Ahlat Ağacı/Ümit Ahmet DUMAN

Bugün boş günüm, tatil günüm aldım başımı güzel İstanbul’un kıyılarında yürüyüşe çıktım. Deniz havası ve güneşin ılık sıcaklığı beni geçmişe götürüyor. Bir banka oturuyorum, hiç bir şey düşünmeden gözlerimi kapatıp önüme geleni hayâlimde yaşatayım diyorum.

İnanmayacaksınız belki ama gözlerimi kapatmamla gözlerimin önüne çocukluk mahallemin futbol sahası geliyor. Gölgeliğinde birlikte serinlediğimiz o unutulmaz Ahlat ağacının altında, mahalle sakinleri sessiz sakince sahadaki hakemleri, kalede asker gibi, panter gibi gelen topların korkulu rüyası iş başaran kalecileri...

Gözlerimin önünde tekrar hayali oynatıyorum. Bir ara karşı kalede ismini anımsayamadığım mahallenin forveti abimizin, ayak tabanlarını göstere göstere hızla koştuğunu görür gibiyim. Golü affetmiyor hızlı forvet. Pas vermediği tembel partneri bildik hareketlerle yine kızıyor arkadaşlarına, bir pas alamadım diyerek. Orta saha abilerinden uzun boylusunun lüle lüle saçlarını savurarak koşuşunu, her adımında üç dört rakibini geride bırakışını heyecanla izliyorum.

Ahlat Ağacı filminden

Bir ara bizim kaleye yakın tüm bektekileri (yani defansdakileri) geride bırakıp kaleciyle karşı karşıya gelen Pire Mehmet’i görüyorum. Ne severdik onu izlemeyi , hangi takımda oynardı hatırlamakta zorlanıyorum ? Forma renkleri düz geliyor imgelememime anımsayamıyorum.

Hiç ilerilerde görev almamasına rağmen 3-1 lik mağlubiyete sinirlenen iri yarı bir orta saha abisi topu kaptı, sinirle rakip kaleye doğru topu kaptırmadan golünü atarak hedefine ulaşıyor; sonuç 3-2 oluyor.

Gerçek gibi, golcü defanstakiler yerlerinde duramıyor, yöneticilerinin kaş göz işaretlerini gözlüyorlar beraberliği yakalamak için. Hayatımda hiç bu kadar sinirli futbolcu görmedim. Arkadaşlarından tek pas alamamaktan muzdarip, en yakınlarındaki takım arkadaşlarına veryansın ediyor. Takım çalıştıranı sonucu etkileyecek, pire Mehmet’i kesecek etkin bir karar veriyor, boyu boyuna vucüt performansı birbirine denk yedeklerden meşhur abimizi devreye sokuyor. Abimiz güvenin hakkını fazlasıyla veriyor, oynamıyor da, sanki adeta Pire Mehmet’e nefes aldırmıyor, onu kilitliyor. Bu fırsattan yararlanan forvetler üzerlerindeki seyirci baskısıyla beraberliği yakalıyor ve 3-3 le benim hayalimdeki maçı kardeşçe noktalıyorlar. Karşı takım seyircileri ile yanyana, güzel hareket kimden gelirse mühim olmadan hep birlikte alkışlıyoruz. Kötü bir faul olduğunda, takım farketmeksizin kızgınlığımızı hep birlikte sahaya yansıtıyoruz. Küfür yok, hakeme kötü tezahurat yok. Keyif var, haz var. Tatlı bir pazar geçirmeye gelmiş insanlar.

Ahlat, aslında Anadolu'nun ıssız tarlalarında, yamaçlarında kendine bir alan yaratmış kalender ağaçlardan biri.  Azla yetinen, bulunduğu yerden şikayet etmeyen, susuz hatta en kurak bölgelerde bile varlığını sürdürebilen ahlat ağacının meyveleri de bir çok canlıya besin kaynağı olmakta. Doğada her canlının ayının tilkinin kirpinin kurdun kuşun böceğin karıncanın kara sineğin sevdiği meyvelerden. Hatta ne deriz “armudun iyisini ayılar yer.”  değil mi?

"Ayının bildiği üç türkü varmış, üçü de ahlat üstüne" anonim halk sözü ahlata gelinlik kız edası katmakta.

Yaban armudu, çakal armudu, taşlı armut ve çörtük gibi bir çok isimle anılan Ahlat ağacı Doğu Anadolu'da kadim bir kente de adını vermiş. (Bitlis’in Ahlat İlçesi) İç Anadolu coğrafyasının çıplak bozkırlarında sürülmüş tarlalar ya da ekinlerin arasında tek tük beliren ağaçlardan biri de ahlattır. Yalnızlığın heykeli Ahlat ağacımız.

Ahlat Ağacı filminden

Alıç, kuşburnu ve muşmula gibi gülgiller ailesinin bir üyesi olan ahlat, binlerce yıldır insanoğlunun da en eski besin kaynaklarından biri. Büyük savaşlar görmüş Anadolu toprağının insanı, kıtlık ve zorluk yıllarında ahlatın meyvelerini ekmeğine katık etmiş.

Sonbaharda olgunlaşmaya başlayan ahlat meyveleri asit ve tanen içerdiğinden buruk bir tat verir ve yemesi zordur. Ancak kışa doğru iyice olgunlaşan meyvelerin tadı ve aromasına doyum olmaz. Dişim kamaştı bile. Yaşı elli üstünde olan yani benim gibi kırsal kökenli yaşdaşlarımın çoğunun bir Ahlat Ağacı anısı vardır.

Bir sabah ansızın çıkılan göç yollarında, vedalaşamadan ayrıldığı o yalnız ahlat ağacının hüznünü hep içinde taşır durur, köy çocuğu. İçimi tarifsiz bir hüzün kapladı ki sormayın. Utanmasam ağlayasım var.

"Ahlat ağacı Anadolu insanına benzermiş"  "Ne derdini söyler ne de duyanı olurmuş feryadını. Ne vazgeçer tutunmaktan ne de terk edermiş toprağını. Ahlatın bildiği üç türkü varmış. Üçü de sabır üstüne..." Kadim yalnızlığında tek sığınağı sabır ya sabır. Düşünün tohumu toprakla buluştuğu yıllardan bu yana, zaman zaman yanındaki demiryolundan gelen tik tak tik taklar dışında derdine ortak olacak tek ses yok, yüzyıllık rüzgârlar dışında. Bir de varsa hâlâ ahalinin çobanlarinin kaval sesleri dışında.