Arsız Kızın Halleri/Gülnar KANDEYER

Parmaklarım uyuştu, daha ne kadar tutmam gerekecek? Ne kadar da ağırmış bu mazgal ızgara. Tutmalıyım, bırakma sakın. Bir kayarsa elimden hiç yaşamadan diri diri mezara girerim. Mezara girsem yine de bir kurtuluş… neler söylüyorum, tövbe tövbe. Tabii ki tutarım. Haydi sen de acele et. Ne vardı bu denli kuvvetli üfleyecek. Bende hata. Seni okula getirende kabahat. Öğretmenimiz haklı mı ne? Kızıyordu kardeşlerin okula gelmesine. Haklı mı? Şimdi zil çalacak. Derse geç kalacağım. Beyaz teninde kalem çekilmiş kaşlarını çatarak konuşur öğretmen.

“Bir de öğretmen olmayı düşünüyorsun. Unut bu hayalleri, gerçeğe gel. Derse geç kalan bir öğretmen sence makbul müdür günümüzde? Daha ikinci gün seni kapıya koyarlar. Hem nerede sende o kabiliyet? Öğretmen okulu zordur, meşakkatlidir. Yatılı okuman lazım. Çabalamak yetmez. En iyisini seçerler öğretmen okulunda. Haydi diyelim ki sınavları kazandın? Baban yollar mı seni?”

Babam yollar elbette. Fakat şu mazgal öyle ağır ki, biraz daha dayanamazsam hepten yiter ümitlerim. Haydisene, çıksana oradan. Tutamıyorum, direndikçe lastik ayakkabılardan dışarı uğruyor parmaklarım. Terden sırılsıklam sırtım, kollarım, hatta lastiklerin içindeki yalın ayaklarım. Üstelik sıcak da cabası. Kime diyorum, alamadın mı hâlâ kaçırdığın topu? Bak inan olsun bırakacağım şimdi. Bırakamam, zor da olsa, parmaklarım da kopsa bırakmamalıyım. Böyle söylememin nedeni, kardeşimi acele etmesi için biraz korkutmak. Asıl korkan benim. Ne anam ne babam kalır ne geleceğe dair planlarım. Öğretmenimi çok fazla dert etmiyorum. Bu yıl beşinci sınıfım, ilkokuldan mezun olacağım. Asıl işim bundan sonra başlayacak. Ortaokul da ne demek? Babam hayatta yollamaz. Okuyan kızlar, baştan gözden çıkarmış. Ailesine asîlenirmiş. Ama yatılı öğretmen okulunun sınavlarını kazanırsan, baban bedava okuyacağı için bir ümit izin verirmiş. Annem öyle diyor. Kollarımın ağrısını hissetmez oldum, bu kez belim… Tuttuğum, tutmaya çalıştığım ağırlıktan bükülmeye başladı.

Her şey, bundan sonraki her şey, bu ızgarayı bir süre daha böyle tutabilmeme bağlı. Fazla dayanacağımı sanmıyorum. Islak ayaklarım, naylon ayakkabının içinde kayıyor. Ümitsizliğim büyüyor. Sağ ayak başparmağım, ayakkabının yırtık ucundan çıkarak artık soğuk demirle buluştu. Terler, alnımda inci taneleri gibi sıralandı, yüzümün her gözeneğinden yenileri çıkıyor. Bu terlemeyi nasıl durdurabilirdim? Kaynak suyunu eve taşırken, koca tenekeler bile bu kadar terletmiyor beni.  Kaşlarım, terin gözlerimin içine girmesini engelleyemiyor. Gözlerim yanıyor, içimin yanmasından, kol kaslarımın yanmasından ziyade. Dişlerimin arasından ancak kendim duyabileceğim kadar alçak sesle “çabuk” diye tıslıyorum. Arkadaşlarımın hepsi derse girdi. Bir ben, bir de kardeşim kaldık okulun bahçesinde.

Bu lastik ayakkabılar, ayaklarımı terk etmeden kaç dakika dayanabilir? Bilmem. Şimdi öğretmenimi sinirlendirdiği kadar sinirlendiriyor beni bu ucuz ayakkabılar. Eğilseydim, lakin eğilemiyorum, görürdüm ikisini birden. Ayakkabıları aldığımız gün aklıma geldi şimdi. Belki sevinçli bir anım, bana şu sıkıntımı unutturabilir, ellerimden başlayıp kalçama dek inen bu uyuşukluğu giderebilir.

Gıcır gıcır bu lastik ayakkabıları mahallemize gelen çerçiden alabilmek için günlerce hurda toplamıştım. Nasıl da parlaktılar bir zamanlar. Ama taş toprak, çamur ve okula gelmek için teptiğim yol eskitti, güzelliğini soldurdu. Temiz kalması için okulun rampasından fışkıran gözede yıkanmaktan belki de. Derse de giremem artık. Terden yapış yapış olmuş yüzüme sıvanan saçlarımla olmaz. Üstelik kurdelem de çözüldü. Öğretmen, hayatta izin vermez derse girmeme. Eh, ne yapalım? Şuradan bir kurtulsak sağ salim, eve döneriz kardeşimle. Annem, kapıda karşılar bizi. Kardeşimin elinde ona aldığım leblebi tozunu görünce, bir zılgıt çeker. Paramı çarçura harcadığım için bir güzel paylar beni. Hiç gam değil, bir çıksa kardeşim mazgal çukurundan. İçimden yaradana ne bağışlar yapıyorum, ne kurbanlar adıyorum. Hatta babamın getirdiği ve bölüştüğümüz, bir kısmını sonra yerim deyip sakladığım akide şekerlerini bile kardeşime vermeyi bile vaadediyorum. Olanları anlatmasın yeter.

Kardeşime güven olmaz, deli provasını andıran rolüne kaptırmasın kendini. Değil ev halkına tüm mahalleliye anlatır en mahrem sırlarımızı.

Artık tutamıyorum, parmaklarım ruhumla olan bağını kesti, kasları eridi sanki. Gözümde canlanıyor. Mazgal demiri elimden kayıyor ve kardeşimin başını soktuğu mazgal ızgarasının yuvasına çat diye oturuyor. Ortalık kan revan. Gözlerim kararıyor, gücüm tükendi. “Çabuk çık!” diye bir feryat çıkıyor ağzımdan. Yüreğim zihnimdeki görüntüden hoşlanmıyor, bir çarpıntı, her yer dönüyor. Yaşanacaklara tanık olamamak için sıkıca yumuyorum gözlerimi. Sırt üstü düşüyorum çamurlu okul girişine. Çatırtıyla kapanıyor ızgara mazgalın yuvasına.

Bir mide bulantısı sarsıyor bedenimi. “Abla kalk! Aldım topumu.” Gerçek mi? Hayal mi? Zoraki doğruluyorum. Gedik dişlerinin arasından dilini göstererek gülüyor kardeşim. Elimden çekiştirerek kaldırıyor beni. Şimdi o beni sürüklüyor eve doğru. Bedenimde hiç kemik çatısı yokmuşçasına bir et yığını gibi yürüyorum. Sarsak bir yürüyüşle eve geliyoruz. Kardeşim evin avlusundan koşarak geldiğimizi muştuluyor. “Ablam bana leblebi tozu aldı. Bakın içinden ne çıktı? Böyle potaya koyuyorsun topu. Sonra üflüyorsun, top uçuyor, sonra yine potanın içine düşüyor.”

Ev ahalisi mahalleye düşmüş bizi arıyor, evde kimsecikler yok. Nasıl haber aldılar geldiğimizi bilmiyorum. Annem, nenem ve ablam, alı al, moru mor avluya giriyorlar. Nenem, doğruca kardeşime yöneliyor, sıkıca sarılıyor.

“Oyyy, yavrumun yavrusu! Ömrümün varı. Canımın çekirdeği!” diye ağıtlar yakıyor.

Ablam, yan gözle bana tehditkâr bakışlar atıyor. “Akşam olsun, babamdan yiyeceğin köteği düşün bir.! Senin yerinde olsam şimdiden altıma işerdim.” diyor başını sallayarak. Annem eteklerinin ucundaki alev almış zilleri savurarak bize yaklaşıyor. “Öğretmen kovdu değil mi sizi? Ben sana demedim mi götürme şu oğlanı okula deyi? Akılsız kız!” diyerek sırtıma vuruyor, hiç acı hissetmiyorum, hatta canlanmaya başlıyor bedenim. Kardeşime bir şey olmadı ya! Çok seviniyorum. Terli, yapış yapış saçlarımın arasından anneme gülümsüyorum. Annem yüzümdeki ifadeyi görünce sinirleniyor. “Arsız ne olacak!”