İpe Dolanan/Erinç BÜYÜKAŞIK

"Gök üstümüze yağdı yağacak"

Annem, göğün karanlık, gri boğuntusunda hep bu sözüyle ilenirdi yanımda. Abdulkerim Kur'an kursundan canı sıkkın dönmüş yine. Bu oğlan çocukları hep böyle. Sen de mızmızlanırdın hep. Tozlu sabahta koştursun dursun, babasına isyan edip ahırda inzivaya çekilsin habire. Karanlık odada göz göze geldik bir ara. Salavatsız girilmez oğlum eve, benimle ağız dalaşı yaparak günaha giriyorsun. Allah'ın ipine sarıldı babam, şeyhimin ipine... tövbe etti bir kere. Şeyhi olmayan şeytandır, derler. Abdulkerim, deli oğlan; uslanmadı oldum olası. 

Gayya kuyusu bu, köyde tuhaf yürüyüşü günlerdir Abdulkerim'in. Medresesi talebe, talebesiz medrese olmaz. Allah'ın ilmini gaysın müritlerinden öğrenecek oğlan elbette. 

Kapıyı kırarcasına vuruyordu geçen de. Falakaya yatırmış Abdullah Hoca oğlanı. Kaçak göçek dört duvar içinde on velet. Şecaat arz ederken merd-i kıbtî sirkatin söyler, derler. Her yerim balçık, çamur içinde günlerdir. Abdulkerim, o Arap oğlanların yasını tutuyor besbelli. Yem makinesine kaptırmış kolunu veletler. Apar topar gömdüler çocukları. Abdulkerim toz toprak içinde oynardı ikisiyle. Ömer ve Sait'ti galiba anamın söylediğine göre. Irgatlık yaparmış anası babası. Onlar da tövbe edip ipine sarılmış gaye hazretlerinin. İrin, ur gibi ip sarmış dört yanımızı. Eprimiş, delik deşik pantolonu, gömleği kan içindeymiş iki veledin. 

Teveccüh şeyhin, müridin ağzını açıp ağzına üflemesi ve ona feyz vermesidir, diye seslendi Hocaefendi demir kapının ardındaki tek göz oda medresede. Zihni kabul etmiyordu Abdulkerim'in bir türlü bu lafları. Babam kaçsam yine kulağımdan çekip getirecek medreseye.

Abdulkerim'in zihnindeki keskin itişmeleri görmüyor muyum sanki? Gözleri geziniyor akşamları kerpiç duvarda. Sakalını sıvazlayan peder oğlanın gaip alemde ne ettiğini sorar oldu hoca efendiye. Sofilere sordu soruşturdu; bu oğlanda bir haller var. Allah'ı çokça zikrediniz buyurmuşlar. Abdulkerim'in kucağını çekip medreseye götürdü babam yine.  Ah bu oğlan, hırkaya hürmet, murakkaya biatı öğrenemedi besbelli. Sofinin hikmetinden sual olunmaz. Gaysın gözleri belirdi zihnimde, ürktüm bir an. Abdulkerim, abisinin de sözünü dinlemez oldu. Toz toprak içinde top peşinde medreseden kaçınca. Kulağından çekti yine peder. Halvet, ulvet, sabır tevekkül...İp uzadıkça uzuyor benim de içimde. Bu velet ipi kesip koparmış besbelli. Oğlanı zikre getirmemi tembih etti Hocaefendi. Cehri zikri öğrensin hele. Ezber etsin duayı. Envarül Aşıkin'i de okuyup belleyecek zamanla. Hocaefendi diyor ki gaye hazretleri gavsül azam ve keşif ehlidir. Gavsın duaları kabul olur, Abdulkerim ahıra kaçmış yine. Anam ortalarda yok deyiverdi sabah. Tütsülenmiş odada uhrevi sesliği böldü anamın bağırtısı.

"Yok, yok...Yer yarıldı içine girdi sanki."

Tozların uçuştuğu odada kadının çığlığı böldü uykumu. Rüyama girdi Şeyh Efendi. İp uzadıkça uzadık, yitip gitti belirsizlikte. Ahırın kuytu köşesine ulaştı ipin peşi sıra. Oğlanın ölüsü; ipe dolanmış boynu. Rüyada ölüsünü görmüştü Abdülkerim'in. İpe dolanmıştı zavallı. 

Şeyh konuşacağınızı, vücudunuzdaki ben sayınızı, yatakta kaç defa döndüğünüzü bilir. İçine ur, bir bela musallat olmuş, diye dövündü annem. 

"O İki zavallının yanına gömeriz Abdülkerim'i.  Allah günahlarını affetsin zavallının."

Tozların uçuştuğu odada sessizlik hüküm sürdü bir süre sonra. Gözleri gezindi odada. Abdülkerim için gözyaşı dökmeye ürktü zihninde şeyhi dolandığında.