Gömütün yanı başında, dizlerinin üstüne çömelmiş kendi kendine mırıldanıyor. Vakit gece yarısı, etrafta cır cır böceklerinin sesi. Ceketini çıkarıp yavaşça toprağın üstüne serdi Murat. Toprak ısıtmaz çünkü kemikleri, sımsıkı sarmaz. Ayaklarını uzatarak başını yavaşça yere yasladı. Gözünü yaşlı görünce ‘gittikçe sula mutlaka, toprak bu çabuk kurur, bol bol sula, üstünde otlar bitsin’ dediydi ölme sırasını devamlı başkasına veren nenesi. Dedi demesine de geceleri sokul yanına uyu demedi ki. Parmaklarını hırsla geçirdi toprağa.
Devamını OkuyunAyaklara geçirilmiş pabuçlar, bir motiften kopyalanmış gibi. Her bir parçası, başka başka eller tarafından örülmüş sanki. Kimi acemice kimi mahirce. İmalattan ayağa geçirilinceye kadarki yaşanmışlıkları farklı, iplikleri aynı. Yaşam gailesi. Yoksa ne işi var bunca insanın iş çıkış saatinde ada vapurunda? Birbirine paralel iki demir paravanın arasında ağır akan bir ırmağı andıran insan seli, yapışkanca ilerliyor. İlerleyenin gördüğü önündekinin sırtı, ayakkabıların topukları… Bir karış aralıklarla nizama uygun yürüyen kadınlar, erkekler ve çocuklar. Hava, şapkasız başların tepelerini pişirecek kadar sıcak. Kimi şemsiyesiyle gölgelik yapıyor korunmak adına, yanındakiler ve arkasındakiler de bu gölgeden istifa etmek için markaja alıyorlar onu.
Devamını OkuyunGeminin güvertesinde çalkantılı denize karşı korkunç böğürtüsünü işitti tayfa. Bu fırtınalı havada kusmak bir toplu törene dönüşürdü çoğunlukla. Zar zor kamaradan çıkabilen alt güvertedeki iki kişi daha böğürmeye, kusmaya başladı peşi sıra. Fırtına ve yağmur, alt güvertedekiler ve makine dairesindekiler için hayli hayli katlanılmaz olmuştu bir haftadır. Makine dairesindekiler, dip ambardaki kadınlı erkekli kalabalık günlerdir fırtınanın içinde debelenen gemide hayatta kalmaya çalışıyordu. Gün ışığını görmeden geçen günler ardından birçoğu hastalandı.
Devamını OkuyunBorazan sesiyle tatlı uykusundan uyanan Rıfkı Sinkaf, “Bismillah bismillah!” diyerek yattığı yerden kalkmaya yeltendi; ama kafası sert toprağa çarpınca, tekrar yatağına sırt üstü uzanmak zorunda kaldı. “Ananı avradını…” diye başlayan bir zincirleme küfür tamlaması söylerken kafasını tutan Rıfkı etrafına baktı ve işte o an, nerede olduğu kafasına dank etti. Ölüydü ve uzandığı yer onun binlerce yıllık mezarıydı.
Devamını Okuyunİki eli yanağında bekledi o gece. Kaybettikleri sanki geri dönecekmişcesine. Sağlı sollu düşüyordu gözyaşları yanağından, biri önde diğeri arkada. “Geçmiş geçmişte kaldı.” denirdi oysaki. Kalmıyordu, en derinden baş gösterip yüzeye çıkıyordu. Bir bıçak yarası gibi acılar saplanıp kalıyordu kalbe. Battıkça batan, acıttıkça acıtan
Devamını Okuyun“Abi su vereyim mi, soğuk su bir lira.” Hava otuz beş dereceydi. Nemden nefes almak imkansızdı. Meydanda su satan beyaz tenli çocuk piliç gibi kızarmıştı. Sabahtan beri hepi topu beş paket su satmıştı. Her pakette on iki adet su vardı. Cebindeki altmış liranın yirmi lirasını da sucuya verecekti. “Su vereyim mi abi, buz gibi su.”
Devamını OkuyunBazen bir şeyler olur, birbirimizin gözlerine bakarken kapıldığımız coşku, birdenbire yok olur. O bana, ben ona kıyasıya saldırmaya başlarız. Bunun için bir söze, bir davranışa, bir susuşa gerek yoktur. Akşam üzeri ortaya çıkan mızıkçı rüzgarın esintisi, yeter de artar bile. Bir kağıt parçası gibi yavaş yavaş yırtılmaya başlarız. Her yırtık, anılara doğru yol alır. Yolu, deşe deşe yürürüz. Sonunda ben susmayı yeğlerim. Susuşumu dinlediği sırada, ayak tabanını gösterir. Çıplak yürüdüğünde derisi sertleşen ayak tabanını...
Devamını OkuyunAyağını terliklerine yarım yamalak geçirmiş. Ne başında örtüsü var ne de sırtında pardösü. Saçları kiremit renginde, bir belaya hazır gibi omuzlarına dökük. Hani ya kimse tutmasa, hani ya kimse yolmasa usulca ensesinden dağılacak. Sağ kolunun bileğini sıkı sıkıya sarmış. Kolu emanet sanki yanında. Birazdan birine verecek. Al bak, eti didildi sadece, az biraz da büküldü, işine yarar mı, al bak.
Devamını OkuyunOldum olası severdim yolculukları, gözlerimin önünde uzayı veren asfaltın bilinmez kıyısını. Yerleşmiştim koltuğuma. Ayaklarımı kenetlemiş, kollarımı kavuşturmuş, göz kapaklarıma hınzırca bir tebessüm fırlatmıştım kapanmaları adına. Bedenimin bu söz dinler hallerini seviyordum. Peki ya söz dinlemeyen ruhum!
Devamını OkuyunKarganın biri dadandı balkonuma. Çirkince, karganın güzeli olur mu? Olmaz tabii. Bed sesli, koca gagalı, hin. Kendinden başkası umuru değil, hep bana, reb bana. Karganın en sevimlisi çocukluğumda okuduğum Samed Behrengi'nin Yıldız ve Karga'sındaki 'Karga oğlan'dı. Masum, çaresiz ve güçsüz. Uçmayı öğrenemeden, arkasında iki tüy bırakarak ölüp giden. Karga oğlanın masumiyeti de onunla ölüp gitmiş olmalı ki günümüz kargaları masumiyetten bihaber, bencil, kurnaz kolaycı. Zamane oluvermişler...
Devamını OkuyunGecenin zifiri karanlığı, ortalığı ölüm uykusu sessizliğine çeviriyordu. Soğuk hiç olmadığı kadar sert, yeryüzü hiç olmadığı kadar hareketli, insanlar hiç olmadığı kadar çaresizdi.
Devamını Okuyun