RIZA’nın YERİ/Meral Kutluğ

Gözlerini açtı, önce hiçbir şey göremiyormuş gibi geldi. İki eliyle ovuşturdu, tekrarbaktı. Şimdi netleşmişti görüntüler. Susuzluktan kupkuruydu ağzının içi. İğrenç bir metalik ya da paslı bir tat vardı. “Sanki hiç pas yalamışlığım varmış gibi”gülümsemek istedi beceremedi. Ne yapacağını bilemez halde yatarken yanında birsıcaklık ve bir soluk alıp veriş hissetti. Yavaşça ve merakla başını çevirdi. Sırtı hafifçe kapıya dönük, nemli saçları yastığın üzerine yayılmış genç bir kadın gördü. Çıplak bedenini incecik örtü kısmen kapatıyordu. Ensesinde ve kollarındaki minicik, kumral tüyler güneşin taze ışıkları ile parlıyordu. Yattığı yerden küçük göğüslerinin, kızıl kahverengine yakın renkte, minik üzüm taneciklerini andıran uçlarını görebiliyordu. Bu minik çıkıntılar her soluk alıp verişinde yükselip alçalıyorlardı.

Başını tekrar tavana çevirip, geceyi hatırlamaya çalışıyordu. Her zamanki gibi Rıza’nın yerinde çok içmiş ve eve dönmek üzereydi. Rıza uzunca bir zaman önce mekâna epey para dökmüş ve her zamanki müdavimlerinin dışında gençlerin de gelmesini sağlamıştı. Canlı müzik, yabancı içkiler, taze çerez, yakışıklı barmen budeğişikliklerden bir kısmıydı. Adı da artık süslü bir yazı ile HEAVEN olmuştu. Bir dans pisti bile vardı. İşte bu güzel kız, barda iki arkadaşı ile sohbet ediyor, gülüşüyor ve içiyordu. Bir süre sonra artan alkolün ve yükselen müziğin ritmiyle bütün gençlerdans etmeye başladı. Kızlardan ikisi uzun süredir bakıştıkları oğlanların ellerini uzatmasıyla hemen fırlayıp kendilerini müziğe ve gençlerin kollarına bırakıverdiler. Bu kız, bir süre gülümseyerek onları izledi ve tekrar içkisine döndü. Bardağı boşaldığında, deneyimli barmen yaklaşıp yavaşça “devam mı?” dedi. Kız yüzüne bile bakmadan başı ile onayladı. Belli ki canı sıkkındı. Yanındaki arkadaşları kalkıncayakadar idare etmiş ama yalnız kalınca bütün hüznünü dışarı salıvermişti.

Dans etmekte olan gençlerden gelen tekliflerle kızlar oradan ayrılmaya karar verdiler. Bardaki kızın yanına gelip, çantalarını aldılar. Bir tanesi kulağına eğilip birşeyler fısıldadı. İçkisinden başını kaldırıp bir süre arkadaşına baktı ve sonra “siz gidin, ben iyiyim” dedi. Eliyle de sözünü tasdikler gibi onları uzaklaştırdı. Dört genç hesaplarını ödeyip ayrıldılar. O andan itibaren, şarkı söylemeye çalışan sarışın çocukve iki arkadaşı bütün ilgilerini barda yalnız kalan kıza yönelttiler.

O anda kız gözüme, karlı bir gecede ormanda kaybolmuş minicik bir tavşan gibi görünmüştü. Etrafını ışıltılı gözleri ve parlayan dişleri ile sarmış olan genç ve çekici kurtların farkında bile değildi.

Kız bir elini başına destek yapmış, diğer eliyle de ara sıra içkisini yudumluyordu. Bu gittikçe daralan çember ve fısıldaşmalar canını sıksa da “boş ver, kocaman kız buraya gelmiş ve içki içiyorsa kendini korumayı da bilir” deyip önündeki kavun ve beyaz peynire dönmüştü. Rakısını yudumlarken hayatını düşünüyordu. Bir şansı dahaolsa neleri yapar neleri yapmazdı acaba?

Kız yatakta döndü ve hâlâ uyurken dudakları belli belirsiz gülümsüyormuş gibikıvrıldı. Rüya görüyor olmalıydı. Şimdi tüm vücudu ile daha da yakına gelmişti. Çok gençti. Eğer zamanında eline geçen fırsatı kaçırmasaydı, şimdi bu kadar bir kızı olabilirdi. Onu tedirgin eden bu düşünce sonrası hafifçe uzaklaştı ve ince örtüyü kızın üzerine çekti. Baştan çıkaran çıplaklık kaybolmuş, o tertemiz çocuksu tebessüm kalmıştı yatakta. Yavaşça doğruldu yataktan, bacaklarını aşağı sarkıttı ve dikkatlice kalktı. “iyi ki çok içmemişim, gece fark etmemiştim bu kadar genç olduğunu” diye düşündü ve ürperdi. Önce mutfağa gidip kocaman bir bardak soğuk su içti, sonrabanyoya gidip duş aldı. Traş oldu, giyindi. Yatak odasına döndüğünde kızın hâlâ uyuduğunu gördü.

Gece gençlerin kendisinden nasıl korktuklarını, kızın babası zannedip hemen çabucak özür dileyip uzaklaşmaları geldi aklına, demek ki bütün gece onun orada olduğunu hiçbiri fark etmemişti. Gülümsedi. Kendisine koyu bir kahve yaptı. Bir tepsiye biraz peynir, zeytin, iki dilim tost ekmeği kocaman bir bardak süt koydu. Bir de not yazıp, üzerine de evinin yedek anahtarlarını bıraktı.

Başın dertte ise burada kalabilirsin. Değilse anahtarı al, dilediğin zaman uğra ben akşamları genelde evde olurum. Tanışamadık üzgünüm. Kendine iyi bak. Bir daha da bu kadar çok içme olur mu?

Notu ve tepsiyi, kızın koltuğa attığı giysilerinin yanındaki küçük masaya bıraktı.Güneş rahatsız etmesin diye yavaşça perdeyi çekti. Sessizce ayrıldı evden.

Akşamı zor etti, işlerin vaktinde bitmesi için bütün dikkatini ve enerjisini harcadı. Güneş çoktan kaybolmuş, gecenin o mis kokan serinliği ve akşamın eşsiz renkleri gökyüzünü şenlendirmişti. Çıktı, bu güzelliği sindirerek ağır ağır eve yürüdü. Müzik setinin, bilgisayarının, yedek telefonunun ve daha kim bilir başka nelerin kaybolmuş olabileceği de geldi aklına. Aldırmadı. Eve geldi, önce zili çaldı, bekledi. Açan olmadı. Dairesinin kapısının iki kez kilitlenmiş olduğunu fark etti. Açtı, girdi. Işıkları yaktı. Her şey yerli yerindeydi. Yatak örtülmüş, bulaşıklar yıkanmış, pencere açık bırakılıp ev havalandırılmıştı. Tepsinin durduğu küçük masanın üzerinde bir kâğıt vardı. Onun bıraktığı notun arkasına “ Teşekkür ederim” yazmıştı. Anahtar bıraktığı yerde yoktu.