, kiri göstermez. Saklar rengine tüm sırları. Çamuru, bulaşığı, hoyratlığı çeker renginin altına. Bir tek tozu kolay gösterir. Onu da silersin paçalarına olur biter. Siyah da olsa pırıl pırıl boyalı olmalı, derisinde ayna gibi yansımalı ışık. Ama o, illa da kırmızı diye tutturmuştu. Kırmızı olsun der atalarımız bilmez misiniz, kırmızı olsun beş kuruş fazla olsun.

Devamını Okuyun  
Haksız Tahrik/Ali Çınar YÜCE

Haksız Tahrik/Ali Çınar YÜCE

Adam Demek Ruslar da bir dönem kendi benliklerinden, kültürlerinden uzaklaşıp başka bir millete, kültüre özenmiş. Şaşırdım doğrusu… Tolstoy’un Savaş ve Barış’ta anlattıkları doğruysa bütün Rus eliti, o müthiş balolarında, yemeklerinde kendi aralarında Fransızca konuşuyor. Evet, yemek yapmak lazım. Lazım da hiç içimden gelmiyor. Yemek yapmak başkaları için yaptığın zaman daha keyifli. Uykum da yok. En iyisi bir çay demlemeli. Yarın duruşma var. Yine aklıma geldi. Hiç aklımdan çıkıyor mu ki?.. Oysa evdeyken ne güzeldi! Ah pandemi!.. Neler açtın başıma? Çay da kalmamış. Kahve suyu koyayım en iyisi! Oysa ne kadar huzurluyduk! Ben yemekleri yapıyordum o gelmeden. Üçümüz, sofraya beraber oturuyorduk. Ne vardı benden para saklayacak? O işteyken oğlumla ne güzel vakit geçiriyorduk. Haydi şimdi kitap okuyalım, kitaptan sonra ne oynamak istersin? Savaş ve Barış… Adam ne yazmış ama! Bir ton karakter… Hepsinin birkaç tane ismi var. Korsancılık!.. Evet, en çok korsancılık oynamayı seviyordu. Nasıl da burnumda tütüyor kerata! Yarın duruşma var!

Devamını Okuyun  
YEŞİL KADİFE ELDİVEN/Meral KUTLUĞ

YEŞİL KADİFE ELDİVEN/Meral KUTLUĞ

“Ah o bulutsuz gökyüzü, o çırpıntısız deniz,kumsalını, kayalıklarını uzaktan görebildiğimizada!” C.Çapan İnanılmaz güzel bir sonbahar sabahıydı. Güneş var gücüyle dallarda kalan yaprakların rengini solduruyor, rüzgâr ise tüm hafifliğine karşın onları alıp, toprağın üzerindeki arkadaşlarının yanına indiriyordu. İki yanı ağaçlı, çakıl taşları ile renklendirilmiş yolda,aslında çıplak toprağı görmek pek de mümkün olmuyordu. Üzerlerine doğru adım attıkça kuru yapraklar hafifçe yerden havalanıp tekrar uçuşarak yere iniyor ve ufalanıyorlardı. Sabahın sadeliğini ve huzurunu bozabilecek en ufak bir ses yoktu, elbette yaprakların hışırtısı dışında.

Devamını Okuyun  
Son İstasyon/Fatma ALTUN

Son İstasyon/Fatma ALTUN

Geceyi kısalttım dün gece, erkenden uyudum. Yine de sabaha biraz geç uyandım. Neden bilmiyorum. Uyanmak istememiş olabilirim. Muhtemelen seninle biraz daha zaman geçirmek istemişimdir. Bu yüzden biraz daha seninle kaldı ruhum, rüyamda dolaştım seninle bedensiz. Bak zaman nasıl da geçiyor. Sen gideli bir hafta oldu bile. Sonra hemencecik bir ay dolacak. Ve bir de bakacağız ki bir yıl olmuş. Ömür geçecek böyle böyle. Ama sanma ki sensiz olacağız, sensiz kaldık sayacağız kendimizi. Yokluğun acı verecek fakat hemen ardından yüzümüzü güldürecek bir tebessümün sebebi gelecek aklımıza senin yarattığın. Yirmi dört saat yetmiyordu ya sana, her şeye yetişemiyorum diyordun. İşte sana sonsuzluk dedi yaradan. Artık koşturmana gerek yok dedi.

Devamını Okuyun  
Zamansız İnsan/Mehmet Ali Güner

Zamansız İnsan/Mehmet Ali Güner

Zamansız insan... Ah zamansız insan…Kelimelerin yetmediği dünyada, kendine ve de başkalarına yetmeye debelenen zamansız insan… Var mı ki gören, duyan, bilen senden başka seni? Zamansız insan düşündü. Çok fazla şey yaşadım. Anlattığım veya anlatmadığım, paylaştığım ya da paylaşmadığım, söylediğim ya da söylemediğim, hissettiğim ama hissettirmediğim; çok fazla şey… Tüm bunları içimden geçirerek söyledim. Kendi kendime yani, kendimi kendim dinledim sonunda.

Devamını Okuyun