Yazının Tanıklığı/Tanıklığın Yazıları  

Mahcup Şakayık/Meral KUTLUĞ

Mahcup Şakayık/Meral KUTLUĞ

Korkuyorum. Ben yazın susuzluğa asla dayanamıyor, hemen buruşup kuruyorum. Ya hastalanırsa, ya hiç bahçeye çıkamazsa... Gelen gideni de pek yok. Genellikle yalnız. Aslında hepimizi seviyor, özellikle de beni. Geçen yıllarda toprak bir saksıda yaşıyordum. Bir gün kediler beni balkondan yere düşürdü, saksım kırıldı. Zavallıcık o kadar üzüldü ki ne yapacağını bilemedi. Hemen bahçedeki plastik çöp kutusunu boşaltıp beni, kökümü incitmeden oraya yerleştirdi, üzerime gübreli toprak doldurdu, su verdi. Çabucak toparlandım. Günlerce gelip beni kontrol etti iyi miyim, diye.

Devamını Okuyun  
Leş/Erinç BÜYÜKAŞIK

Leş/Erinç BÜYÜKAŞIK

Kapalı bir sonsuzluk içinde akarsunun kıyıcığına ulaştı sonunda. Orman bir labirent gibi uzanıyordu. Sürü uzakta. İzini kaybettirdi muhakkak. Leşin üstünde tepinen bir iki sırtlan ürkerek kaçtı gri kurdun yakınlarından. Toynaklarıyla leşi yokladı hayvanlar kaçışınca. Sürüden çok uzakta şimdi. Reddedilen açlıktan ölmeyi kabullenir. Büyük heybetli katilin ilk avı değildi bu ceylan. Yavruyu kanlı ve keskin dişleriyle öldürdüğünde uzaktaki sürünün ormanda bir gölge gibi beklediğini düşündü. Sonsuz mavilikte tek tük evlerden yükselen dumanları izledi. Ötelerde bir savaş oldu. İnsanlar arasında. Cesetleri bıraktılar savaş meydanında. Leş yiyicilere kaldı ölü askerler. Ormanın yakınlarından geçen muzaffer ordunun yorgun yürüyüşünden ürktü bunları düşünürken.

Devamını Okuyun  
Ah O Şarkılar!/Yücel KARTAL

Ah O Şarkılar!/Yücel KARTAL

Buz gibi bir hava... Akşamın geç saatleri... Boğaz’dan gelen sert rüzgâr açıktaki yüzleri, kulakları ısırarak yalıyor. Böyledir İstanbul'un soğuğu. Bilen bilir. İnsanın içine içine işler. Kuru ayaza benzemez. Denizden esen poyraz sıkı giyinsen de insanın ciğerlerini deler adeta.

Devamını Okuyun  
Sıradaki/Ebru Zeynep DİŞİAÇIK

Sıradaki/Ebru Zeynep DİŞİAÇIK

Tavanın beyazına kilitlenen gözlerim zaman kavramını yitirmiş gibiydi. Zifiri karanlıkla başlayan gece, sabah ezanına dek sürerken gözlerim inat edercesine tavandan ayrılmıyordu. Beyaz bulanıklaşmış beje dönüşmüş, hatta bir tutam griye bürünmüştü. Zihnim uykusuzlukla birlikte arıza vermişti çöl ortasında serap gören insan misâli.

Devamını Okuyun  
SIĞINAK/Erinç BÜYÜKAŞIK

SIĞINAK/Erinç BÜYÜKAŞIK

Vondelpark’ın girişine “Yahudilerin Girişi Yasaktır” tabelaları asıldı. Sinemalara, plajlara, hayvanat bahçelerine, kahvelere, yüzme havuzlarına, kütüphanelere de girmemiz yasak. Geçen şubatta Thomas’ın ailesini Schoorl’a gönderdiler. Kampta en ağır işleri yaptırıyorlarmış gidenlere. Sessizce dinledi Abraham. Boş Aşana’yı sığınağımızda kutlayacağız. Şabat’ta yaptığı halla ekmeğini pişirecek Anna. Zavallı kızın yüzünde kurtulacağımıza dair o bitmez tükenmez umut.

Devamını Okuyun  
Ada 412/Ruhşen Doğan NAR

Ada 412/Ruhşen Doğan NAR

Çocuklar kürek çekmekten yorulmuş dinleniyorlardı. Bir şeylerin ters gittiğini ilk fark eden, on yaşındaki Hasan olmuştu: “Eyvah anne, bot su alıyor. Bak, su dolmuş hep…” İki kadın kürekleri bıraktı. Hasan’ın annesi Fatma, elleriyle botun zeminini yokladı. Epey su birikmişti.

Devamını Okuyun  
Hiçbir Hayat/Erinç Büyükaşık

Hiçbir Hayat/Erinç Büyükaşık

Vapurdaydılar. Gün batmak üzere. Ufuk kıpkızıl. Sultanahmet, Ayasasofya karşılarında. İlkokulda öğretmenin zorla okuttuğu o masal kitabındaki şehirleri andırıyor. Vapurun açık tarafındalar ikisi de. Yorgun, tüm sokakları arşınladılar abla kardeş. Kız omzundan indirip kardeşinin yanına yerleştirdi akordeonu. Seyredaldılar martıları, denizi, koskocaman şehri. Kızın gözleri yanı başında duran gazeteye ilişti. Bol resimlilerinden. Okunup bırakılmış. Bir cinayet haberi. On altısında kızı üvey babası cinnet anında beylik tabancasıyla vurmuş. Kızın ölü, soğuk bedeni, yatağın üstünde boylu boyunca uzanmış, bakışları donuk. Gazetedeki fotoğrafa takılı kaldı gözleri. Tüm üvey babalar cehennemde yanmalı. Koca koca kazanların altına odunları atıp yakmalılar herbirini. Vapur Kadıköy'e yanaşmak üzere. Oğlan dalgın dalgın bakıyor martılara, denize. Kızın içindeki fırtınadan oldukça uzakta seyrediyor maviliği.

Devamını Okuyun  
S-TİCARET/Oğuz KARTAL

S-TİCARET/Oğuz KARTAL

"Niye moralini bozuyorsun ki? Adamlar haklı; sen kendine inanıyor musun ki millet sana inansın, seni desteklesin, yardım etsin. Sanki siz yaptığınız işlerden çok mu mutlusunuz da bana akıl veriyorsunuz? En iyi işleri siz yapıyorsunuz değil mi, en doğru kararları siz alıyorsunuz. Hayatım önüme çıkıp duran engellere takılmak ve bu engelleri aşmak için yollar ararken insanların ördüğü kalın duvarlara çarpmakla geçiyor."

Devamını Okuyun  
Sendrom ya da Çember/Yücel KARTAL

Sendrom ya da Çember/Yücel KARTAL

Kapıyı dikkatlice tıklayarak içeri girdikten sonra lazım olduğunda ustalıkla kullanabildiği o kibar ses tonu ile memurlara “Merhaba, kolay gelsin!” deyip usulca ama etkili bir dil ve mimikle meramını anlatmaya başladı. Dışarıdaki yağmurlu ve soğuk havanın aksine bütün kedilerin mayışarak uyuyabileceği sıcacık ofise girdiğinde çocukluğunun gürül gürül yanan kömür sobaları geldi aklına ister istemez. Ofiste gözlerini hızlıca gezdirerek asıl patronun kim olduğunu anlamaya çalıştı bir taraftan. Arkadaki büyük masada, bütün işlerini bitirmiş gibi koltuğunu ileri geri sallayarak sesini duyamadığı yağmuru seyreden orta yaşlı adamın şef olduğunu tahmin ettikten sonra gözlerini diğer memurlara kaydırdı. En önde her hâliyle yeni olduğunu belli eden kızıl saçlı, boş bakışlı kızcağızı çabucak geçti. Onun yanındaki masada kulağındaki cihazla mesai saatlerinde aklının başka yerlerde olduğunu bir bakıma haydi haydi itiraf eden, tavırlarından tecrübeli memur havalarında olduğu hemen anlaşılabilen memurda karar kıldı.

Devamını Okuyun  
Ve Perde/Meral Kutluğ

Ve Perde/Meral Kutluğ

Sol kolu ile kapattığı gözlerini, o kolu yavaşça çekip, göz kapaklarının üzerine vuran ışıktan koruyarak, özenle açtı. Sert ve soğuk bir zeminde ve giderek aydınlanan bembeyaz bir yerdeydi. Kulaklarını, yakınlardan gelen ilginç sesler doldurdu. Duvarlarda yankılanan bu çırpınışlar sessizlikte inanılmaz bir biçimde yankılanıp büyüyordu. Doğruldu, uyandıran o tok seslerin sahipleri tam karşısında geniş ve derin bir nişin içinde hayretle ona bakıyorlardı. Bu umutsuz ve bembeyaz kuşların, zaman zaman duvarlara dokunan, ipeksi fakat can yakan vuruşları çaresizliklerini de anlatıyor gibiydi. Ya da ona öyle geliyordu.

Devamını Okuyun  
Atâlet/Oğuz Kartal

Atâlet/Oğuz Kartal

Masasını düzenledi, kahvesini tam kıvamında pişirmişti(orta şekerli, bol köpüklü), bilgisayarını açtı. Yarım saat kadar bir şeyler yazmayı denedi. Yazdıklarını beğenmedi, sildi. ‘Biraz müzik dinlemek iyi gelecek.’ diye geçirdi içinden. Müzik dinlerken hayâllere daldı, o şaşalı törende yılın romanı ödülünü alıyordu yarı uyanık düşte, genç yazarlara seslenirken şu cümleleri kurdu, ‘’Evet, hiç kolay olmadı bu ödülü kazanmak; uykusuz geceler bir yana, yemeden içmeden kesilmiştim, çoğu insan durduğu yerde, bir anda ilhamın geleceğini sanıyor; hayır dostlarım, okudum, durmadan yıllarca okudum ben; yazmak eyleminin bir noktada t a ş m a k olduğunu düşünüyorum. Şu an sahip olduğum şeyler sizleri yanıltmasın, çok zor şartlar altında geçti gençliğim.’’ ‘Nerden çıkmıştı zor şart dediği şey?’ diye geçirdi içinden.

Devamını Okuyun  
Ölüm Kayalığı/Emine AYDOĞDU

Ölüm Kayalığı/Emine AYDOĞDU

“Ben terliyorum” diyerek tepinmeye başladı. “Burası sıkış tıkış. Ayaklarımı hareket ettiremiyorum.” Su, gözleriyle Toprak’ı sakinleştirdi. Sabırla beklemesini öğütledi. Toprak, babasını özlemişti. Babası, üç gün önce mavi kamyonla götürülmüştü. Kamyona binmemek için direnmişti. Direnince ellerindeki sopalarla başına, sırtına vurup, tekmelemişlerdi. Kan içinde yerde kımıldamadan yatıyordu. Siyah çöp poşetinin içine koyup, kamyona fırlatmışlardı. Kamyonun kasasından güm diye bir ses gelmişti. Poşet yırtılmıştı. Babası kalkmaya yeltenirken, o ara Toprak’la göz göze gelmişti. Toprak’a “kaç uzaklaş” der gibiydi.

Devamını Okuyun