Rasim Ve Korkuları /Meral KUTLUĞ

Sağ elindeki soğuk metal kütleyi yavaşça yere bıraktı. Ağır, ağır diz çöktü. Ellerini başının arkasında birleştirdi.

Vurulmamak için yapacağı başka hiçbir şey yoktu. İçeri doluşan iri kıyım adamlardan biri silahı aldı, diğer ikisi kollarından tutup yere yüzükoyun yatırdı ve birisi üzerine çöktü diziyle. Şimdi başka bir soğuk metal bileklerini kavramıştı. Havasız kalmış gibiydi, bir taraftan titriyor diğer yandan korkuyordu.

Kollarından sertçe kavrayarak ayağa kaldırdılar. Birileri etrafa talimatlar verip duruyordu.

İçeriye bakın, dolaplara da kömürlüğe de.

Bir kısmı bu talimatlarla evin içine daldı. “Ev” demek biraz abartılı kaçan, bu ufacık derme çatma kulübede bir şeyler olması ihtimali hayli düşüktü. Yine de baktılar, Amerikan filmlerindeki gibi temiz! dediler.

Evden çıkıp arabalara doluştular.

Başını eliyle sertçe eğip arabaya soktu biri, ardından kendisi de girdi. Diğeri de öteki kapıdan girmişti bile.

Gidelim, dedi bıyıklı olan. Yola çıktılar.

Elleri arkadan kelepçelenmiş olan Rasim, sağdaki polisin gövdesinin izin verdiği kadar, camdan dışarıya baktı. Komşuların hepsi sokağa dökülmüştü.

"Ne yaptı ki acaba? Aylardır işsizdi, Allah şaşırtmasın. Anneciğinin kemikleri sızlayacak mezarında.." diye mırıldanan bir sürü yaşlı kadın ve adam vardı ortalıkta. Üç beş de çocuk. Çocuklar film izler gibi bir şeyi kaçırmamak için gözlerini kırpmadan bakıyorlardı. Günlerce konuşacaklardı bunu zaten.

Emniyetten içeri girdiklerinde nikotin kokusu ile karışık, ılık bir hava yüzünü okşadı. Biri arka cebinden cüzdanını aldı. Kimliğini çıkarıp cüzdanı nezarete fırlattı. Diğeri; Ellerini çöz, bir avukatı varmış, başımız ağrımasın  dedi. Avukat mı? Rasim kulaklarına inanamadı, Benim avukatım mı varmış? diye söylendi, gülümseyerek. Aradan bir iki saat geçmeden koridordan konuşmalar duyulmaya başladı. Bu seslerle, sert erkek adımlarının arasından  tık, tık, tık diye topuk sesleri geliyordu.

Avukat hanım savunulacak bir şey yok, elinde şarjörü dolu ruhsatsız bir silah vardı. Araştırıyoruz, sabıkası yoksa sadece bundan hüküm giyecek zaten. Başka bekleyen cezası varsa bilmem.

Kadın yanıtladı:

Ben bir görüşeyim izninizle, sonra yanınıza gelirim amirim. Müvekkilimin sabıkası yoktur.

Zincir şıkırtıları ile kapı açıldı. İçeriye genç bir kadın ile bir polis girdi. Rasim oturduğu mindersiz soğuk demir banktan kalktı, gömleğini pantolonunu düzeltmeye çalıştı. Kemerinin olmadığını fark etti. Elini yüzüne götürdü, dört gündür tıraş olamadığını anımsadı. (Eskiden çok güzel gözlü bir kadın, sakal sana çok yakışıyor, hem de kadife gibi demiş miydi?) Üstelik çok pis kokuyor olmalıydı. En son ne zaman yıkandığını hatırlayamadı. Nereden çıkmıştı bu güzel ve hoş kokulu genç kadın. Utandı, başını öne eğdi. Ayakkabılarını ne zaman çıkarmıştı ki? Yoksa hiç mi giymemişti?

Kadın, olduğu yerde gövdesini geri çevirip "Yalnız kalabilir miyiz?" dedi kendisini getiren polise. Polis biraz şaşkın ama saygılı bir hamle ile çıkıp, kapıyı tekrar kilitledi. Demir parmaklıkların önünde beklemeye başladı. Birden hatırlamış gibi döndü, Avukat hanım on dakikanız var, amirim öyle söyledi. Ve tekrar arkasını döndü. Kadın gür kızıl saçlarını eliyle geriye attı, o kötü banka yavaşça ilişti, başıyla da destekleyerek, Oturun, dedi, sakin bir sesle.

Konuşma ne kadar sürdü, kadın neler söyledi, hiçbir kelimeyi bile anlamadan sadece büyülenmiş gibi gözlerine bakıyordu. Bu gözler en ufak bir duygu ve anlam taşımayan metalik gri bir zemin üzerinde, simsiyah iki oyuk gibi sadece tek yöne bakıyorlardı sanki. Bu kadar güzel bir vücudun resmettiği tüm görüntü kusursuz olmasına rağmen, bu mat ve donuk bakışlar Rasim’i ürküttü. Avukatın sözünü kesti:

"Sizi tanımıyorum, kim yolladı buraya, nasıl duydunuz?" Kadın cevap vermedi.

Rasim’in gözü bu arada duvarda, yukarıya, tavana doğru hızlı ama minik adımlarla ilerleyen bir örümceğe takıldı. O bu görüntüyü izlerken, koyu bordo oje ile renklenmiş bir işaret parmağı aniden örümceği ezdi. Rasim dehşetle irkildi. Tanıdığı tüm kadınlar korkardı örümceklerden, bu kadın tek hamlede hayvanı öldürmüş, ceketinin cebinden çıkardığı kâğıt mendile elini silmiş, sonra mendili buruşturup, tekrar cebine koymuştu.

Genç adam başını öne eğdi, çok utanmıştı. "Temizlenmenizi sağlayalım.” Kadın ayağa kalktı, kapıya yürüdü. Tık, tık, tık… Görevli memur topuk seslerini fark edip hemen döndü ve kapıyı açtı. Kadın arkasına bakmadan koridorda aynı ciddiyetle ilerleyip, odalardan birinin kapısını eliyle hafif bir vuruşla uyarıp, açtı. İçeri girer girmez kapı kapandı. Sesler kesildi.

Parfüm kokusu, etek ve ceketinin rengi, bu havasız ve bakımsız odayı adeta tamamen farklı bir duruma sokmuştu. Hem hoş, hem ürkütücü. Tekrar yerine oturdu, kafası karmakarışıktı. Hani kırk yılda bir, çok içmiştir de sabah böyle sersemlemiş bulur ya insan kendisini, işte tam da böyle bir durumda olduğunu hissediyordu.

Başını arkasındaki duvara yasladı. Tekrar gözleri duvarlara döndü. Parmaklıklı kapının sağ tarafında bir şeyler gördü. Kalktı, oraya yaklaştı. Neden ayaklarında ayakkabı ve belinde kemer olmadığını bir daha düşündü, yanıt bulamadı. Aldırmadı, duvarda silik bir yazı vardı, onu okumaya koyuldu.

“Ve hâlâ sımsıcak durur anılar

 Sımsıcak ve biraz da boynu bükük

 Ne varsa yaşanmış ve paylaşılmış 

Yasak bir kitap gibi durmaktadır 

Ve firari bir sevda gibi şimdi duvarlarda resmin”

Satırları okumayı bitirdiği anda yavaşça, adeta süzülürcesine gövdesi yere yığıldı, kendinden geçti.

Gözlerini araladığında, karşısında ağlayan yaşlıca bir kadın vardı.

Canım oğlum, yine neler oldu sana böyle?

Etrafına baktı, tertemiz ve bembeyaz bir hastane odasında idi. Kolunda bir serum şişesi takılıydı.

Kadın doğruldu, incitmekten korkar gibi yanağına bir öpücük kondurdu.

Hepsi geçecek canım, hepsi geçecek, annen yanında. Şükür kendine geldin ya..

Bir yandan da beyaz örtünün altından ayaklarını okşayıp, ellerini öpüyordu. 

Bu defa söz dinleyeceksin, tedavini olacaksın. İlaçlarını içmekten vazgeçmeyeceksin.

Tam da burada hıçkırarak ağlamaya başlamıştı, tüm bedeni sarsılıyordu. Kendini kontrol edemez durumdaydı kadıncağız.

Bir gün, bir yerlerde ölünü bulacaklar diye ödüm kopuyor, yapma bana bunu canım oğlum yapma Rasim’im. 

Başıyla, “evet- tamam” anlamında bir hareket yaptı.

Söz veriyorum, bitti; merak etme. Bu defa bitti.

Tabanca, o mahalle, o insanlar, o ev, polisler hele o güzel vücutlu ama ürkütücü avukat, hepsi mi hayaldi? Hiç bir şey anlatmamaya karar verdi. Bakırcılar çarşısının arkasındaki sokakta dolanan o bacaksızdan otuz liraya aldığı yeşil hapların hepsini yutmamalıydı. Ama oğlan “Korkma abi, sen dev gibisin ne yapar sana bu kadarcık hap. Daha vereyim mi?” demişti.

Annesinin haklı olduğunu düşünüyordu. Bir daha böyle tehlikeye atmayacaktı hayatını. Bu nasıl bir kâbustu, düşünmek bile ürkütüyordu. Çabucak toparlanacak, annesiyle evine dönecek, doktorunu dinleyecekti. Hepsinin birer halüsinasyon olduğunu, hasta beyninin saçma kurguları olduğunu bilmek içini rahatlatmıştı. Annesinin elini sıkıca tuttu, öptü.

Bağışla annem, bir daha asla.

Bu güzel ve rahatlatıcı anda koridorda muntazam topuk sesleri duyuldu. Annesi:

Canım, söylemeyi unuttum: çok güzel bir hanım kız gelip seni sordu, baygındın. Yine geliyor anlaşılan. Beni tanıştır usulen, ben hemen sizi yalnız bırakırım.

Muzipçe göz kırpıp, gülümsedi, yanağından öptü tekrar.

Rasim doğruldu, sırtından buz gibi bir elin geçtiğini hissetti. Gözlerini sıkıca kapattı.

Tık, tık, tık..