Yazının Tanıklığı/Tanıklığın Yazıları  

Yârin Yanağından Gayrı/Yücel KARTAL

Yârin Yanağından Gayrı/Yücel KARTAL

İnsan, ne için yaşar? Böyle sormuştu büyük usta Tolstoy bundan yüz küsur yıl önce. Bir ömrü boşuna heba eden, ne için yaşadığının farkında olmayan milyonlar bir kenara... Az çok yaşadığının farkında olan her insanın bir amacı vardır. Kimi mesleği için yaşar, ömrü laboratuvarlarda geçer kiminin. Kimi ise sadece ve sadece idealleri için yaşar… Orhan da öyleydi. Yıllar onu hiç değiştirmedi. Eşyalar, mekânlar, insanlar değişti; o değişmedi. Aynı duygu, düşünce, idealler ve en önemlisi aynı karakterde geçen bir ömür…

Devamını Okuyun  
TOZ  BULUTÇUKLARI/Meral Kutluğ İLSEVER

TOZ BULUTÇUKLARI/Meral Kutluğ İLSEVER

Yattığı karanlık odada, perdenin incecik aralığından içeri sızan ışık huzmeleri ile aydınlanan bölümde sürekli uçuşan toz zerrecikleri görüyordu. Ne kadar zamandır uyanıktı, niye bu karanlık odada ve niye bu yatakta yatıyordu hatırlayamadı. Tekrar perdenin aralık bıraktığı yere döndü. Bütün bu milyonlarca zerrecik sanki hoş ve hareketli bir müzik eşliğinde durmadan dans ediyorlardı. Tıpkı tarihi filmlerde gördüğü görkemli salonların, muhteşem atmosferinde dönen, kabarık etekli kadınlar ve üniformalı yakışıklı adamlar gibi. Kadınların pek çoğu üniformalı erkekleri yakışıklı bulur nedense. Bu giysiler o adamları bambaşka bir kişiliğe mi taşır?

Devamını Okuyun  
GÖLGE OYUNU VE MAKBER/Münire ÖZGENCAN

GÖLGE OYUNU VE MAKBER/Münire ÖZGENCAN

Gece yarısı dışarıdaki gürültüye uyanıyorum. Yatağımda doğrulup oturuyorum önce, daha sonra   uzaktan bir düdük sesi duyuluyor. Yatağımdan kalkıyorum sessizce, mışıl mışıl uyuyan kardeşimi uyandırmadan. Perdeyi aralayıp bakıyorum. Karşı evin bahçe duvarına birkaç ağabey ve abla kovaya batırdıkları fırçalarla yazı yazıyorlar. Karanlıkta kim olduklarını seçemiyorum. Telaşla yazıyı tamamlıyorlar. Kaçarlarken içlerinden biri sendeleyip düşüyor. Göz göze geliyoruz. Gözlerinden tanıyorum onu. Terzi Müşerref teyzenin oğlu Cemil ağabey. Doğrulup ayağa kalkıyor. O sırada gürültüye uyanan annem odaya giriyor. Gelip perdeyi kaparken:

Devamını Okuyun  
BİT MİT*/Erinç BÜYÜKAŞIK

BİT MİT*/Erinç BÜYÜKAŞIK

Daha birkaç gün önce sunucu televizyonda muhtıra bildirisini okumuştu. Suratı bir karış o komutan, sıkıyönetimin ülke için zaruriyetinden söz ediyordu ekranda. Cümleleri akarken, zoraki gülümsediği de oluyordu. İçi sıkıldı Nesrin’in. “Sokağa çıkma yasağı demek, bu deli oğlanı tık eve başarabilirsen. Laf dinlemez ki hiç.”

Devamını Okuyun  
Kavanozdaki Adam/Selim KOÇ

Kavanozdaki Adam/Selim KOÇ

Prolog: bir cehennem ayazı şu anda buradan geçen her tükenişe vergi kesmektedir.rüzgarın en küçük oğlu az sonra iğdiş edilecek ve cennette bir yere saplanacaktır direk gibi.orada çürüyene dek yeni oyunlar vizyona girecektir dehşetin perdesinde.

Devamını Okuyun  
Sessizliğin Rengi/Fatma ALTUN

Sessizliğin Rengi/Fatma ALTUN

Günlerdir uyumamıştı. Uykusuz geçen gecelerin ardından okulda geçirdiği gürültülü patırtılı gündüzler ona hiç yardımcı olmuyordu. Unutmak için bu kargaşa iyi gelir sanmıştı ancak yanılmıştı. Şimdi sınav için ayırdığı bu otuz beş dakika onun dinlenebilmesi için kaçırılmaz bir fırsat gibi duruyordu. Zihnini susturabilirse, bunu başarabilirse eğer geri kalan hayatı için alması gereken kararı düşünebilecekti. Ne yapacağını bilmiyordu. Hayatında ilk defa ne yapacağını bilemiyordu.

Devamını Okuyun  
Cık Kadar Daha/Yücel KARTAL

Cık Kadar Daha/Yücel KARTAL

İki üç günden beri aralıklarla lapa lapa yağan kar, akşama doğru kesilmiş; kuru bir soğuk başlamıştı. Kulağı radyoda, gözleri dışarıdaydı. Akşam olunca mahallenin bütün çocuklarını, gençlerini okul dönüşü eve sokmadan yemeğini yemeyen emekli mutemet, elektrik direklerine asılı sokak lambalarının aydınlattığı merdivenli sokağa bakıp bakıp geçmişe dalıyordu bir taraftan. “Bekçi Ali’nin oğlu da geldi nihayet!” dedikten sonra radyodaki haberlere dikkat kesildi.

Devamını Okuyun  
MAĞARANIN GÖLGELERİ/Erinç BÜYÜKAŞIK

MAĞARANIN GÖLGELERİ/Erinç BÜYÜKAŞIK

Karanlık tarihlerden biri. Dünya koca bir canavar misali. Titu’yu mağarasına tutsak etti sancıları. Tipi, bitmeyen soğuklar, karın kapladığı tekinsiz kara orman ürkütücü bir yalnızlık ölüm korkusunu devşirdi içinde. İçini haylice kalabalık hissetti, mağara duvarlarındaki av resimleri, Piyu, Çika, ormana ulaşan dik yamaçta yitip giden annesi…Mağaraya musallat olmuş kaltaban akrabaları. Kayıplar onlar da bir süredir. Zira gideceğiz buradan demişti zaten. Başka bir kara ormana yolculuğa çıktılar. Bir göl, akarsu, kıyı arıyorlar onlar da. Buzulların altında belki cesetleri şimdi.

Devamını Okuyun  
Yol Öyküleri/Filiz ÖZDEMİR

Yol Öyküleri/Filiz ÖZDEMİR

Ayakta kilometrelerce yol gitmenin çileli halleri. Balık istifi, itiş tıkış. Özellikle kadınların değişmeyen sitemleri, isyanları. Anda kalan dostluklar, yardımlaşan, dayanışan insanlar... İstanbul ulaşımının sıradan alışılagelmiş yüzü. İstanbul’u yaşamanın ve bu şehrin insanını tanımanın en kestirme yolculuğu.

Devamını Okuyun  
Gözler ve Tılsımlar/Erinç BÜYÜKAŞIK

Gözler ve Tılsımlar/Erinç BÜYÜKAŞIK

Dükkânın karanlık, kasvetli halini gözleriyle izledi. İçerisi yine ırgat pazarına dönmüş. Zihni bulanıklaştı. Vitrindeki birkaç rugan kundura, püsküllü damatlıkların yanında sıralanmış. Güneş yüzünü göstermedi henüz. Kapkara gök. Kasabalılar ilçedeki fabrikasyon kundura satan dükkanlar açıldığından beri uğramaz oldu dükkâna. İşi düşen tabanına çivi çaksın diye kapının eşiğinde beliriyor ancak. Bunlar daha mı pahalı diye sordu Elif gözleriyle camekandaki parlak kundurayı gösterip. Sandalyede çivilenmiş gibi otururken sıkıntıdan oflayıp pufluyordu bir yandan.

Devamını Okuyun  
BİR PARÇA/Gülru ÖZTUNÇ

BİR PARÇA/Gülru ÖZTUNÇ

Öylece oturmuştu. Oturmaktan çok çökmüştü yere. Toprak olmuştu her yanı, yüzü gözü toz toz. Gözümüzün önünde giderek yiten karaltının üzerine bir eliyle aldığı toprakları atıyordu sakince. Sanki kum havuzunda oynayan bir çocuk... Bir elindeyse sedef kolyenin zinciri kederle sallanıyordu boşluğa. Boşluğun içine, derine, en derine.

Devamını Okuyun  
Aşk’ın Elçileri: Çiçekler/Fatma ALTUN

Aşk’ın Elçileri: Çiçekler/Fatma ALTUN

Oturdum karşısına. Gözlerinin ta içine baktım. Sanki karşımdaki minicik bir orman çiçeği değildi de oraların kokusunu, dokusunu getiren bir elçiydi. Küçücük bir kız çocuğu oturuyordu sanki karşımda. Kendi çocukluğum geldi aklıma. Sonbaharda okullar açılınca, oyun saatlerimin azalmasıyla birlikte doğaya olan hasretim de arttığında, her fırsatta, inekleri otlatma işini gönüllü üstlenişim geldi.

Devamını Okuyun