FAHRENHEİT 451 ROMANI ÜZERİNE BİRAZ AYKIRI İRDELEMELER/Selman BÜYÜKAŞIK

Önsöz: İlk baskısı 1953 yılında yapılmış bir dispotik bilimkurgu (sciencefiction) romanı. Elimdeki kopya İthaki Yayınları’nda 25. baskı. Sinemaya da farklı zamanlarda iki kez uyarlandı. Yazarı Ray Bradbury (1920-2012) de ABD’de çok gözde bir yazarmış zamanında. Stephen King ve Neil Gaiman gibi ustalar ondan esinlenmiş. Yani fantezi, korku ve bilimkurgu edebiyatına damgasını vurmuş bir yazar. Mars Yıllıkları, Resim Adam ve Sonbahar Ülkesi gibi unutulmaz yapıtlar bırakan bir yazar.”Uygarlığa yön veren toplumsal meseleler ile modern insanın bireysel sorunlarını bir arada işleyebilmesi ve insanın ruhunu donduran öyküleri eşsiz bir sıcaklıkla kaleme alması Bradbury’nin en önemli özelliği oldu.” Kitabın başındaki bu değerlendirme konusunda, başka yapıtlarını okumadığım için itiraz edemem.

Romanın başındaki Sunuş yazısı yazarının değil, Neil Gaiman’ın, Nisan 2013. Sonda iki metne yer verilmiş: Ray Bradbury’nin ‘Fahrenheit 451: Sesli Önsöz’(1976) ile Harold Bloom’un ‘Sonsöz’(2008) yazısı. İlk baskısı 1953’te yapılmış romana bu yazıların yıllar sonra eklenmiş olması da ilginç. Bu yazı- lardan ilginç bulduğum saptama ve değerlendirmeleri alıntılayarak yapıtı aydınlatmaya çalışacağım. 

 Sunuş -Neil Gaiman(2013)

“Bazen yazarlar henüz var olmayan bir dünya üstüne yazar. Bunu yapmamızın yüzlerce sebebi vardır. (…) Geleceğin dünyası günümüzün dünyasından daha büyüleyici veya ilginçtir. (…) Bu bir uyarı kitabıdır. Sahip olduğumuz şeylerin değerli olduğunu ve değer verdiğimiz şeylerin bazen değerini bil- mediğimizi hatırlatır. (…) Spekülatif kurgunun gerçekten iyi olduğu alan gelecek değil, şimdiki zaman- dır… uyarı niteliğindedir. Fahrenheit 451 spekülatif kurgudur. Bir ‘Bu böyle sürerse…’ öyküsüdür.”

(…) “1953’ten beri yarım yüzyıldan fazla zaman geçti. 1953 Amerikası’nda göreceli olarak yeni olan radyo aracı, şimdiden oldukça gözden düşmüştü… ama şimdi yeni ve heyecan verici olan televiz- yon aracı yükselişteydi ve radyonun dramlarıyla komedileri ya tamamen sona eriyor ya da kendilerini ‘aptal kutusunda görselliğin katılmasıyla yeniden icat ediyordu.”(…) “Soğuk Savaş sürmekteydi… Gizli komünistleri saptamak için senato soruşturmaları yapılıyor. Çizgi romanların kökünü kazımak için adımlar atılıyordu. (…) 1950’lerden olabildiğince beslenen bir dünya olduğunu hissettiriyor. (…) Kurgu, doğru şeyleri bize anlatıp duran bir yalandır.”

Sonsöz -Harold Bloom (2008)

(…) “Bu kitap, kökenleri açısından 1950’lerin Soğuk Savaşı’na ait, ama 1960’ların birtakım yönlerini öngörmüş ve kanımca yeni milenyumda da güncelliğini yitirmemiştir. George W. Bush’un İsa’ya danışmadan asla herhangi bir karar vermediğini söylemesine karşın yeni bir İlahiyat Çağı’nın Birleşik Devletler’i tüm deliliğiyle ele geçirmesini beklemiyor insan. Ama yine de yakacak kitap kalmayabilir. Enformasyon Çağı’nda kaç kişi Shakespeare veya Dante okuyacak?”

Fahrenheit 451: Sesli Önsöz -Ray Bradbury (1976)

Yazar, romanın ilk yayımından 23 yıl sonra yapıtının esinlenme, yazma ve geliştirme serüvenini açıklama gereğini duymuş beş sayfalık bir metinde. İlginç bir olaya, rastlantıya bağlıyor bu yapıtının doğuşunu: “… Bir arkadaşımla yürüyordum ve polis arabası yanaştı, polis ne yaptığımızı sordu ve ben, ”Bir ayağımızı diğerinin önüne koyuyoruz,” deme hatasına düştüm, ki yanlış cevaptı. Polis, korkunç bir suç işleme niyetinde olduğumuzu düşünerek bizi sorguya çekti; durumun genel mantığı onun kavrayı- şının ötesindeydi. Yaşadığım şeye, masumluğumdan şüphe duyulmasına öyle öfkelendim ki eve koşup o sinirle ‘Yaya’ diye bir öykü yazdım…” Sonra bu öyküyü nasıl geliştirdiğini ve yolda yürüyen yayanın cinsiyetini değiştirip Clarisse McClellan adlı bir kız yaptığını, ardından karşısına Montag adlı bir itfaiye- cinin ortaya çıktığını bir kurgu havasında anlatır. Faber karakterini ekler. 1950’ler, Senatör Joseph Mc- Carthy dönemi… Romanını tamamlar. Önce ‘Gece Yarısından Çok Sonra’ adını koyar, sonra ‘İtfaiyeci’ adında karar kılar. Ve daha sonra Fahrenheit 451 adının nasıl ortaya çıktığını hayli popüler ve zekice açıklar bize. Los Angeles İtfaiye Şefi sağ olsun!

“Dünyada herhangi bir insan grubuna sadık olmak istemiyordum… Gruplara ait olmaktan hep korkmuşumdur. Demokrat, cumhuriyetçi, komünist, faşist veya… sadece tam bir Amerikalı olmak istemiyorum…” (…) “…Ama insanları etkilemeyi hedeflemek istemiyorum. Dünyayı bilinçli olarak herhangi bir şekilde hedeflemek istemiyorum. O yol özyıkıma götürür; o yolda ahkâm kesersiniz, bu da tehlikeli ve sıkıcıdır… insanları uyutursunuz.” “Montag, gelecekte koşan benim” dedikten sonra “Eh, Faber aslında gizlenen benim…” de diyen yazarın bu itirafları içten olsa da pek çarpıcı gelmedi, romanı okuyan bir kişinin ‘Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu dedirtiyor.

FAHRENHEİT 451,  Amerika’da bir dönem romanı. Soğuk Savaş’ın zirve yaptığı yıllar. ABD’de antikomünizm histe- risi. Azgın McCarthy dönemi. Sanatçıların, yazarların herkesin kolayca komünistlikle damgalanıp ötekileştirildiği, hapis boyladığı yıllar. İşte roman bu kaotik ortamda yazılmış. Yetmiş seksen sonrasını öngören bir kalemin yarattığı distopik bir Amerika.     İtfaiyecilerin yanan evleri söndürme değil, evdeki kütüphaneyi yakmakla görevli olduğu, yavaş araba kullanmanın cezayı gerektirdiği, gece sokakta yürümenin suç olduğu, insanların evlerinde üç duvar, üç boyutlu televizyon görüntüleri seyrettiği, yüksek sesli müzik dinlediği, bütün evlerin totaliter yönetimce gözaltında tutulduğu, ileri teknoloji sayesinde toplumun kolayca denetim altında bulunduğu karanlık bir dünya. Evde kadınların televizyon izleyerek, müzik dinleyerek mutlu olduklarına inandığı, inandırıldığı evler. Bu evlerden birinde ana karakterimiz, söndürmenin değil, yakmanın zevk olduğu mesleğin sahibi, itfaiyeci Montag, eşi Mildred, sokakta gece ay ışında karşılaştığı, ezber bozucu genç kız Clarisse McClellan, İtfaiye Şefi Beatty… İtfaiye binasında günlük yaşam… pirinç direk, canavar Mekanik Tazı, Semender, zehirli keroseni, 451 numaralı kask vd.

“1790’da Koloniler’de, İngiliz etkisi taşıyan kitapları yakma amacıyla kuruldu. İlk itfaiyeci: Benjamin Franklin.”(55) Hayli anlamlı bir gönderme. Bu meslekte kural hayli ürpertici: 

1. Alarm verilince hızla harekete geçin. 2. Yangını bir an önce başlatın.. 3. Her şeyi yakın. 4. Derhal itfaiye binasına dönüp rapor verin. Başka Alarmlar için hazır olun.”(55)

Evdeki sıkıcı yaşantısını da sorgulamaya başlayan Montag art arda aydınlanmalar yaşar. İlki, evdeki yabancılaşmayı ayrımsaması ve kendisinden yardım istediği İngilizce Profesörü Faber’ı elinde Kutsal Kitap’la ziyareti. Aralarında geçen uzun konuşma ve yaptıkları planlar. Kutsal Kitabı eline alan Faber’ın, “Uzun zaman oldu. Dindar değilim.” deyip sayfaları çevirir. “… Tanrım bugünlerde onu ‘oturma odalarımızda’ amma çok değiştirdiler. İsa aileden biri artık. Onu öyle allayıp pulladık ki (yoksa sıra- danlaştırdık mı?), Tanrı kendi oğlunu tanıyor mudur diye merak ediyorum sık sık. İsa her yerde bulu- nan bir naneli şeker…” (s.103) yakınması belki bir Amerikalı için ilginç bir sorgulama.

Ben Montag’ın yakınmasını anlamlı bulurum:”Artık kimse dinlemiyor. Duvarlarla konuşamıyorum çünkü bana bağırıyorlar. Karımla konuşamıyorum; duvarlar dinliyor. Söylemem gereken şeyleri birilerinin duymasını istiyorum sadece. Ve yeterince uzun konuşursam belki anlamlı gelir. Ve bana okuduklarımı anlamayı öğretmeni istiyorum.” deyince “Sen iflah olmaz bir romantiksin,” der Faber. “Durumun bu kadar ciddi olmasa komik olurdu. İhtiyacın olan şey kitaplar değil, bir zamanlar kitap- larda olan şeylerin bir kısmı. Aynı şeyler günümüzde ‘oturma odası ailelerinde’ olabilirdi. Aynı sonsuz detaylar ve farkındalık radyo ve televizyon alıcılarıyla iletilebilirdi ama iletilmiyor…”(104/5)

İkincisi, yeni komşuları ailenin kızıyla sokakta bir gece, ay ışığında eve dönüşte diyalogları, kızın şaşırtan ayrıksı, ezber bozucu cesur soruları. Tam eve girerken Montag’a “Mutlu musun?” sorusunu yöneltmesi. Daha sonra yaşadığı travma. Evindeki kitapları yakmaya gittikleri yaşlı kadının evi terk etmemekte direnişi ve kitaplarıyla birlikte yakılması bu arada Clarisse’in yok oluşu, Montag’ı yoldan çıkarır. Bundan sonra yaşananlar hayli fantastik, korkunç. Daha önce sakladığı kitaplar, o yaşlı kadının evinden kaçırdığı Kutsal Kitap sorun olur… Karısı Mildred ve iki kadın arkadaşına zorla şiir okuması sı- rasında yaşananlar gerçekten çok sarsıcı bir perde. Şiirin başlığı İnanç Denizi! Kadınlara, çürümüşlüklerini anımsatan bir şiir. En ilginci bu üç kadından Phelps adındakinin beklenmedik duygusallığı, hüngür hüngür ağlaması. Mildred ve diğerinin Montag’a öfkeleri…

Karısı tarafından ihbar edilen Montag’ın, ekibiyle kendi evini yakmaya gelişi. Burada yaşananlar.

Yüzbaşı Beatty ve Mekanik Tazı’yı etkisizleştirip kaçışı. Bu süreçte daha önce tanışıp onunla planlar yaptığı Faber’i elinde kitaplarla ziyareti. Nehir yoluyla kaçış. Uzun yolculuktan sonra kent dışında karaya ayak basışı. Bu kaçışta yaşananlar, duyumsanan ve gözlemlenenler hayli düşsel. Karşılaştığı kendisi gibi kitapsever ama yaşlı insanların desteği. Bunların binlerce üyesi bulunan bir örgütleri olduğu. Kitapları ezberlerinde, bunları çocuklara okuyacakları, yazıya geçirecekleri yeni bir dünyaya doğru yola çıkan insanlar. Yok edilmiş kente doğru…

Şu satırlarla biter roman: “Her şeyin bir mevsimi vardır. (VK,3:1) Evet, yıkmanın zamanı ve inşa etmenin zamanı vardır.(VK,3:3) Evet susmanın zamanı ve konuşmanın zamanı vardır. (VK,3:7) Evet, bütün bunlar. Ama başka? Başka bir şey, bir şey… Ve nehrin iki yanında, on iki çeşit meyve üreten ve her ay meyve veren bir yaşam ağacı bulunuyordu; Ve ağacın yaprakları uluslara şifa vermek içindi.(VK, 22:2) Montag, Evet, öğlene saklayacağım bu, diye düşündü. Öğlene… şehre ulaşacağımız zaman.”

 Hayli mistik değil mi?

Montag’ın Kutsal Kitap, Vaiz Kitabını bu yolculuk sırasında ısrarla yanında götürmesini yadırgadım. Hangi faşist-totaliter dünyada din kitapları yasaklandı ki yazar bunu öne çıkarmaya çalışmış?

Kısa süren ve kenti yok eden savaşın bitiminde kent dışındaki bu kitapsever gruba Montag’ın elindeki Vaiz Kitabı’nın kılavuzluk etmesi, ondan alıntılarla kente doğru kararlı yürüyüşleri pek de masum gelmedi bana. Daha doğrusu bu mistik mesaj, popülizm beni rahatsız etti. Bunca kitap düşkünü olduğunu söyleyen yazarımızın kılavuzu bu kitaplar mı olmuş? Vaiz Kitabı hakkında internete baktım. Şu bilgi çıktı karşıma: Eski Ahit kitaplarından biri. İnsan ömrünün ne kadar kısa ve çelişkilerle dolu olduğunu, nedeni belirsiz haksızlık ve umutsuzluğu, sonuç olarak da yaşamın ‘boş’ olduğunu içtenlikle anlatan bir vaizin düşüncelerine yer veriyor. Ama bu vaiz, insanlığı gözeten Tanrı’nın yollarını anlamada güçlük çekti.” Doğrusu ben de yazarın düşlediği bu kılavuzluğu anlamada biraz güçlük çektim.

Yakın çevremizde, sokakta günümüz insanının aptal kutusu/ ekran ve özellikle sosyal medyadaki sanal bağımlılığını anımsayınca Ray Bradbury’nin yetmiş yıl öncesinden öngörüsünün isabetli olduğunu rahatça söyleyebiliriz. Yapıtın bu bilimkurgu yönünü alkışlamamak haksızlık olur. Elbette bu- gün, kitaptan, ezber bozan düşüncelerden çok rahatsız olan bir dünya, iktidarlar varsa da, toplumun ezici çoğunluğu kitaba sırtını çoktan dönmüş olsa da kendi kutsal kitaplarını yasaklayan totaliter iktidar yok, bereket! Yazar, bu öngörüde yanılmış. Şaka bir yana, yine de okunması gereken bir roman. Çevirmen Dost Körpe’yi de takdirle alkışlıyorum.