Birer yıldız tozu mitinin izinde geceyi izlemeyi deneyim, diye seslendi Anıl. Sus pus, içinde patlayan öfkeyi açık havada dağıtmak isteğiyle bir iki defa kalktı ayağa. Sendeledi ilkin. Işıl ışıl gök; maviden öte yeşilin ve kırmızının bir döngüde yer değiştirdiğini fark ediyor.
Devamını OkuyunGece geç vakte kadar demlikleri devirirsen olacağı bu. Ağzımın içi kekre, ciğerlerim ıslık çalıyor. Karımla komşu olduk olalı her cuma akşamı olan aynı. Hafta sonuna girerken eğlencemizde sigara, çay, kitap baş köşede. Üç kafadarın arasında ilerleyen, lafın laf olduğu, bazı şeylerin altının doldurulup bazılarının oyulduğu beni ayık ve dinç kılan bu edebiyat sohbetleri olmasa ne yapardım bilmiyorum.
Devamını OkuyunAhlat, aslında Anadolu'nun ıssız tarlalarında, yamaçlarında kendine bir alan yaratmış kalender ağaçlardan biri. Azla yetinen, bulunduğu yerden şikayet etmeyen, susuz hatta en kurak bölgelerde bile varlığını sürdürebilen ahlat ağacının meyveleri de bir çok canlıya besin kaynağı olmakta.
Devamını OkuyunSonsuzluktan atılmış gibiyim bu insansız kente. Ne zamandır burada yaşıyorum, bilmiyorum. Tapucu olarak atandığım üçüncü kent. Rüşvet yiyen birilerini ispiyonladım. Yer beğen dediler, ben de büyük şehirde yalnızlığıma gömülürüm diye düşündüm, bu soğuk şehri seçtim. Günler çok yavaş geçiyor. İşte de evde de.
Devamını OkuyunAyrılığın hediyesi olan yürek ağrısını sırtlar, içinde hissettiği fırtınayla beraber o tadın, o kokunun geldiği yöne doğru giderdi. Aslına bakarsanız kah bir meyhanede kafa çekerek, kah ıssız bir sokağın kaldırımında sızarken, kah izbe bir sabahçı kahvesinde kasetten filmi tekrar tekrar izlerken hep unutmak istemişti o tadı, kokuyu. Fakat ne yapsa faydasızdı. O kokunun ve tadın hasretine hiç alışamıyordu.
Devamını OkuyunRefakatçi kadın Gulelek’in anlattıklarını can kulağı ile dinliyordu, hasta kocasının ağzını bıçak açmadığı için bir yudum sohbete hasret kalmıştı, neşeli de kızdı karşısındaki, belli ki çok zorluk çekmişti; annesi, babası, kocası değildi baktığı hastalar, insanın yakınlarına refakat ederken bile canı çıkıyordu, yedi kat yabancının altını almak kolay olur muydu?
Devamını Okuyun"Gök üstümüze yağdı yağacak" Annem, göğün karanlık, gri boğuntusunda hep bu sözüyle ilenirdi yanımda. Abdulkerim Kur'an kursundan canı sıkkın dönmüş yine. Bu oğlan çocukları hep böyle. Sen de mızmızlanırdın hep. Tozlu sabahta koştursun dursun, babasına isyan edip ahırda inzivaya çekilsin habire. Karanlık odada göz göze geldik bir ara. Salavatsız girilmez oğlum eve, benimle ağız dalaşı yaparak günaha giriyorsun. Allah'ın ipine sarıldı babam, tövbe etti bir kere. Şeyhi olmayan şeytandır, derler. Abdulkerim, deli oğlan; uslanmadı oldum olası.
Devamını Okuyunİlk yıllarındaki heyecanının yerini çoktandır gasp eden iç darlığını gri duvarların arasından geçerken daha da yoğun hissederek içeri girdi, her zaman yaptığı gibi önünü ilikledikten sonra çocukları selamladı: “Günaydın Çocuklar!”
Devamını OkuyunSon görüştüğümüzde zihnimde yer eden resim bambaşkaydı. Peki ya şimdi? Bildiğin bir yabancı. Salonun tekli koltuğuna oturmuş, son on yılını anlatıyordu hararetli bir şekilde. Annem can kulağı ile dinliyor, arada da “Ah canım benim!” diye geri bildirimler yapmayı ihmal etmiyordu.
Devamını OkuyunGömütün yanı başında, dizlerinin üstüne çömelmiş kendi kendine mırıldanıyor. Vakit gece yarısı, etrafta cır cır böceklerinin sesi. Ceketini çıkarıp yavaşça toprağın üstüne serdi Murat. Toprak ısıtmaz çünkü kemikleri, sımsıkı sarmaz. Ayaklarını uzatarak başını yavaşça yere yasladı. Gözünü yaşlı görünce ‘gittikçe sula mutlaka, toprak bu çabuk kurur, bol bol sula, üstünde otlar bitsin’ dediydi ölme sırasını devamlı başkasına veren nenesi. Dedi demesine de geceleri sokul yanına uyu demedi ki. Parmaklarını hırsla geçirdi toprağa.
Devamını OkuyunBorazan sesiyle tatlı uykusundan uyanan Rıfkı Sinkaf, “Bismillah bismillah!” diyerek yattığı yerden kalkmaya yeltendi; ama kafası sert toprağa çarpınca, tekrar yatağına sırt üstü uzanmak zorunda kaldı. “Ananı avradını…” diye başlayan bir zincirleme küfür tamlaması söylerken kafasını tutan Rıfkı etrafına baktı ve işte o an, nerede olduğu kafasına dank etti. Ölüydü ve uzandığı yer onun binlerce yıllık mezarıydı.
Devamını Okuyunİki eli yanağında bekledi o gece. Kaybettikleri sanki geri dönecekmişcesine. Sağlı sollu düşüyordu gözyaşları yanağından, biri önde diğeri arkada. “Geçmiş geçmişte kaldı.” denirdi oysaki. Kalmıyordu, en derinden baş gösterip yüzeye çıkıyordu. Bir bıçak yarası gibi acılar saplanıp kalıyordu kalbe. Battıkça batan, acıttıkça acıtan
Devamını Okuyun