İhsan Oktay Anar Puslu Kıtalar Atlası Roman İncelemesi/Mine KİRİŞ

İtalya’da başlayıp Avrupa’ya yayılan edebiyat bilimin gelişmesiyle akla duyulan sonsuz güven sonucunda bir insan için bir kişi tarafından belirlenen insanın kaderi Tanrısal güçten alınmış bireylerin eline bırakılmıştır. Modernleşme süreci tüm hızıyla devam ederken hali hazırda bazı toplumlar hala modernleşme sürecini bulmaya çalışırken yaşanan değişimle modernizmin kendi varlığını yeniden keşfetmeye çalıştığı postmodernizm süreci devam etmektedir. Modernizmle insanlara sunulan eşitlik, özgürlük gibi olguların ardından zamanla ortaya çıkan teknolojik gelişmeler, insanların özgürlüklerinin elinden alınmasına neden olmuş modernizme olan güven sarsılarak çeşitli ruhsal bunalımlar ortaya çıkmıştır. Bu bunalımlar neticesinde yeni bir arayış olan postmodernizme geçiş başlamış kesin doğrulara septik yaklaşılmaya çalışılmıştır. Postmodern yaşamla yazdıkları metinler iç içedir ve üst kurmaca yazının kurgulandığı anlatısıdır. Metinlerarasılık, bir eserin geçmişte yazılanlardan taşıdığı izlerdir. 

Postmodernizmin önde gelen kavramıdır. Kurguyu yazan için olmazsa olmaz gerçeklik değil adeta bir oyun oynamak ve geçmişte yaşanan olayları günümüze uyarlamaktır. Bu akımda önemli olan özgünlükten ziyade tarihin neden-sonuç ilişkisi ve belgelere dayanmasına bağlı kalmamak olduğundan yazara özgürlük sağlamaktadır. Metinlerde tasvir edilen olay örgüsü, zaman, mekan birbirinden bağımsızdır.

Kurmacanın esas alındığı metinlerde toplumsal değişmelerle içine kapanan bireylerin oyun dünyasıyla okuyanı eğlendirirken realiteyi bayağılaştırarak olguları değersizleştirir. Tek bir olay örgüsünün ele alınmadığı bu metinlerde ortaya çıkan kopmaların tamamlanması okuyanın zihninde tamamlanmasıdır. Yazarın kurgu içinde kurguladıkları ve ortaya çıkan dağınıklık olay örgüsündeki katmanları bütünselliğini etkilemektedir. İhsan Oktay Anar, postmodernizmin başta gelen isimlerindendir. Puslu Kıtalar Atlası’nın fantastik öğelerle kurgulanan olay örgüsü Arap İhsan, Uzun İhsan Efendi, Bünyamin, Kubelik, Aliboz(Efrasiyab), Ebrehe, Hınzıryedi ve Zülfiyar gibi karakterler etrafında anlatılmıştır. Uzun İhsan Efendi, merak uyandıran ancak cesaret edip yaşayamadığı mağlubiyetlerle umut dolu dünya serüvenine içtiği uyku şurubunun etkisiyle derin uykularında gördüğü rüyalarla tanık olur ve gördüklerini Puslu Kıtalar Atlası olarak adlandırdığı deftere yazar. Kişiyi kesin bilgiye ulaştırmada çıkacağı yolda Bünyamin’e bir rehber olarak verir. Bünyamin, kara parayı ele geçirerek sonsuz mutluluğa ulaşmayı hedefler ve Ebrehe ile mücadele ederek kötülüğün üstesinden gelerek bilgiye ulaşır.

Gözlerimizi kapattığımız anda dünya tüm insanlar için karanlıktır bir hiçlik ve boşluk hissine kapılırız. Dünyadaki olup biten tüm şeyler zihnimiz tarafından yönetilmekte ve kendi düşüncelerimizin dünyasından meydana gelmektedir. Hepimiz gerçekleştirmek üzere birtakım hayaller kurarız çünkü hayallerimiz bizi gelecek için hayatta tutan en önemli unsurdur. Ancak hayal dünyamızda bile kendimize sınırlar koyarak içimizdeki beni sınırlandırırız. Düşünceler, bizim ruhumuzdan hareketle tüm evreni yönetebilecek seviyeye sahipse göze, kulağa ihtiyacı yoktur ve taşıdığımız aciz beden sadece bir hiçlikten ibarettir. İhsan Oktay, adeta yarattığı bu muntazam kurmaca ile ufkumuzu açmakla kalmayıp, bu evreye ulaştığımız zaman bir yazar, ressam, senarist olma noktasına ulaştırmaktadır. Çünkü yaratıcılığı, düşünce gücü gelişen bir insan artık kendi dünyasında hayal kurmaktan vazgeçip dünyayla oyun oynar gibi kurgusallıklar kurabilir seviyeye gelmiştir. Ortaya çıkan yazar, ressam ve senaristlerinde bize sundukları sanatla özümsenmiş üst kurmaca dünyasını kendi dünyamızla harmanlayıp yazarların, ressamların ve senaristlerin eserlerinden kendimize benzettiğimiz yönler bulmaya çalışırız. Puslu Kıtalar Atlası, gerçeklikle kurgu arasında postmodern edebiyatın çeşitli teknikleri kullanılarak, tarihinde arka plana alınmasıyla üst kurmaca ve metinlerarasılık kavramıyla oluşturulmuş şaşırtıcı bir kitaptır. Özetle, kitaba genel olarak baktığımız zaman yazar kendi ismiyle Uzun İhsan Efendi karakteri arasında benzerlik kurmuştur. Uzun İhsan Efendi, romanda sürekli düşler gören bir adam olup, tıraş olurken canının yanmaması, yeniçeriler tarafından kulakları kesildiği halde duyabilmesi gibi örnekler yazarın kendini romana üst anlatıcı olarak koyduğunun kanıtıdır. Arap İhsan Efendi karakterinin kolundaki dövmeler  ‘’Ah Mine’l-Aşk Mine’l Garaib’’ Arapça deyim olan bu söz aşktan ve gariplikten anlamına gelerek divan edebiyatında sıklıkla karşımıza çıkmaktadır. Bu dövmeler aslında düş olan İhsan Efendinin düş olan dövmeleridir. Ah kelimesinin özelliği ise Allah kelimesinin ilk ve son harflerinden bir araya gelerek tasavvufi bir anlam oluşturmaktadır.

Her şey bize oynanan bir oyun olabilir ve hiçbir şeyden emin olamayız, dünyada olup biten duygularımızla algıladıklarımız bir yanılgıdan ibaret olabilir. Kesin olan tek şey şüphe ettiklerimizin kendisidir yani evrende insana bahşedilen düşünmek eylemidir. Düşüncenin kaynağı bensem ‘’Düşünüyorum, öyleyse varım.’’ Ancak ben kimim, neyim?

Aklımıza hemen 16. Yüzyıl Divan Edebiyatı şairlerinden olan Hayali’ nin  ‘’mefailün/mefailün/mefailün/mefailün’’ kalıbıyla yazdığı beyitleri gelmelidir.

Cihân-ârâ cihân içindedir ârâyı bilmezler

Ol mâhiler ki deryâ içredir, deryâyı bilmezler

Hayali’ nin burada kastettiği cihanı süsleyen bu evrene aktaran varlığımın içerisindedir, herkes onu aramayı bilmez, nitekim denizdeki balıklar da denizin varlığından haberdar değildir.

Romanda göze çarpan unsurlardan biri de sanki Osmanlı sokaklarında yürüyor, o dönemde yaşıyoruz. İhsan Oktay, kitaplarını kurgularken tarihi arka planda kullanmış aynı zamanda tarihin de yeni anlamlara yol açabileceğini gözler önüne sermeye çalışmıştır.

Bu kitabı okuduktan sonra bir daha ki İstanbul’ a gidişimizde İstanbul’a eskisi gibi bakamayacağımızın farkına varabiliriz. Çünkü kitapta Fatih sokaklarında gezerken insan kendini bambaşka bir evrende hissediyor. Fatih’e ve Galata’ya yeniden uğradığımız zaman Puslu Kıtalar Atlasının etkisinden çıkamayacağımız aşikar. Kurgulanan olaylarda sanat tarihi açısından birçok öğe vardır: halılar, kumaşlar, seramikler, kılıçlar, tüfekler, duvar resimleri.

Dilin kullanım alanları oldukça geniştir ve Anar’ın eserde dili eşsiz şekilde kullandığını romanın ilk giriş cümlesinde zıt kavramları Türkçe – Osmanlıca kelimeleri morfolojik yönden ele aldığımız zaman ve edebiyat dünyamıza dil açısından da yeni bir üslup kazandırmıştır. Buradan da anlaşılacağı üzere dil eğer doğru kullanılırsa ne kadar etkili bir araç olduğunu yazarımız sayesinde anlayabiliyoruz. Yazar, hayatınızda olan gerçeklik unsurunu tamamen değiştirerek Uzun İhsan Efendi’yi de buna çok güzel aracı etmektedir.

Kitaptaki tüm karakterlerin buluşma noktası olarak İstanbul mekanı vardır. Mekan kavramı ortaya koyulmuş gibi gözükse de eserin ilerleyen sayfalarında fantastik özelliğe dönüşecektir. İstanbul mekan olarak ele alınsa da her karakterin ayrı kültürle harmanlanarak aynı şekilde konuşmadıkları apaçık ortadır. Ancak yazarımız birbirine bu denli karşıt karakterleri muhteşem şekilde birleştirip okuyucuya sunmuştur.

Metinlerarasıcılık, en genel kullanımıyla bir metnin başka bir metinde yer alması yani toplumların alıştıkları ve belirli seviyelerdeki olayları kendi durumlarına göre kullanmasıdır. Kitapta Tevrat’tan Kuran’dan ve birçok toplum hikayelerinden alıntılar bulunmaktadır. Bünyamin’in düşmanı olan Ebrehe karakterleriyle iyi- kötü çatışması hemen kendini ortaya koyar. Ebrehe, Bünyamin’in düşmanı olarak kendini görse de aslında arkasında yatan bir kavram olduğunu daha sonradan anlamaktadır. Metaforlar, metafizik alem ile ilgili gerçekleri görmek için mecazlı sözlerdir. Felsefe ve edebiyat geçmişine bakıldığı zaman ayna metaforu gördüğümüz şey biziz ya da değiliz. Ayna kadınlar tarafından kullanılan dişi bir matafordur. Ebrehe’nin kötü olmasının arkasında da kadın oluşu yer alır.

İbnü’l Arabi’nin de dediği gibi ‘’ Bir şeyin kendini kendi vasıtasıyla görmesi, ayna gibi başka şeyde görmesine benzemez. ‘’

Türk dilinin ilk sözlüğü Kaşgarlı Mahmut tarafından Araplara Türkçe öğretmek amacıyla yazılan Divan-ı Lügat-ı Türk’te geçen

Alp Er Tunga öldü mü?

Issız acun kaldı mı?

 öcün aldı mı?

İmdi yürek yırtılır

Bu sagu yani ölen kişilerin ardından kısa söylenen ağıt ile Efrasiyab ismini kullanması arasında olan bağlantıyla yazar Türklere kahramanlık unvanını yüklemektedir.

Uzun İhsan Efendinin dünyayı keşfetme isteği, eserdeki rüya motifini ele almamıza neden olmaktadır. Rüya, Arapça rey kelimesinden türemiş bir sözcüktür. Rüya motifi geçmişten bu güne dek her kültürde insanlık için düşsel ve gerçeklik arasında uyku halinin gizemli olaylarıdır. İnsanların uyku sırasında düşüncelerinin hayal ürünü olarak ifade edilen yazarında esere rüyayla Uzun İhsan Efendi karakteri üzerinden iç dünyasını yansıtmasıdır. Rüyalar her ne kadar bastırılmış duygularımızın ekspresyonizmi olarak ele alınsa da çoğunlukla insan ruhunun ve karakterinin gizlenmiş isteklerinin iç yüzü olarak ele alınır. Edebiyat ve psikoloji bilimlerinin disiplinlerarası etkileşimi sonucu rüyalar edebi metinlerde sıklıkla kullanılan motifler olmuştur.

Psikanaliz biliminin kurucusu Freud’un rüya tanımı yeni toplum tarafında kabul görülmemiş olup bastırılmış duygularımızın dışa vurumu ve kurgulanan eserlerdeki karakterlerin yapboz gibi çözümleridir. Rüyalar, ‘’ aklın kendisine saldıran uyaranlara uyku durumunda tepki veriş biçimi’’ olarak ele alınır.

Bu nedenlerden dolayı bir sanat eserine yazarın bilinçaltında kalan arzularının, korkularının yansımalarını ortaya çıkaran bir belge niteliğinde bakabiliriz.

Sonuç olarak İhsan Oktay Anar, Puslu Kıtalar Atlası adlı romanında gerçeklik ve fantastik öğeler arasındaki geçişleri postmodernizm akımının özellikleri bağlamında düşünülerek eserde bir çıkış noktası oluşturmuştur. Tarih, felsefe, psikoloji, fizik, coğrafya, halkbilim, müzik gibi birçok disiplinlerin yanında geleneksel anlatı türlerinin etkisi olarak kıssalar, tezkireler, mesneviler, vakayinameler ve kutsal metinlerle iç içe geçirilmiştir. Dünyayı bir metin olarak görme eseri, iç içe geçirilmiş bir oyun ve üst kurmaca olgusuyla polifoni özelliği katmıştır. İstanbul mekanı düşsel özelliklere uyarlanmış basit bir mekan değildir.

Yazar, eserde ben kimim? Birey olarak var olmamın anlamı nedir? Sorularını sorgulatarak Descartes’ın ‘Düşünüyorum o halde varım’ düşüncesinden hareketle varoluşçuluk akımına dikkat çekmiş yani insanın kendi seçimlerini kendi yapabilen özünü yaratabilme yeteneğine sahip olan bir varlık niteliğini kazandırarak kendini tanıması, benliğini kazanmasını baskılardan kurtularak insanı ezen topluma karşı başkaldırmayı vurgulamıştır. İnsanın dünya içinde başka bir varlık olduğunu ve hiçbir zaman kalıplara bağlı kalamayacağını ve sürekli değişen varlık olduğu dile getirilir.

Bir görünen zihnimiz vardır bir de görünmeyen yani içimizdeki öteki beni Yunus Emre o muhteşem sözüyle ifade etmiştir.

‘‘Bir ben vardır bende benden içeru’’