İktidarın İzleri: Gabriel García Márquez ve Eugène Ionesco'nun Eserlerinde Yozlaşma ve İktidar Erkine Dair /Erinç BÜYÜKAŞIK

İktidar, insanlık tarihindeki en eski ve en karmaşık kavramlardan biridir. Gabriel García Márquez'in "Başkan Babamızın Sonbaharı" ve Emil Michel Cioran'ın fikirleri, iktidarın insan üzerindeki derin etkilerini çeşitli yönleriyle ele alır. Her iki düşünür de, farklı biçim ve dillerde olsa da, iktidarın nasıl bir yozlaşmaya yol açabileceğini ve bu sürecin bireyler üzerindeki yıkıcı etkilerini keşfeder. Ölüme dair değerlendirmelerini de göz önüne alarak Eugène Ionesco’un “Kral Ölüyor” da varoluş sorunsalı iktidar erkinin kaçınılmaz sonuyla ilişkilendirerek ortaya koyar. Ölüme dair bu yaklaşımı İonesco’da kralın ölümü veya ölemeyişi yaşam ve ölüm takıntısı içindeki sorgulayıcı yazar evreniyle karşılığını bulur.  

Kral Ölüyor’un başlığı, temel izlek olan trajik sonu yani kralın ölümünü baştan imler. Böylece seyirci için oyunun içeriği bir sürpriz olmaktan çıkar. Trajik, insanı simgeleyen kralın etrafında yoğunlaşır. Kral/İnsan ölüm karşısında yalnızdır. Kralın son yalnızlığı, kendi ölümüne yürürken, ölümün bilincine vardığında gerçekleşir. Herkes tarafından terk edildiğinde ve onlar için hiçbir anlamının kalmadığını anladığında “gerçek yalnızlık” başlar Bilinçlendiğinde, var olduğunu, etrafında bir şeylerin olduğunu, bir dünyanın olduğunu, her şeyin kendisine saçma ve anlaşılmaz göründüğünü, içini var olma şaşkınlığının kapladığını fark eder. Her insan için olduğu gibi, kral için de, ölüm düşüncesi dayanılmazdır. Ölümü keşfetmesi, nihayetinde yaşamı keşfetmesidir. 

“KRAL: Hepsi de yabancı. Aileden sanıyordum. Korkuyorum, çöküyorum, boğuluyorum, artık bir şey bilmiyorum, yaşamadım. Ölüyorum (Ionesco, 1964, s.36).” 

Márquez'in romanlarındaki diktatör ise benzer şekilde yalnızlık içinde sürüklenen ve giderek artan bir paranoya ile çevresine zarar veren bir figür olarak karşımıza çıkar. Bu karakter, iktidarını sürdürme çabası içinde ve nihayetinde kendi yalnızlığını ve yıkımını derinleştirir. Márquez, diktatörün toplum üzerindeki baskısını sürekli meşguliyet yaratma, ordusunu bölmek ve bireysel özgürlükleri kısıtlama gibi yöntemlerle anlatır. Bu süreç, iktidarın nasıl mutlak bir yozlaşma ve baskı aracına dönüşebileceğinin bir göstergesidir. 

“Hafta sonunda akbabalar, balkon pencerelerindeki ke­penk­le­ri ga­ga­la­ya­rak baş­kan­lık sa­ra­yı­na gir­di­ler, ka­nat çır­pış­la­rı, içer­de­ki du­ra­ğan za­ma­nı dal­ga­lan­dır­dı ve pazar­te­si gü­nü tan ağa­rır­ken, kent, bü­yük bir ölü ve çü­rüyen bir gör­ke­min ılık esin­ti­siy­le, yüz­yıl­la­rın uyu­şuk­lu­ğunu üs­tün­den at­tı.An­cak o za­man, ki­mi­le­ri­mi­zin öner­di­ği üze­re ana ka­pı­yı men­te­şe­le­rin­den sök­mek için koç­ba­şı kul­lan­ma­dan ve da­ha gö­züpek olan­la­rı­mı­zın söz­le­ri­ne uya­rak, yı­kıl­ma­ya yüz tut­muş, kaç ke­re­ler pa­yan­da­lanmış taş du­var­la­rı zor­la­yıp içe­ri gir­me yi­ğit­li­ği­ni gös­te­rebil­dik, ya­pı­nın ce­sur çağ­la­rın­da, Wil­liam Dam­pier’in Lom­bar­di­ya­lı­la­rı­na kar­şı di­ren­miş kos­ko­ca­man, kur­şun ge­çir­mez ka­pı­lar, bir omuz­la­yış­ta açı­lı­ver­di. Baş­ka bir çağın ha­va­sı­na gir­miş gi­biy­dik; sal­ta­na­tın bu ge­niş inin­de­ki be­ton tu­zak­lar­da ha­va da­ha ha­fif­ti, ses­siz­lik epes­kiy­di ve öl­gün ışık­ta nes­ne­ler ko­lay­lık­la se­çi­le­mi­yor­du.(…)” 

Cioran ise iktidarın birey üzerindeki etkilerini daha felsefi bir çerçevede tartışır. "Çürümenin Kitabı”nda tutkulu ve avcı ruhları insanlık üzerindeki baskı ve manipülasyon araçları olarak betimler. Cioran'ın analizinde, bu tip kişilikler, çevrelerindeki bireyleri yozlaştırma potansiyeline sahiptir ve onları kendi ideolojik ve histerik çıkarları doğrultusunda şekillendirir. Cioran ve Márquez, bu süreçlerin toplum üzerinde yarattığı uzun vadeli zararları ve bireyin bu yapılar içindeki çaresizliğini vurgular. 

Marquez ve Cioran, iktidarın nasıl bir yıkıma yol açabileceğini dramatik bir şekilde ortaya koyarken insanın iktidar karşısındaki çaresizliğini ve bu sürecin toplumsal dokuya nasıl zarar verebileceğini de gösterirler. İktidarın birey üzerindeki bozucu etkisi, her iki yazarın eserlerinde de, bireylerin iktidarın yarattığı histeriye kapılması ve bu süreçte kendi özgünlüklerini yitirmeleri şeklinde işlenir. 

Gabriel García Márquez ve Eugène Ionesco, iktidar ve yozlaşma temalarını işleyerek, güçlü politik ve toplumsal eleştirilerde bulunurlar. Bu metinde bu bağlamda Márquez'in romanları ve Ionesco'nun absürd dramalarındaki iktidar kavramları ele alınarak bu temaların geniş edebi ve toplumsal eleştirisi içinde nasıl konumlandığı görebilmek mümkündür. 


Gabriel García Márquez: İktidarın Soyutlanmış Yüzü ve Despotizmin Portresi 

Márquez'in "Yüzyıllık Yalnızlık" ve "Başkan Babamızın Sonbaharı" romanlarında iktidarın yozlaşması detaylı bir şekilde işlenir. Bu eserlerde, iktidarın birey ve toplum üzerindeki yıkıcı etkileri, epik bir dille anlatılır. Özellikle "Başkan Babamızın Sonbaharı"nda, yozlaşmış bir diktatörlüğün kişisel ve toplumsal düzeydeki etkileri gözler önüne serilir. 


Ionesco'nun eserleri, özellikle "Kral Ölüyor" ve "Gergedanlar" gibi oyunları, iktidar ve ölümlülük temalarını absürd bir perspektifle işler. Ionesco'nun tiyatrosu, politik mesajlar vermekten ziyade, ideolojilerin ve fanatizmin insan üzerindeki zararlı etkilerine dikkat çeker. Ionesco, politik tiyatroya olan tavrını, Brecht'e olan eleştirileriyle de açıkça ortaya koyar. Ionesco, Brecht'in öğretici ve ideolojik tiyatrosunu eleştirerek tiyatronun ideolojileri empoze etmek yerine, insanları düşünmeye teşvik etmesi gerektiğini savunur. 

Ionesco'nun "Gergedanlar" oyunu, ideolojilere körü körüne bağlanmanın tehlikelerini işler. Oyun, bir kasabada insanların gergedanlaşma sürecini anlatarak, toplumda yaygın düşüncenin bulaşıcı olma gücünü ve bu durumun insanları nasıl "canavarlaştırabileceğini" ele alır. Ionesco, bu oyunla, kitle insanının sloganlarla nasıl manipüle edilebileceğini ve bireylerin bu büyülü kalabalığa kapılmadan önce durup düşünmeleri gerektiğini vurgular. 



Márquez ve Ionesco, iktidarın insan üzerindeki etkilerini farklı yollarla ele alırlar. Márquez, iktidarın yozlaşmasını geniş bir tarihsel ve toplumsal çerçevede incelerken; Ionesco, iktidarın absürd ve genellikle trajik boyutlarını, bireysel ve varoluşsal bir çerçevede ele alır. Her iki yazar da, iktidarın insan doğasını nasıl bozabileceğine dair güçlü betimlemeler sunar. 

Gabriel García Márquez ve Eugène Ionesco, edebiyat aracılığıyla iktidar ve yozlaşma temalarını işleyerek, sadece kendi toplumlarının değil, tüm insanlık durumunun derinlemesine bir eleştirisini sunarlar. Her iki yazarın eserleri, güç, yozlaşma ve insanlık durumu hakkında sorgulamalar yaparak, okuyuculara bu kavramların kişisel ve toplumsal düzeyde nasıl şekillendiğini gösterir. Bu eserler, edebiyatın toplumsal ve politik sorunlara ışık tutma gücünün yanı sıra, insan ruhunun karmaşık yönlerini keşfetme kapasitesini de sergiler. Ionesco ve Márquez'in bakış açıları, iktidarın birey ve toplum üzerindeki yıkıcı etkilerini farklı yönleriyle aydınlatırken edebiyatın evrensel ve zamanlar üstü eleştirel gücünü de ortaya koyar. Muktedirin çürümeyle birlikte siyasal alanda tükenişine dair önemli işaretler hem Marquez hem de Ionesco metinlerinde dolayımlı olarak kurgusal dünyanın içinden yeniden okura ulaşır.