MAĞARANIN GÖLGELERİ/Erinç BÜYÜKAŞIK

Karanlık tarihlerden biri. Dünya koca bir canavar misali.

Titu’yu mağarasına tutsak etti sancıları. Tipi, bitmeyen soğuklar, karın kapladığı tekinsiz kara orman ürkütücü bir yalnızlık ölüm korkusunu devşirdi içinde. İçini haylice kalabalık hissetti, mağara duvarlarındaki av resimleri, Piyu, Çika, ormana ulaşan dik yamaçta yitip giden annesi…Mağaraya musallat olmuş kaltaban akrabaları. Kayıplar onlar da bir süredir. Zira gideceğiz buradan demişti zaten. Başka bir kara ormana yolculuğa çıktılar. Bir göl, akarsu, kıyı arıyorlar onlar da. Buzulların altında belki cesetleri şimdi.

Dirimden öte ölüme meyilli belli belirsiz ürkütücü bir his kuşandı içi.

Piyu, Çika ava çıktı. Mağarada kırmızı boyayla çizilmiş  envaiçeşit parmak izleri, Çika, oyuna çevirdi duvarlara hayvan kanıyla bir şeyler çizmeyi, Piyu kartal ayağından bir takı yapmış bana. Ateşin çevresinde gözleriyle beni izliyor kaç gündür. Ava çıkamazsın bugün, mağarada kal. Üstüne bu hayvan postunu da ört. Ateşin sönmesine izin verme diye tembihledi çıkarken. Kıza avlanmayı öğretecek, av silahları ellerinde çıktılar güneş biteviye mağaranın eşiğine ulaştığında yola.  Çika, kaplanlardan ve sırtlanlardan korkuyor bir süredir, bir de yeni yeni ovada karşılarına çıkan sapiens ailesinden. Kocaman bir adam ve kadın ateşin çevresinde büyük göle yakın bir yerde bağıra çağıra konuşuyormuş anlattığına göre, çalılıkların arasına saklanmış ikisi de. Tekinsiz gelmiş bu yeni ziyaretçiler. Bilmediği, ömründe duymadığı sözcükler kullanıyorlarmış aralarında herbiri, heceler değil, karmaşık cümleler. Ateşin çevresindeki kadın yumuşacık sesiyle tatlı bir ezgiyi söylemeye başlamış bir an, avdan dönmüşler belli ki.

Çika anlatırken dehşet içindeydi. Huşu içinde dinliyorlarmış kadını ateşin çevresindekiler. Yaban domuzlarını bunlar avlıyor demek ki. Piyu günlerdir o sürüyü bulmaya çalışıyor, akıllı hayvanlar bu domuzlar, ormanın kuytusunda yitip gidiyorlar, görünmez oluyorlar çoğu kez. Sinsi sinsi gizleniyor herbiri karanlıkta. Bu yeni yerleşimciler domuzlara dadandı, bir yolunu bulup öldürdüler bir ikisini öncesinde de. Ateşin üstünde hayvanın gövdesini pişirdikleri canlandı zihninde. Piyu^nun heyheyli mizacına sinen o hiddetine, şiddetine rağmen bu yeni ziyaretçilere dair kaygılı ve ürkek çıkar olmuştu sesi. Mağaranın duvarlarında köpüren sevgilimin benim acımla yatıştığını, uysallaştığını görebiliyordum yine de.

Çika anlayamıyor olup biteni. Çocuk gözleriyle yabancıları izlemekle yetinmiş o gece. Yakalayamıyoruz o domuzları bir türlü. Halbuki yeni avcılar haylice mahir bu işte. Karaltılara gizlenmiş kurtlar gibi izliyorlar avlarını.

Kartallar önceden haber veriyor sanki geldiğimizi, ne zaman kara ormana dalsak bir şekilde kayboluyor sürü. Bulmuşlar domuzları. Kar belimize kadar yükseliyor yamaç boyunca. Ayak izleri sürülerin arkasından giden iki ayaklı yabancıların dün gece de burada olduğunun kanıtı. Bizi de bulacaklar belki de. Hem de mağaramızda.

Piyu ancak omzuna gelir ateşin çevresindeki adamın, yok olamaz o kadar. Dev mi bunlar, abartma. Sahiden kocamanlardı, kadının saçları örgülüydü, alımlıydı haylice. Çenesi, yüz yapısı başka türlüydü, benzemiyordu bize. Sapsarı saçları vardı. Piyu’nun yabancı kadınının güzelliğinden söz etmesinden huzursuz oldu, içten içe kıskandı sarışın kadını. Saçlarının kızıllığından tiksindi, büyüyen karnının bir ucubeye döndürdüğünü düşündü onu.

Bu dev yaratıklar fark etmediler ilkin, korkarak baktılar çalılıkların arkasındaki karaltıya, hemen pusatlanıp ucu sivri silahıyla çevresine bakındı adam. Kocaman, ürkünç göründü gözüne ikisi de. Bizden heybetli, sağlam omuzlu iki gövde tedirginlikle karaltıda arandı sesin sahibini. Mağarada gece ateş cayır cayır yanarken bu yabancılar hakkında daha fazla konuşmaktan usandı Piyu. Bu adamı zorlamasam dudak ucuyla anlatacak geçen bir başına çıktıkları avı. Çika’nın anne geyiğin yavrularının karşısında o dirençli, öfkeli bakışına tanıklığını, kızın mızrağı saplamakta tereddüt ettiğini anlatmaktan da çekindi üstelik. Öldürmekten korktu kızım diyemedi mağarada içinde ateşin gölgelediği hareler belirginleştiğinde. Piyu’nun, çengel gibi suratına yerleşmiş pespembe suratlı bu adamın gözünün önüne adeta bir ses perdesi inmişti o sırada. Avlanmayı inkar ederse av olacak bu çocuk. Merhamet ölüme giden en kısa yol. Bir yaratıcı varsa gökte bu yaşta almayıversindi kızını.  Avcının vicdanlı olma hakkı yok bu çetin coğrafyada. İlençle baktı ateşe.

Yakınımızdalar sarı kafalı yabancılar. Av bölgemize dadandılar belli ki diye düşündü yeniden. Çakallar, sırtlanlar, akbabalar gibi… Koca bir bizonu bir başına taşımış Piyu’nun anlattığına göre ateşin kıyısındaki sarı saçlı adam, heybetli adam. Kendisini aciz, güçsüz hissetmiş avlarını pişiren o dev gölgeleri fark edince. Çalılıklara gizlenip avlandılarını izlemiş geçen.

Dev cüsseli yabancı peşi sıra koşuyormuş sürünün, sürü kadar hızlıymış hatta, ne çevikti bir bilsen, omuzları geniş, koca bir ayı misali. Daha geçen Çika’yla avladığı boz ayı gibi. Yeni avcıların avı olmaktan haylice korktu Çika da çocuk haliyle. Sisli, puslu akşamda ormanın kuytuna gizlenmiş kara ormanın yeni sakinlerini izlerken.

Ponza taşıyla ucunu sivrilttiği silahın yüzeyini biledi. Mağarada bir başına, kanaması arttı bir haftadır. Yakaladıkları bizonun kanı kadar kıpkızıl ve kopkoyu bu sefer. Çika’nın gözlerinde kardeşinin hayalini görüyor kadın. Oyun arkadaşı olacak kardeşi. Öldürmeyi, avlanmayı öğretecek ona.

Kan kırmızıdır, kıpkızıl. Mağara duvarlarına çizeceği yeni resimlerde biri daha olacak, Mağaradaki ateşin etrafında ısınmaya çalışan gölgeler artacak. Çika’nın yüzü gülüyor sürekli karnımdaki büyüyen kardeşini izledikçe.

Ava çıkma diye tembih etti Piyu Titu’ya, sana kartal kemiklerinden kolye yapacağım.Süt beyazı bir kolye, bizon kürkünden giysi, günlerdir iştahı daha da açıldı. Bir avcı daha doğuyor. Bu kanama hayra alamet değil ama. Odun sapına ucu sivri taşı iplerle bağlarken nasıl düğüm atacağını öğretiyordu Piyu kızına. Doğacak velet de hemen mızrak, silah yapmayı öğrenecek babasından.

Sözcükleri yabancı yeni yerleşimcilerin. Uzaklardan geldiler onlar, hiç tanımadıkları bir kara parçasından. Kara orman dışında da bir kara parçası var demek ki.

Komono ejderlerinin avlarını kıyı boyuca izledikleri ve pusuya düşürdükleri canlandı zihninde. Yıllar önceydi. Buzullar yerküreyi kaplamadan önce, öldürücü soğuk karalara halim olmadan önce. Biz de leşçil olduk, zehirli ısırıklarımız yok sadece, mızraklarımız yetiyor hayli hayli. Kırçıllı bir iki cümle çıktı Piyu’nun ağzından. Kızı avına mızrağı saplamaktan korktu, öldürmek istemedi hayvanı. Gebeydi baba diye ürktü elindeki mızraktan. Halbuki çevik olduğunu oldum olası biliyorsun. Durdu, bir taş gibi bekledi kara ormanın eşiğinde. Bakamadı gözlerime. Sesi boğumlanarak çıktı, hatta ağlamaklıydı belki de.  Korkarım ki av olacak ilerde. Senin o yumuşak tabiatını almış besbelli. O duvardaki çentikler, resimler avlamadıkları bir nice avdan aklında ürettiği hikayeler anlayacağın.

İçerledi Piyu’nun kızının cesaretsizliğine sürekli ilenmesine.

İçimdeki ağırlık boğazımı tıkıyor Piyu. Annemi yedik Piyu. İçim acıyor Piyu. Kara ormana yerleşen o sırım gibi, çevik komşulara da ilk belki de ben av olacağım. Kanamam sürdü sen gelene kadar. Sarı kafalıların avı olacağım besbelli. O alfa erkeğin oğlunun peşinde beni keçi yoluna kıstıracağını gördüm geçen rüyamda. Ateş ısıtmıyor mağarayı bir türlü.

Sarı kafalıların çalı çırpıyla kapattıkları mağaralardan birinde yanan öfkeli ateşi gördü Piyu geçen gece. Kış, ayaz, soğuk…Titremeleri arttı yine. Eklem yerleri ağrıyor , avda sakatlandığından beri aksak aksak yürür oldu. Rahmetli anası Kiki çam kozalarının ezip sürerdi bacakları her sızladığında. Kanama hayra alamet değil. Kar örtüsü inmiyor ovadan, yamaçlardan göle uzanan her yer süt beyazı.. Kış bitmiyor diye sızlandı geçen Piyu. Neandertal akrabalarının o çetin kışta öldüklerini hatırladı, ölülerini aç kalmamak için yediklerini. Anılarında annesi canlandı yine. Çam kozalaklarını ezip kızının ilk avında incinen bileğine sürdüğü geldi aklına. Bilgeliğine oldum olası hayrandı annesinin. Acı dinmiyor, steplerden topladığı çalı çırpıyı ezip  kanamayı durdurmaya çalıştı, elleri kıpkızıl oldu o an. Isırgan otlarını kaynat diye tembihlerdi anası. Ağrılarına iyi gelir muhakkak.

İri gözleri, kemikli burnu, çilli yüzüyle şaşkınlıkla çevresini izledi Çika. İlk avında yakaladığı hayvanın kemiklerinden kolye yapacak annesine. Annesi güçten kuvvetten düştü kaç gündür. Çevik adımlarla yaklaşmalı ava. Mızrağı hızla saplamalı. Ölümü her gün öğrenenler öldürmeyi de öğretmeli derdi babası.

Buzullar kapladı kıtayı. Göç. Sıcak okyanus kıyılarından birçoğu ulaşamadı ovaya. Dağlardan öfkeyle püsküren o lavlardan kaçtı ailesi. Annesinin yüksek, hırçın tepeleri yaşlı bacaklarıyla aşamadığını anımsadı. İlendi kendisine.. Arkalarında bıraktılar kadını. Etini yediler başkalarına av olmasın diye. Piyu’nun fikriydi, vicdan azabını eti çiğnerken hissetmişti hayli hayli. İçimde annem.

Annemin korkuları da filizleniyor bir süredir sanki.

Günlerce sürdü üçünün yolculuğu. Dağlar, tepeleri aşıp karaçamların çevrelediği gölün bir kenarına yerleştiler ilkin, geceleri tekinsizdi. Kurt ulumaları, leş yiyici akbabalar gün batımlarında ortaya çıkıyorlardı bir şekilde.

Kanama durmuyor, annemin merhemi acımı geçirmiyor bir türlü. Mağarada bir başınayım çoğunlukla. Çalı çırpıyla kapattı Piyu mağara ağzını kimse görmesin diye beni, kendini savunacak halde güçte değilsin biz yokken.

Gözden ırak olmak gerek, yeni yerleşimcilerin mızrakları kocaman, koca geyiği tek başına sırtlamış taşıyordu kadın. Oğlu benimkinin iki katı. Başka dilleri var, anlaşılmaz sözcükleri. Yamyamlıklarından söz etti bu yeni yerleşimcilerin. Neandertal eti yiyormuş birçoğu. Belki de o gece ateşin çevresinde, o karşı ovada bizimkilerden birinin etini iştahla kemiriyorlardı. Çika ufacık, onların da ufacık çocukları var, sapsarı kafalı. Vicdanlarına sığınırım yakalarlarsa beni.

Ah Piyu, korkutuyorsun yine o hikayelerinle çocuğu. Neymiş, gerdanlık ve kolyelerini bizim dişlerimizden yapıyormuş bu barbarlar, öldürdükleri bizon, domuzlar koca gövdelerini doyurmuyor anlaşılan. Çika, duvarlara ölü hayvanların resimlerini çizdi, bu benim avlacağım ilk geyik anne. Babam ucu sivri mızrağı nasıl da çeviklikle hayvana saplayacağımı öğretti geçen avda. 

Bana hikayeler anlatıyor sürekli, su taşkınlarıyla yok olan kara parçalarından kaçan atalarımızı. Buzullarla kaplanan yemyeşil çayırları, bir zamanlar dört bir tarafta baharın çiçeklerle muştulandığını. Kara orman, çam ağaçları dışında da ılık suların, akarsuların aktığı yemyeşil ovalardan, dağlardan söz etti babam. Bir gün volkanın öfkesiyle lavlar o gölleri, ağaçları yok edivermiş. Ve öldürücü soğuklar başlamış bir zaman sonra. Sapiensler kaçtılar o patlamadan, onlar da açlıktan yemeye başladı bizi, hem de iştahla.

Isırık otları ezip merhem kıvamına getir. Ağrılarına iyi gelir demişti annesi.

Korku hikayeleri anlatmayı oldum olası seviyor Piyu, kızının cesur olması gerekiyor hayatta kalması için ona kalırsa. Yüzü nasıl da ciddileşiyor hikayelerini anlatırken, ıslık çalarcasına sesi. Fırtınaya öykünürcesine öyküsün arasına yerleştirdi ıslığını. Tipi öfkeli haylice, göz gözü görmüyor dışarda. Karın hınçla yağdığı o çetin dağlara, buzullarla kaplı göllere karşı daha güçlü olması gerekiyor. Barbarlığı öğrenmeli, hatta gerekirse en barbarı olabilmeli hayatta kalmak için. Doğanın buyruğu bu.

Nehir kıyıcığında çalı çırpılarla yaptıkları evleri yok artık. Kül bulutları ürkünç akıbeti hazırladı. Ölüm ve dirim. Lavlara teslim olan yerküreden kaçıp yalın ayak, yara bere içinde ulaştılar buralara. İyotlu deniz, dalgaların kıyıyı delice dövdüğü zamanları anımsadı. Kaçabilenler kaçtı. Kervan yolda düzülür demişler. Odun toplamaya da çıkarmadı Piyu. Mağaranın rutubeti nispeten azaldı ateşin sıcaklığıyla. Annesinin son çığlığı. Tipide kıpkırmızı, pancar gibi suratlarını korumak o derece zordu ki. Kar altında kaldı annesinin ölüsü. Sarkıtları eriten ateş cılızlaştı, harlamalı ateşi. Piyu odun getirecek. Kara ormanın ölü ağaçlarının dallarından dev bir ateş yakacak mağarada. Bacak ağrılarına kasıkotları, kedinanesi, ayrık otları iyi gelir derdi annesi. Ezeceksin taşın üstünde. Ağrıyan bölgeye iyi gelecek muhakkak. Resiflerden mercan, yengeç topladıkları okyanus canlandı zihninde. Deniz kabuklarından bir kolye yapmıştı kendisini. Daha yedi sekiz yaşlarındaydı. Çika bizonu nasıl da mızrağıyla öldürdüğünü çizmiş duvara. Babası yanında, annesi kıvranıyor acı içinde mağarada o sırada.

Kanamam korkutuyor beni. Çika kardeşsiz kalacak belki de, dört gözle bekliyor halbuki kardeşini. Kızım içimde büyürken adet kanamalarım olmuştu. Kopkoyu bir kırmızı değildi o kan. Annem adet kanamaları olağandır ilk aylarda derdi, ne acıyla kıvrandırırdın beni ilk zamanlar, kaç defa düşük yapmış o da. Sırtında beni taşırken eliyle kavradığı mızrağı koca bir gergedana sapladığında avcılığı benim de belleyeceğimi umardı hep. Kemik iliğini ezip kaynatırsan acılarını dindirir muhakkak. Eski usul bilgelik bir halta yaramıyor sanki şu an. Sızılarım dinmiyor diye düşündü. Acısının yankısı mağarada gezindi o an.

Piyu mağaraya döndüğünde avın derisini soyup etlerini doğrayacak. Butun en yağlı tarafını kaynatmalı. İyi gelecek sana. Çika annesinin bitmeyen sancılarına anlam veremiyor, aklı mağarada kaldı muhakkak çıkarken, gitmek istemedi babasıyla ilkin.

Annemin ölünce etini parçalara ayırdık. Ölüme meydan okurcasına, ölümü yok sayarcasına yedik kadını. Benim de etimi parçalayıp yiyecekler. Ölüme meydan okurcasına…Çika’nın avuçlarına bulaşan kanla duvara çizdiği o resimler geldi aklına. Gitmemden korkuyor, ateşin etrafında yalnızca anılarımızın kalmasından…Huş katranını alet sapları için tutkal kıvamına getirmeyi öğretti Piyu. Çocuklar annelerine mi babalarına mı çeker? Hayvan postlarını yontup keserek battaniyeler yapmalıyım, soğudu havalar, hep soğuk, ayaz hava. Kırmızı boyayla yaptığı duvardaki el figürüyle bakıyor bana Piyu. Yok olmaktan korktuğumu hissediyor, sesi yumuşacık çoğu kez.

Çika bir başına kalmamalı. Av olmamalı. Ovanın yeni sakinleri bizim etlerimizi iştahla yiyorlarmış. Av avcıya, avcı ava dönüşür.

En acımasız cinayetleri resmetmeye hevesli Çika. Korkularını resmetmeye. Ölümümü canlandıracak bu sefer belki de o duvarda..

Çalıların arasından hışırtılar geliyor. Ürküyorum. Ateş söndü sönecek. Harlamalı, canlandırmalı ateşi.

Eriksdotter mağara duvarlarında cinayeti çözmeye çalışırken kemiklerin bir kadına ait olduğunu anladı. Ekiptekiler neandertal ailenin hikayesi burada başladı diye düşünüyordu. Bir grup bilim insanı cinayet masasına döndük neredeyse. Karların altında kadının kemikleri bugüne dek bozulmamış. Kesikleri görüyor musun Thomas, kadını ucu sivri mızrakla öldürmüşler. Belki düşük yaparken acılarına kendisi son vermek istedi ya da av oldu birilerine. Telefonu ısrarla çaldı o sırada Eriksdotter’in. Oğlu arıyor. Okuldakiler yine zorbalık yapmış çocuğa, kendi başına yaşayamayacak bu çocuk, pısırık velet. Akranları sınıfta eziyor oldum olası çocuğu. Kafasında annesinin ölüsüyle karşılaşan Çika canlandı. Kemikleri laboratuvara götürmeli. Oğlanı ararım birazdan. Hava buz gibi. Kuzey ışıkları kente yolculuğumuzda kılavuzluk yapar muhakkak. Paleoantropolog Conal, melezleştiğimizi iddia ediyor neandertallerle bir tarihte. DNA’lar somut kanıtlarıymış. Arabayı süren şoförün yüzünde, asistanın bakışlarında. 

Piyu’nın, Çıka’nın bakışlarını bulur gibi oldu. Kim kimin katili, kim kimin avıydı? Göğün renk cümbüşünde düşünceleri dağıldı. Daha bir saat yol var kente.

Annem avın en yağlı tarafını kaynatırken yumruları, yaban turbu, nilüferi ve yabani tahıl, bezelyeyi, soyuyordu, ateşin üstündeki içi derin güvece attı hepsini. Öldüğümde benim de etimi kaynatın dedi ıssız bakışlarıyla. Çöküyorum, çürüyorum ben de. Ölüme meydan okumalı, yaşam güçlülerden yana, av olmamalı hiçbir şekilde. Mızrak karnına saplandığında zihninde annesi Kiku canlandı. En ölgün bakışlarıyla dokundu kadının cesedine. Kanama durmuyor Piyu.

Mağaranın ıssızlığı yabancı gölgelerin gürültüsüyle dağıldı.