Kitap/Düşün/Sanat/ Sayfa Editörü: Erinç BÜYÜKAŞIK

Bir Trajedinin Romanı: Notre Dame de Paris ve Quasimodo/Enver KARAHAN

Victor Hugo’nun Notre Dame’ın kamburu kitabını yazmasındaki tetikleyici nedenin Notre Dame’ı ziyaret ettiği ve her yanını dolaştığı bir sırada kulelerden birinin karanlık bir köşesinde duvara elle kazınmış ‘Kader’ sözcüğünü farketmesi olduğunu söylüyordu.

Devamını Okuyun

Fay Hattından Edebiyata Düşenler 1/Erinç BÜYÜKAŞIK*

Yıkımlar, ölümler ve ağıtlar coğrafyasında depremin ardından yazılan her yazının öfke ve çaresizliğin anlatıcısı olduğu gerçeğiyle söze başlarken edebiyata ve yazıya düşen fay hatlarını ve bu afetin yazıdaki izdüşümlerini ele almanın ne derece gerekli olduğunu vurgulamalıyız. Sanat ve edebiyatın kolektif acıların dillendirici olduğu bilinciyle Türkçe roman ve öykünün “deprem”gerçekliğini ele alışını irdelemek adına kaleme alınan bu metin tam da tanıklıkların yazarca izdüşümlerini ortaya koyarken depremler coğrafyasında düşünsel, siyasal fay kırıklarımızı da yansıtan birçok romanın izinde yapabileceğimiz bir yolculuğun acılara “yazgıcı” yaklaşımların ötesinde daha sorgulayan hatta şekillendirebileceğini düşünme olanağı verdiğini ifade edebiliriz.

Devamını Okuyun

Nobel Ödüllü Yazar Gabriel Marquez ve "Aşk ve Öbür Cinler/Tuba KIR

1949’da Santa Clara Manastırı yıkılır ve yerine otel inşaatına başlanır. Mahzendeki mezarların tek tek açıldığını haber alan yazarın çalıştığı gazete, Marquez’i görev için manastıra gönderir. İşçiler mezarları kırdıklarında, yoğun bakır renginde canlı bir saç yığını bulurlar. Yirmi iki metre on bir santim uzunluğundaki bu saç yığını bir kız çocuğuna aittir. Yazar, çocukluğunda büyükannesinin anlattığı bir efsaneyi hatırlar. Çoğu eserinde katkısı olan efsane anlatıcısı büyükannesine göre; saçları arkasında bir gelin duvağı gibi yerlere sürülen ve gerçekleştirdiği mucizeler sebebiyle halk arasında yüceltilen on iki yaşındaki genç markiz, köpek ısırması nedeniyle ölmüştür. Şahit olduklarıyla büyükannesinin efsanesini birleştiren yazar Aşk Ve Öbür Cinler’i böylece kaleme alır. Öykünün öyküsü…

Devamını Okuyun

Şebnem İşigüzel ve Dört Yapıtı Üzerine Bir Değerlendirme/Selman BÜYÜKAŞIK

Leyla Erbil, Ayla Kutlu, Adalet Ağaoğlu ve bildiğimiz değerli kadın yazarlarımızın ardından gelen kuşaklar nicelik ve nitelik yönünden edebiyatımıza ciddi katkılar yapıyor. Aklıma ilk gelen adları sayabilirim: Mine Söğüt, Latife Tekin, Ayşegül Devecioğlu, Hatice Meryem, Melike Uzun, Sema Kaygusuz, Melisa Kesmez, Pelin Buzluk, Gaye Boralığlu, Seray Şahiner, Zeliha İpşir, Sibel K. Türker, Betül Dündar, Melike Uzun, Sine Ergün, Aslı Tohumcu, Aslı Erdoğan, Şebnem İşigüzel… Bunların yapıtlarındaki ana izleklerin başında erkek egemen toplumda kadınların ezilmişliği ve buna karşı itiraz gelir. Yani, ’ jan, jiyan, azadi/ kadın, yaşam özgürlük’ diyorlar.

Devamını Okuyun

Kişisel Olanın Politik Olduğu Bir Anlatı: Türkân Hanım’ın Ölümü/Merve ÇOPUROĞLU

Kadınların ve erkeklerin “ait oldukları” mekanların toplumsal cinsiyete göre ayrışmasının sonucu olarak ev içi özel alan kadınlara ait, kamusal alan ise erkeklere ait hale gelir. Kadınların doğuştan gelen biyolojik özellikleriyle doğurganlık ve annelik ile ilişkilendirilmeleri sonucu ev içinde vakit geçirip aileleri ile ilgilenmeleri beklenir. Dış dünya, yani kamusal alan, kadınlar için  “güvensiz bir alan” haline gelerek kadınların toplumsal cinsiyet kimliklerine ait rolleri sergileyebilecekleri tek alan ev içiyle sınırlandırılır. Kadınlar ev içinde hem toplumsal cinsiyet kimlikleri için tanımlanmış rollerini sergilerler hem de bu mekânsal ayrışma ile toplumsal cinsiyete dayalı iktidar ilişkileri yeniden üretilmiş olur.

Devamını Okuyun

Oyun Yeri’ndeki Kalabalık*/Aslan ERDEM

Murathan Mungan, Oğuz Atay’a yazdığı mektupta “Yalnızca Çehov değil, başta Dostoyevski olmak üzere, Borges’ten Nabokov’a bir dizi yazarın gölgesine bastığın rahatlıkla görülür.” (Mungan; 2008, s. 105) derken tam olarak bundan bahseder. Atay, Günlük’te kendisi de anlatır bu yazarların çoğunu, kaynaklarını vermekten çekinmez ama günlüğünde saydığı isimler arasında biri var; uzak, silik bir gölge: Kemal Tahir.

Devamını Okuyun

KNUT HAMSUN’DAN BİR BAŞYAPIT “AÇLIK”/Tuba KIR

Hamsun’un kendi hayat hikâyesi de adeta bir roman. Kitabı anlamak için yazarı anlamak gerekir. 1859’da Norveç’in kuzeyinde, Lom kasabasında, terzi bir babanın altı çocuğundan biri olarak doğuyor. Ayağında tahta çarıklarla sekiz yaşına kadar çobanlık yaptıktan sonra çok sert bir adam olan dayısının isteğiyle rahip çiftliğine eğitime gönderiliyor. Beş yıl sürüyor bu sert eğitim. Sakin bir adam olan diğer dayısının yardımıyla on dört yaşında doğduğu kasabaya dönüyor. İşportacılıkla, tezgâhtarlıkla geçinemediğinden bir zanaat öğrenmeye karar verse de edebiyat daha cazip geliyor ve ilk romanı Esrarengiz Adam’ı on sekizinde yazıyor.

Devamını Okuyun

Nevar El Seddavi / Sıfır Noktasındaki Kadın/Enver KARAHAN

Firdevs, daha küçük yaşlardayken sormuştu o soruyu kendine: ”Ben kimim?” İbni Haldun’un ‘coğrafya kaderdir’ sözünü, bu sözün yanına iliştirmek yerinde olurdu. Firdevs, yaşadığı coğrafyada ve o coğrafyanın, tutucu, baskıcı ve kadınların geri planda bırakıldığı, yok sayıldığı bir kültürde yaşıyorken, bu ‘ben kimim’ sorusunu sorması kaçınılmazdı.

Devamını Okuyun

Çarpıcı, Düşündürücü; Yorucu ve Bıktırıcı Bir Roman: Malina/Selman BÜYÜKAŞIK

“İlk kez 1971’de yayımlanmıştı Malina, çıkışının hemen ardından birkaç baskı yaptı, kısa zamanda çoksatar listelerine yerleşti. (…) 1980’den sonraki yıllar ise yeni bir gelişmeyi başlattı. (…) Bu gelişme günümüzde, Malina’nın, yüzyılımız Avrupa romanının en önemli ürünlerinden biri sayılmasıyla noktalanmış bulunuyor. Malina, bu yeni niteliğiyle artık salt Avusturya yazınının değil, dünya yazınının bir yapıtıdır. Tıpkı Ingeborg Bachmann’ın salt Avusturyalı bir ozan ve yazar olma niteliğini çoktangeride bırakmış oluşu gibi. (…) Malina, çıkışından günümüze değin zaman zaman çok yoğun tartışmalara konu oldu.

Devamını Okuyun

Gülseren Budayıcıoğlu’ndan Merakla Beklenen Yeni Romanı “Kırmızı Pelerin”/Tuba KIR

Gülseren Budaycıoğlu'nu artık ülkemizde tanımayan yoktur desem abartmış olmam. Özellikle televizyon dizilerine uyarlanan eserleriyle evlerimize konuk oldu, hatta tek tek her birimize ulaştı. Sosyal medya aracılığıyla da takip ettik onu. Daha evvel duymaya alışkın olmadığımız şeylerden bahsetti. Dikkat kesildik söylediklerine, karışık gelse de pes etmedik, okuyarak, izleyerek anlamaya çalıştık. Önce kendimizi sonra en yakınlarımızı sorgulayıp hal ve hareketlerimizde mâna aradık. 'Kader motifi' dedi sık sık hocamız. Aklımızda kaldığı kadarıyla birbirimize izah ettik, kitap okuma alışkanlığı olmayanların dahi ilgisini çekti kahramanları, satırlarında kaybolduk. Sadece eserleriyle kim bilir kaç hayata dokundu, kaç kişi yanlışlarını görüp farkındalığını arttırdı.

Devamını Okuyun

Aharon Appelfeld’den Ruhun Kuytusunda/Tuba KIR

Doğu Avrupa’da anne babası ölen Yahudi asıllı Amalia ve Gad, amcalarından devraldıkları Yahudi şehitliğinde bir nevi mecburiyetten bekçilik yapmaya başlarlar. Doksanüç yaşına kadar amcaları, şehitliği koruyup, kollamış ve bakımını üstlenmiştir. Aynı özveriyi göstereceklerine dair verdikleri sözü tutmak kolay olmayacaktır. Kış aylarının uzun, karanlık ve zorlu geçtiği dağda, kardeşler yedi yıl boyunca vazifelerini hakkıyla yerine getirirler. İki genç insanın kimsesizliği onları birbirine iter ve kardeş sevgisi önce arzuya ardından da aşka evrilir. Bir yandan utanç, diğer yandan yalnızlığın beslediği çaresizlikle yasak aşklarını sürdürürler. Bu arada ovada tifüs salgını köylüleri kırıp geçirmektedir ve iki gence de öykünün sonunda salgın tebelleş olacaktır.

Devamını Okuyun

Coğrafyanın Yazarı ve Yazarın Coğrafyası: Rıfat Ilgaz Metinlerinin İzinde/Erinç BÜYÜKAŞIK

‘Ben sınıfın şairi Rıfat Ilgaz’ diye başlar bir şiirine Ilgaz. Edebiyat yaşamında öğretmenlik ve yazarlığın ortak bir yaşanmışlıklar toplamı olarak karşımıza çıktığı Rıfat Ilgaz’ın yazar kimliği metinlerinde soluğunu yoğun olarak duyumsatan Cide, Karadeniz coğrafyası, yoksul öğrencilerin ve yoksul eğitimcinin politik duyarlılıklarıyla hissettirmiştir çoğu kez. Bu açıdan Hababam Sınıfı bir sınıf alegorisi değil, Türkiye’nin eğitim açmazlarının ve öğrenciye ve okula toplumsal yergi açısından bakma çabasıdır aynı zamanda. Yazarın Aziz Nesin, Sabahattin Ali ile başlayan Marko Paşa süreci de tam da çok partili hayata geçişin, Demokrat Parti iktidarıyla ortaya çıkan görece özgürlük etkisiyle daha da belirgin bir politik dili taşır yazarın metinlerine.

Devamını Okuyun