Atâlet/Oğuz Kartal

Masasını düzenledi, kahvesini tam kıvamında pişirmişti(orta şekerli, bol köpüklü), bilgisayarını açtı. Yarım saat kadar bir şeyler yazmayı denedi. Yazdıklarını beğenmedi, sildi. ‘Biraz müzik dinlemek iyi gelecek.’ diye geçirdi içinden. Müzik dinlerken hayâllere daldı, o şaşalı törende yılın romanı ödülünü alıyordu yarı uyanık düşte, genç yazarlara seslenirken şu cümleleri kurdu, ‘’Evet, hiç kolay olmadı bu ödülü kazanmak; uykusuz geceler bir yana, yemeden içmeden kesilmiştim, çoğu insan durduğu yerde, bir anda ilhamın geleceğini sanıyor; hayır dostlarım, okudum, durmadan yıllarca okudum ben; yazmak eyleminin bir noktada t a ş m a k olduğunu düşünüyorum. Şu an sahip olduğum şeyler sizleri yanıltmasın, çok zor şartlar altında geçti gençliğim.’’ ‘Nerden çıkmıştı zor şart dediği şey?’ diye geçirdi içinden. ‘Fakir olmayan yazar gerçekçi olmaz.’ dedi ardından kendi kendine, aslında yazmak öyle çalışkan öğrenciler gibi çok çalışmakla da ilgili değildi aslında , ona çok çalışmanın başarıyı getireceğini düşündüren şey neydi, birileri mi söylemişti öyle? Yazmayı bir ödeve dönüştürmüşlerdi sanki. Yurttaş görevi gibi bir şeye... Aslında yazmak dedikleri anlatmaktı; içgüdüsel bir dışavurumdur nihayetinde. Ünlü yazar “Yazmasaydım delirirdim.” derken bunu mu kastetmişti? Bizim kahramanımızın içinde bulunduğu durum biraz farklıydı galiba. Müziği kısıp kitaplarının olduğu tarafa yöneldi, rastgele bir tanesini seçip okuma niyetindeydi, kitaplığının üst kısmı siyaset, ekonomi ve tarih kitaplarından oluşuyordu, altında felsefe kitapları, onları klasik Rus ve Fransız romanları izliyordu, şiir kitaplarına ayrı bir bölüm oluşturmayı planladı, hepi topu elli kitabı ya vardı ya yoktu. Hemen hemen tüm kitaplarını okurken yarıda bırakmıştı. Masasına geri döndü, ‘Vurucu bir ilk cümle bulabilirsem devamı gelir.’ diye aklından geçirdi; tek sorunu(!) da buydu belki: ilk cümleyi yazabilmek. Masanın başına geçip yazmayı denemek zor geldi, balkona yöneldi, caddeye bakan balkondan insanları izledi, dışarı çıkmak, biraz deniz havası almak geçti içinden. ‘Şimdi kim hazırlanacak.’ diye geçirdi içinden, balkondan veya pencereden dışarıyı izlemenin daha cazip olduğuna karar verdi. Başardıktan sonrasını hayâl etmek ve hatta memleketin o çok okunan, kitap raflarında baş köşeye yerleşen yazarı olmayı düşlemekten ilk cümleye başlamaya zaman bulamıyor, üzerindeki atâletten bir türlü kurtulamıyordu.