Renklere Takılmak/Gülnar KANDEYER

Babası, haydi istediğin kırmızı ayakkabıyı almaya gidiyoruz dediğinde küçük kızın ayakları yerden kesildi. İlla da kırmızı istiyordu. Niye mavi değil, niye yeşil değil, niye sarı değil. Hele siyah hiç değil. Çünkü siyah, kiri göstermez. Saklar rengine tüm sırları. Çamuru, bulaşığı, hoyratlığı çeker renginin altına. Bir tek tozu kolay gösterir. Onu da silersin paçalarına olur biter. Siyah da olsa pırıl pırıl boyalı olmalı, derisinde ayna gibi yansımalı ışık. Ama o, illa da kırmızı diye tutturmuştu. Kırmızı olsun der atalarımız bilmez misiniz, kırmızı olsun beş kuruş fazla olsun. Küçük kız, heyecanla babasının elinden tutarak ayakkabı mağazasına pür neşe neredeyse koşuyordu. Dilinde bir ilkokul şarkısı gibi kırmızı sözcüğünü tekrar ediyor, kuş dudaklarında sonsuz bir gülümseme. Birden her yan kırmızıya kesti, kan kırmızı. Mavi diye tuttursaydı denize mi dönüşecekti; yeşil deseydi bahar mı döşenecekti kaldırım taşlarının üzerine; sarı olsaydı başakları uğuldayan tarlaya mı? Ayaklarına baktı küçük kız. Ayakları yoktu, artık kırmızı ayakkabıya ihtiyacı da kalmamıştı. “Haydi baba.” dedi, derinden gelen kederli sesiyle, “ayakkabı almak istemiyorum. Eve gidelim annem merak eder.” Babası onu duymuyor muydu? Şaşırmıştı ancak yine de neyin nesiydi bu gri sis, dumanî bulut. Neden yer aşağı aşağı kayıyor, yok yok kendisi yükseliyor. Elinde tuttuğu bir tomar ip, iplerin ucunda kırmızı ağıtlardan balonlar. Kim kirletti yeryüzünü kara adımlarıyla?