MÜRVER AĞAÇLARININ ALTINDA/Belgin BIYIKOĞLU

Ayperi, arabayı sokağın girişine park ettikten sonra moloz yığınlarına söylene söylene yürümeye başladı “Ne yol bıraktılar ne de kaldırım düşüp kalmasam iyidir” ayağıyla yoluna çıkan bir tahta parçasını itekleyip birkaç adım daha attı, bir demir parçasına takılıp tökezledi .“ Neyse bu sefer de ucuz atlattık ! ” Kafası önde kendini kollaya kollaya yürümeye devam etti. Sokaktaki bütün apartmanlar yıkılmıştı, üstelik de plansız programsız. Tozlu,tekinsiz bir karanlık çökmüştü ortalığa. Sesli sesli söylenmeye başladı yeniden “ Ahhh! Saime ahhh! Ne yapsam ne etsem gönderemedim seni bir türlü. Güya bir kahve içip gidecektin, yarın yıkıma başlamasalardı kolaydı, öğleyin gider alırdım ama yıkıma sabah yedide başlanacakmış yaktın beni.”

Annesinin taşınma işi onu tahmin ettiğinden daha çok yormuştu. Korkusunu bastırmak için olsa gerek yeniden kendi kendine konuşmaya başladı. “Bu kentsel dönüşüm iyi hoş; yeni, güzel sağlam binalara sahip olacağız tamam da bütün şehir dev bir şantiyeye dönüştü, ne zaman bitecek, sonuçları ne olacak belli değil? Meşakatli iş, üstelik tozu tomuru, pisliği de cabası. Daha işimiz çok, hadi bakalım şu paketi bulalım önce. Yanılıyor olamam, onu da diğer kendi taşıyacağım kolilerle birlikte tezgahın üzerine koymuştum. Adım gibi eminim, dün diğerlerini götürürken tezgahın üzerinde olsaydı mutlaka görüp alırdım. Çocukluğum gençliğim, yitip giden ilk aşkımdan kalanlar onun içindeydi… Ah Salim ne yakışıklı, ne iyi bir çocuktun sen. Yaşasaydın, kim bilir?” Yüreğine bir sızı girdi, içi ürperirken boş, karanlık sokaktan duyduğu ürküntü daha da arttı. “ Korkacak bir şey yok, telefonum elimde. Hemen alıp çıkacağım, banyodaki dolaptadır, başka nerede olacak? Koşa koşa gider, alır çıkarım.” Üç numarada oturan İclâl Hanım’ın apartman görevlilerinin inşaat bitene kadar, binaya bekçilik yapacağını söylediğini anımsayınca, “Necmi inşallah buralardasındır!” diye, seslenerek apartmana doğru ilerledi.

Dört katlı apartman, serin gecenin içinde; yaşlı, yorgun, terk edilmiş, umarsızca son darbenin vuruluşunu bekliyordu. Sokağın hatta mahallenin ilk apartmanı olduğunu düşününce; yıkılacak olması çok daha acıklı, hüzünlü geldi. Çocukluğu burada geçmiş, bu apartmandan gelin olmuş; babasını buradan ebediyete uğurlamış, neşeli günler gibi, hüzünlü günler de yaşamışlardı. Hele o güzelim ağaçların olduğu arka bahçe yok mu? Ne çok anısı vardı orada…

Apartmanın giriş kapısını açtı, aradaki ışıklar yanmıyordu, cep telefonunun ışığıyla koşarak ikinci kata çıktı, kapıyı anahtarla açıp ilerledi, hemen banyoya girip, alt dolabı açtı, koli oradaydı işte. Kaptığı gibi kapıya yöneldi, yine cep telefonunun ışığıyla aşağıya indi. Derin bir oh çekti. Dışarısı aydınlanmış, dolunay çıkmıştı. Bahçe kapısına doğru hızlı adımlarla ilerliyordu ki isminin söylendiğini işitti. “ Ayperi…Ayperi…” Kadın<span>, erkek karışıktı sesler …Dolunay, ıssızlık, sesler… Olduğu yerde durup kulak kesildi, “ Ayperi… Ayperi…” Etrafına bakındı korkuyla. Biraz ilerisinde,dolunayın şavkının vurduğu kameriyede, oynaşan ışıklar ve gölgeler çarptı gözüne. Efsunlanmış gibi kameriyeye doğru ilerledi. Masanın etrafındaki sandalyelere oturmuş, bakışlarının üzerinde gezindiğini sezinlediği beş gölge… Ayak uçlarına kadar ürperdi. Bayılırsam ne yaparım diye düşündü bir an ardından derin derin nefes alıp sakinleşmeye çalıştı. Gölgelerden biri ona doğru yürüyerek konuşmaya başladığında elleri ayakları buz kesti.

Çok genç bir erkek sesi…

“Hoş geldin Ayperi. Biz de seni bekliyorduk. O bilye,gazoz kapağı ve topaçların olduğu mukavva kutuyu banyo dolabına koyan bendim. Bu akşam buraya gelmen için. Gelmeseydin çok üzülecektim, neyse ki geldin.”

“Siz kimsiniz, şaka mı yapıyorsunuz, Necmi sen misin?”

“Şaka değil! Benim, ilk aşkın. Hani hiç unutmayacaktın beni? Başucumda ağlarken öyle diyordun.”

“Of! Bıktım bu şakadan gidiyorum ben”

“Biraz düşün o kutuyu niye sakladığımı, içinde bir de yaz kampına gittiğimde Erdek'ten sana attığım kart vardı, bildin mi?”

Ayperi, ne diyeceğini, düşüneceğini şaşırmıştı rüyada olmalıyım diye düşündü, son zamanlarda tuhaf rüyalar görüyor,eskisi gibi deliksiz uyuyamıyordu. Evimizin yıkılacak, anılarımın toprağa karışacak olması üzüyor beni. Ama gölgeler buradalar işte… İçi çekilir gibi, oldu, nefesi kesildi. Zaten merdivenleri koşarak çıkmaktan hızlı hızlı atan kalbi iyice gümbürdemeye başlamıştı. Gitmek ardına bile bakmadan kaçarak uzaklaşmak isterken ayaklarını kımıldatamadı bile. Olduğu yere çivilenip kalınca, sesli sesli ağlamaya başladı. Bu yaşadığı neydi şimdi? Şaka dese yok, değildi. Düpedüz kâbustu bu…

Konuştuğu gölgenin kendisine iyice sokulduğunu hissettiği anda, sıcak bir el onu elinden tutup sandalyenin yanına getirdi. Tedirginliği artsa da yapacak bir şeyinin olmadığını anlamanın verdiği teslimiyetle, elindeki koliyi masanın üstüne koyarken kendini sandalyeye bırakıverdi. Zaten biraz daha ayakta kalsa bayılıp düşüvermesi işten değildi.

“Salim’im ben. Korkma. Seni korkutmak istemedim.”

“ Hangi Salim?”

“Çocukluk, ilk gençlik aşkın Salim. Unuttun beni değil mi?”

“Salim mi? Hadi canım. Onu kaybedeli çok uzun zaman oldu”

“Haklısın, aranızdan ayrıldım ama başka bir boyutta buradayım işte!”

“Olabilir mi öyle bir şey? Saçmalamayın, bitirin bu şakayı”

Ayperi’nin eli ayağı iyice tutmaz oldu. Gölge, yumuşacık bir ses tonuyla anlatmaya başladı.

“Gerçekten benim, seni korkutmak istemiyorum,yardımına ihtiyacımız var, onun için buradayız”

“Ne yapabilirim ki ben. Hem madem Salim'sin, anlat o zaman nasıl öldün?”

Ayperi, niye öyle söylediğini anlayamadı, beklenmedik cesaretine kendisi de şaşırarak, Salim’i son gördüğü günü hatırlamaya çalıştı. O sabah on civarı kapıda belirip ben Boralara gidiyorum, akşama görüşürüz demişti, yanağına sımsıcak bir öpücük kondurarak. Farkında olmadan eliyle yanağını okşadı.

“ O gün seni Taksim’e götürmek istemedim, provokasyon olabileceği söylentileri dolaşıyordu ortalıkta, başına bir şey gelmesinden korktum. İyi ki de atlatmışım seni, bak! Neler oldu. Sana bir şey olsaydı, dayanamazdım. Aslında, o kalabalığı ve coşkuyu görmeni çok isterdim. Alanı gördüğümde, tamam dedim devrim yakında. Onca insan omuz omuza türküler söylerken, büyülü başka bir dünyadaydık…”

“Dur bir dakika! Kendini haklı çıkarma hemen. Daha önce konuşmuştuk birlikte gidecektik hani?”

“Nasıl olsa önümüzdeki yıl sen de üniversiteli olacaktın,o zaman birlikte gideriz diye düşündüm. Kıyamadım sana. Seneye dedim. Seneye, el ele,bizim gibi düşünen binlerce kişiyle omuz omuza hep bir ağızdan devrimci marşlar söyleyip…”

“Söyleyemedik ama… Nasıl oldu peki. Kalabalıktan mı ezildin? Zor tanımışlar seni. Ben son kez bakamadım yüzüne, seni hatıramda kaldığın gibi anımsamak istedim. Sen de Kazancı Yokuşu’nda mı ezildin?”

“Alan çok kalabalıktı, acayip bir coşku vardı kitlede. Hani birkaç gün önce, Fenerbahçe Burnu’na gitmiştik, denizin sesi kulaklarımızda, papatyalar, martılar… Sen dizlerime yatmıştın, ilk kez orada öpmüştüm seni. O an duyduğum coşkuya benziyordu. Bütün dünyaya kafa tutabileceğimi hissettim. Başka bir âlemdeymişim de gizli güçlerim varmış gibi… Halay çekip türküler söyledik bir süre, kürsüde konuşma yapılıyordu tam karşıda pankartın sağ tarafında ben vardım ‘Faşizme karşı omuz omuza’ slogan atıyordum sonra kısacık bir an, çok kısa ama sessizlik oldu. Sonra da korkunç bir uğultu kapladı her yanı. Kaçmak, oradan uzaklaşmak istedim gidemedim. Pankartı delip göğsüme girmiş kurşun, anlayamadım bile.Bir kaç saniye önce hayal mi gerçek mi olduğunu anlayamadığım? Eli silahlı adamlar görmüştüm Sular İdaresinin üstünde… İnsanlar atlayıp geçtiler üzerimden, Kazancı Yokuşuna doğru… Sen geldin aklıma önce,o güzel siyah gözlerinin yaşlarla dolacağını düşündüm, bana kızacaktın, biliyorum. Korktun mu diyecek olsan? Hiç korkmadım, zorlu bir yolun başında olduğumu biliyordum. Gidişimin erken olduğunu düşündüm sadece, daha yapacak çok işim vardı. Devrim için savaşacak, devrimi görecektik birlikte… Sonra daha doğru düzgün öpememiştim bile seni… Annem bensiz …Yok dedim,her şey bitmiş olamaz, dayanmalısın, direnmelisin. Annemi, babamı seni üzmek hiç istemedim. Hepinizin hayalleri vardı…Benim hayallerim de …. Barış içinde yaşanacak; eşit, özgür adil bir dünya, aydınlık yarınlar… ”

“Ne yani, gerçekten sen misin? O gün, arkadaşımla ders çalışacağım, yarın sınavım var, bu sene gitmeyelim, seneye gideriz 1 Mayısa demiştin bana. Bora’yla Moda’da ders çalışıyorsunuz zannederken, akşam olup eve gelmeyince, çıkan olayları da duyunca deliye dönüp önce Bora’yı aramıştık. O da şaşırmıştı, nerede olduğun konusunda fikri bile yoktu. Babamla ben karakollara bakmıştık, annenle baban da hastanelere.Seni üç gün sonra toprağa bıraktığımızda hepimizin bir yanı da seninle birlikte ölmüştü. Zavallı babacığın da yılına kalmadan…

“Sizi üzdüm, biliyorum, ama elimden bir şey gelmezdi. Büyük şairin dediği gibi, “Ben yanmasam sen yanmasan nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa”.

İki damla yaş süzüldü Aylin’in gözlerinden. Önceleri çok zor olmuştu, sonra sonra hatıralarının arasından bir masal kahramanı gibi uzaktan, hep el sallamıştı ona.

“ Şimdi, seni arkadaşlarımla tanıştıracağım, daha doğrusu onlar sırayla kendilerini anlatacaklar”

“Dur önce bir sarılayım sana”

“Kocan kızmasın sonra”

“Senin benim için ne kadar özel olduğunu bilir o. Hem bir hayaletten ne zarar gelebilir ki?”

“Şimdi, artık ben konuşabilir miyim?

Hemen yanında oturan gölge ayağa kalktı.

“Ben sizin gada şanslılardan değelem. Raşit Emmim, vakti zamanında bizin köyden galkıp ta burlaa gapıcılık etmeğe gemiş. Anamı toprağa sakladığımız o berbat gıştan sona, belki azcık kederim azalı diye, aldı getidi bu apartumana. İlkokul ikinin yazıdı. Bahçede sizinle oynaken, sıkıntım, acım, öfkem hiç bi şeyciğim galmıyodu. Bizin küçük sıpa Nazlıcan gibi oradan oraya zıplayıp, neşeleniyodum. Çocukluk işte…”

“Aaaa! Zayıf, kavruk yüzlü, sessiz bir çocuk vardı hatırladım şimdi. O sen misin? Adını unuttum ama. Evet o yaz ne güzel oyunlar oynamıştık hep birlikte”

“Bekir, adım Bekir”

“Sonra bir daha gelmedin sanırım”

“Çoh istedim, amma nasip olmadı bi da. O yazı hiç unudamadım, sizin yanınızda her şey bi başkaydı, vallah insan olduğumu, çocuk olduğumu anlamış, bi de bi gözel oyunla öğrenmişim ki. Gara tren geçeken anam&nbsp; içinden el sallayacakmış gibi geli, dumanı gaybolana gadan ardından bakadım.Salim, sen, Müge ta şuraya sahne kurup, bize piyes seyrettirdinizdi. Radyonun içinden çıkan bilim gadını, iki gardaşın ödevlene yardım ediyodu. Sen bilim gadınıdın,üzerinde; gök mavisi, gısa bir elbise gözlende yuvarlak gözlükle vadı. Ya Müge, sarı saçları, yeşil gözleri hele de o pembe, kabarık etekli, gısacık elbisesinlen çoğ gözeldi. İkiyniz de çok gözeldiniz amma vallah Müge başgaydı. Vurulmuşam ona. Sevdalanmag için güçüktüm elbet amma sevdalığın yaşı olur mu? Müge bi haberdi tabii. Hoş olsa da dönüp bagmazdı ya. Sahi Müge ne oldu bacım ? Artiz oldu mu? Öyle sölerdi ya. Hala öyle gözel mi?”

Ayperi, birazcık ta olsa rahatlamıştı. Bir kahkaha koyuverdi.

“Çocuk doktoru oldu. Hala çok güzel ve tabi ki benden çok daha genç görünüyor. Ama burnu, çenesi, gıdısı her yeri değişti, birazcık elden geçti anlayacağın.Tanıyabileceğini sanmam. Peki sonra sana ne oldu ?”

“Yaz sonu, köye dönünce garar vidim,okuyup sizlenki gebi bir hayate gavuşacağdım,amma anca orta mektebi bitirebildim. Parasızlığın, fukaralığın gözü kör olsun. O bedbaht olay olmaydı; emmim, askerden sona burda bir işe koyveceğdi beni. Dokuz yüz yetmiş sekiz de>, piçin biri, gara bahtlı, gözeler gözeli Fatma’nın garnını şişirmemiş mi, ta on dört yaşında<span>.. Dedem senin yaşın uygundu deyip makineyi dutuşturdu eliyme, yapamam desem de ne fayda. Zavallı bacım, sıtma tutmuş gibi ditreyip, kendine bu kötülüğü yapanın Cevat enişte olduğunu söyledi. Küçük teyzemin Allan belası gocası, hiç hazzetmezdim zati.Ağzını bağlayıp; döve döve, zorla gardaşıma… O iti her yerde aradım, ardına düştümden heberi omuş, gıstırdım bunu, meğer bu da beni golla durumuş, ikimizde aynı anda basmışız tetiğe. Onun o pis suratının ortasına..”

“Fatma. Fatma’ya ne oldu?”

“Bizim ardımızdan samanlıkta ip dolamış boynuna...Bahtsız bacım…”

“Nasıl bir şey bu? Can almak niye? Kanun var, nizam var, kız kardeşinle gelirdiniz İstanbul’a yaşar giderdiniz”

“He ya. Buralarda yaşagen bunu demek goley ,töreler…Tabii töre nedir ne bilcen? Yaşatırla mıdı bizi? Gara yazgı, nerde olsağ gelip bulurdu yine. Fatma’m zavallı gardaşım,suçu olmasa da…Bura, benim huzur bulduğum tek yer.Sizleri danıyıp, cennet gibi,yemyeşil, bin bir çiçeğin olduğu bu gözel bahçayi gödükten sona, dozlu, susuz, fukara köyümüz; kızgın, asık suratlı adamla, gözlenin feri sönmüş biçare gadınla, hastalıklı bebeyler…Oralar bana cehennem gibin geldi burdan gidende. İki ayrı dünya. Ah! Bir öğretmen olaydım.O zaman oradaki bebelere,deyiverecektim. Dünya aslında güzel bir yerdir, başka türlü, insan gibi yaşamağ pekâlâ mümgündür”

“Yeter senin konuştuğun, şimdi zamanımız dolacak, bize sıra gelmeyecek!”

Karşısındaki sandalyede, oturan gölge konuşmuştu. Sesinden anladığı kadarıyla asi bir genç kızdı konuşan. Şimdi sanki bir arkadaş ortamındaymışçasına rahat hissediyordu Ayperi kendisini.

“İyi madem, sizi de tanıyalım”

“Adım Beyza. O gün,yani… Annemlerle pis bir tartışma yaptım.Canımı çok sıktılar, kapıyı çarptığım gibi çıktım gittim, doğru Yalova’ya anneannemin yanına. Hava nasıl da sıcak? Yapış yapış, iğrenç…

“Aaa! Küçük Beyza! Canım benim. Peki kapıyı çarpıp çıkacak kadar derdin neydi?”

Üniversite sınavı sonuçlarını bekliyorduk. Babam ve annem mühendislik okuyup, sonra da şirketin başına geçmemi istiyorlardı. Ben onların istediği tercihleri yapmadığımı, yapmayacağımı, beni zorlayamayacaklarını söylediğimde, ikisi birden delirdiler”

“Sen ne olmak istiyordun peki? Çocukların istekleri önemli, hayat onların ama anne babaların da fikirlerini söyleme hakkı var. Yine de evi terk etmek…

“ Ben onları terk etmedim ki biraz uzaklaşmak istedim sadece. Anlamıyorlardı bir türlü. Dans etmek istiyordum. Sonsuza kadar, sadece dans etmek… Dans, karın doyurmazmış, gül gibi şirket beni beklerken sefil mi olacakmışım, yoksa kötü yola mı düşmek istiyor muşum? Yalova’ya gelince hemen sahilin dibindeydi anneannemin evi. Anneannemle hasret giderdikten sonra, deniz kenarında çocukluk arkadaşlarımla buluştum, konuştuk, eğlendik. O kadar çok güldük ki.  Gece geç vakit, döndüğümde annemlerle yaptığım tartışmayı hatırlamıyordum bile, canım anneannem salondaki kanepede uyukluyordu, onu uyandırmaya kıyamadım. Elimi yüzümü yıkayıp yattım, hemen uyumuşum. Bir ara uyandım, terden sırılsıklam olmuşum hemen üstümü değiştirdim. Çok bunaltıcı bir geceydi, su içtim tekrar uyumaya çalıştım. Tam dalmak üzereydim ki önce, kocaman bir devin uyanış homurtusuna benzer sesler, ardından da çatırtılar işittim. Koşarak anneannemin yanına gittim. Sonra, bitmek bilmeyen bir sallantı başlad.Sallandık sallandık hiç durmayacak sandım, sarıldım ona, uyandı. Kanepede öyle sımsıkı sarıldık… Bir ara sallantı yavaşladı, anneannemin dua okuyan sesini duydum o zaman, ‘Korkma kuzum korkma yavrum’ diyordu bir yandan da. Korkmamak mümkün mü? Sonra ,yeniden sallanmaya başladık, toprak bizi içine doğru çekti, nefesim kesilirken annemle babam geldi gözlerimin önüne, ölürsem çok üzüleceklerdi. Karanlığın içine iyice gömülürken,onları ne kadar çok sevdiğimi anlayıp ağlamaya başladım. O kadar çok ağladım ki anneannem durmadan gözyaşlarımı sildi. Bir yandan da ‘Korkma kuzum,korkma kuzum’ diye fısıldıyordu kulağıma. Sonra fısıltı kesildi, sonra da….Üç gün sonra, anneannemle ikimizi,birbirimize sarılı olarak ….Burası benim çocukluğum, yuvam, huzur bulduğum tek yer. Hele ki baharda bir de dolunay varsa… Ay ışığı, mürver ağaçlarının çiçeklenen dalları arasından süzülürken; içimden sürekli dans etmek gelir… Anneannem de ben de bir sürü insan da çürük yapılan binalar yüzünden öldük. Şimdi bakıyorum, herkes depremi unutmuş. Her yere apartman, ev yapmışlar,kentsel dönüşüm diye acayip yüksek binalarla doldurmuşlar güzelim memleketi, ne bir park ne de deprem toplanma alanı kalmış. Bu gidişle, yakında insanlar nefes bile alamayacaklar.

“Çok üzücü. Küçükken öyle güzel bir çocuktun ki bayılırdım sana. Sonra evlenip Suadiye’ye taşınınca eskisi gibi sık görememiştim seni. Anneni görmeye geldiğimizde, ‘Keşke o gün, onunla hiç tartışmasaydım, yaşasaydı da ne isterse onu yapsaydı’ Diye dövünmesi gözümün önüne geldi şimdi. Çok acı, çok zor.

Ayperi derin bir iç çekip, sol yanına döndü.

Çok değişik bir ses tonu vardı genç kadının. Ağır ağır tane tane konuşuyordu. Kibar narin birisi olmalı diye düşündü, Ayperi.

Bendeniz Sitare. Seneler evvel burada, bahçesinde enva-i çeşit ağaçların çiçeklerin olduğu şahane bir köşk vardı. Köşkümüz. Şu arka cenaptaki mürver ağaçlarının ekserisi o vakitlerden kalmadır. Baharda her yan misk-i amber kokardı. Güller, nergisler, laleler, zambaklar, arsız akşam sefaları adeta birbiriyle yarışırdı. Feneryolu, pek tenhaydı o vakitler,bizimkinden başka köşk yoktu etrafta. Saray-ı hümayun hekimi pederim, kıymetli valideciğim, değerli hemşirem,küçük biraderim ve bendeniz, pek seviyorduk yuvamızı. Halayıklarımız pervane misali etrafımızda dönerlerdi. Pek refikam yoktu lakin, arada kuzenlerim teşrif ederdi.Mesut, bahtiyar yaşayıp giderken; bir gün, atıyla bizim evin alt yolundan geçen civanımı gördüm. Şimdi kısaca cadde diyorsunuz ya. O zamanlar dar bir toprak yoldu orası. Devrisi günde, sonraki günlerde de… Zabit üniformasıyla, atın üstünde bir heybetliydi ki ser bülendim, canım efendim.

Efsunlandım, sevdaya düştüm.  Melankoliye tutuldum. Hayali zihnime nakşolundu. Dayanamadım, bir gün atının önüne çıkıverdim. O devirde hanımlar şimdiki gibi ortalıklarda gezinmezlerdi. Şaşırdı tabii, ama civanım da gözlerini de alamadı benden. Gayet mesut Leyl –i didar ederken, muhterem pederim haberdar edilmiş durumdan. Köşkün dışına çıkmam men edildi. Güya ilim irfan sahibi, münevver biriydi, en ala muallimlerden dersler aldırmıştı bana. Lakin, beni bir paşaya verip saray-ı hümâyundaki yerini garantiye almak istermiş. Mecnun’a döndüm. Yemeden içmeden kesildim, bitâp düştüm, yatağa serildim. İnce hastalık dediler. O paşayla nişanlandığımızın ikinci ayına, toprağın koynuna bıraktılar beni. Bir ocakta vefat vuku bulduğunda, her şeye,herkese sirayet ediyor. Pek kıymetli valideciğim de hemen sonraki sene ardıma düşüp geldi, daha sonra da civanım…Onca vakit geçti,memlekette hâlâ daha, sevdalılarıyla kavuşamıyor hanım kızlar, beyler. Hep hicran. Pek acı…

“Sıra nihayet bana geldi herhalde”

Sesin sahibi öfkeliydi.

“Sizin doğduğunuz seneydi ölümüm. Salim bebekti, Müge’yle sen henüz annelerinizin karnındaydınız. Ben evlenip geldiğimde,bu apartman daha yeni yapılmıştı. Hepimiz taze evliydik, sizin annelerinizin yediği, içtiği ayrı gitmezdi ama ben pek sokulamazdım aralarına. Lütfü,kocam benden tam yirmi yaş büyüktü apartmandan kimseyle görüşmemi, samimi olmamı istemezdi”

“Annem bir kere bahsetmişti. Saniye Hanım olmalısınız. Kocanız aşıkmış size, çok severmiş, eliniz sıcak sudan soğuk suya değmezmiş. Durmadan hediye alır, her gün çiçek gönderirmiş. Bir de çok kibar, nazik bir adammış. Sonra acıklı bir şeyler olmuş”

Acı, tiz bir kahkaha nemli gecenin içinde yankılandı. Ardından gölge yeniden konuşmaya başladı.

“ Hiçbir şey dışarıdan göründüğü gibi değil. Kocam Fransa’da eğitim almış, zengin bir ailenin oğluydu, bense; işsiz bir babayla terzi bir annenin orta ikiden terk kızıydım. Annem>, evlere dikişe giderken bazen yanında beni de götürürdü. Teyzesine gittiğimiz bir gün,kapı aralığından görüp, beğenmiş beni. Ortanın üstündeki boyum, beyaz tenim, kömür karası gözlerimle çirkin de sayılmazdım ama yine de beni seçmesine şaşırmıştım. Gönlüm başka birindeydi, istemem desem de sesimi duyan olmadı. İyi kısmet diye veriverdiler. Vermez olaydılar. Gerçi nişanlı olduğumuz zamanlarda,çok hoş tuttu beni. Yeni, renkli bir dünyanın kapısını açtı. Tiyatrolar, sinemalar, gazinolar, güzel elbiseler, mücevherler, şapkalar… Rüyada gibiydim, eski sevgiliyi çabucak unutuvermiştim. Kim sevmezdi ki güzel şeyler. Ah! Aptal Saniye… Ayaklarım yerden kesilmiş, hoşlanmaya, sevmeye başlamıştım onu. Kafama tüküreyim. Balayından döndükten sonra da gezmeye, eğlenmeye devam ettik. Bir süre daha rüya aleminden çıkamadım, ta ki gerçek yüzünü bana gösterene kadar. Fantezinin her türlüsüne açık, pis bir sapıkmış meğer, kocam demeye utandığım o rezil yaratık! Anneme bahsedecek oldum, dinlemedi bile beni. Arada ona para verip, hediyeler alarak gözünü boyuyormuş. Git gide sapıklıkları arttı. İğrenç adam, haberim olmadan ilişkimizi başkalarına seyrettiriyormuş, bir de utanmadan anlattı bana. O dakikada, tiksindim ondan. Her hafta sonu, aynı otele gitmemiz ondanmış meğer. Ama o da yetmemiş olacak ki, benim değişik adamlarla ilişkiye girmemi istedi. Kabul etmedim, o kadar alçalamazdım. Direnince, hakaret etti, dövdü.

“Boşansaydınız hemen”

“Ahh! Arkamda aile mi vardı ki, çok gençtim, hem o devirde boşanmak bugün ki gibi kolay değildi. O gün.O gün, kendinden de yaşlı bir adamla çıka geldi, içki istediler verdim, sonra açıkça “Hadi artık sevişelim üçümüz “dedi. Kabul etmiş gibi yapıp yatak odamıza gittim, şifonyerin gözünden revolveri alıp salona geri döndüm. Metalin soğukluğu, önce içimi ürpertse de<, sonradan nasıl bir cesaret verdiyse artık… Kocam şaşkın ama kösnül bakışlarla karşımda kalakaldı, öteki adam, elimdeki tabancayı görünce tabanları yağlayıp kaçtı. Sonra Lütfü, önümde diz çöktü, adeta şehvetten ağzı çarpılmıştı deyyusun. Aslında, sadece korkutmaktı amacım, ama onu o durumda bile öyle, o halde kendinden geçmiş görünce… Böyle bir pislik bu güzel dünyayı kirletmemeli dedim. Dan… Dan… Dan… Kan gölü… Birden telaşa kapıldım, salondaki kristal aynada şakağıma silahı dayarken gördüm en son kendimi. Silah bu, çok tehlikeli bir şey, insana ne yaptıracağı hiç belli değil. Gazeteler, kıskanç koca ,karısıyla aşığını yakalayınca onuruna yediremeyip, önce karısını ardından kendini öldürüp, intihar etti diye yazdı. Her duyduğunuza inanmayın. Doğrusu,  tastamam anlattığım gibi oldu. Görüyorum ki yıllar geçse de kadınlara yapılan zulümler bitmemiş. Kız çocuklarını okutsunlar kimseye boyun eğmek zorunda kalmasın kızlar.

“Şimdi, sen merak ediyorsundur, neden buraya toplandık ve niye seni çağırdık?”

Konuşan Salim’di.

“Merak ediyorum tabi. Dinliyorum”

“Zamanın içinde gezinen, seslere dönüştük biz, olduğumuz yerden fazla uzaklaşamadan, boşlukta dolaşıp duruyoruz. En sevdiğimiz yer de bu kameriye ve arka bahçedeki ağaçlar, özellikle de mürver ağaçlarının altı.Senden istediğimiz, bu ağaçların düzgünce taşınmasını ve muhafaza edilmesini sağlaman, inşaat bitince de tekrar aynı yerlerine diktirmen. Bir de bize apartman tamamlanana kadar, kalacak huzurlu ağaçlıklı bir yer bulman. Sevildiğini bil. Oy birliğiyle bu iş için en uygun kişi olarak seni seçtik”

“Çok zor bir şey istiyorsunuz benden. Ağaçlara göz kulak olur, hepsinin olmasa bile şu daha genç mürver ağacının, yaseminlerin yeniden dikilmesini sağlarım ama, başka huzurlu ağaçlıklı bir yer. Hım. Orası biraz zor işte . Bilemiyorum”

Derin derin düşüncelere daldı Ayperi,  bu yakınlarda hem ağaçlı hem huzurlu bir yer, hem de bu itiş kakışın arasında…

“Hemen cevap veremem size, aramam, düşünmem lazım . Sen, her zaman kalbimin bir kenarında olacaksın, arkadaşlarını da tanıdım artık sizi böyle bırakamam, bulmaya çalışırım. Öyle bir yer olmalı. Huzurlu, ağaçlı bir yer… Koca şehir… Bulurum elbet. Bulurum… ”