Kapı/ Meral Kutluğ İLSEVER

Gözlerini açtı. Hiçbir şey göremiyor gibiydi; elleriyle ovuşturdu, göz kapakları sarkık ve buruşuktu. Hava henüz aydınlanmamıştı. Başucundaki komodinin üzerinde, ilaç kutularının yanında duran, kalın camlı gözlüğü taktı. Zorlukla doğrulup bacaklarını aşağıya sarkıttı. Ayakları iri ve sıskaydı. Parmakları uzun ve çirkin görünüyordu.

 Eskiden de böyle miydi acaba, diye geçirdi aklından. Bu çirkin ayakları görmemek için mümkün olduğunca hızla, terliklerinin içine soktu onları. Sonra karısının nefret ettiği çizgili pijamasını çekiştirdi belinin yukarısına doğru; eski atletinin üzerine, koltuğa attığı pijama üstünü de sırtına geçirdi. Pijamayı çok çekmiş olmalıydı; pörsümüş erbezlerini acıtmıştı kalın dikişler, tekrar biraz aşağıya indirdi. Şu ara her işini yaparken inliyordu sanki. İlaçların yanında duran bardaktan biraz su içti. Ölmekten çok korkuyordu; bu nedenle başının ucunda daima, acil durumlarda alabileceği hapları bulunduruyordu. Çoğu arkadaşı, çeşitli sağlık sorunları nedeniyle ölmüştü. Zaten pek arkadaşı da yoktu. Çocuklar alıp başlarını gitmişler, kendi hayatlarına dalmışlardı. Elliye yakın yıldır beraber olduğu karısı ile sadece zorunlu hallerde konuşabiliyordu. Gençliğinde çok güzel olan kadıncağız, yaşlılığı ve çirkinleşmeyi bir türlü kabullenemediğinden, başına gelen her türlü olumsuzluktan da kocasını sorumlu tutuyordu.

Yavaşça, bir eliyle komodinden destek alarak ayağa kalktı. Mutfaktan gelen seslere bakılırsa, karısı kahvaltıyı hazırlıyordu. “Bir zamanlar iş yaparken sürekli şarkı söylerdi bu kadın.” diye düşündü. “Çok yaşlandı zavallı…” Yatak odasından çıkmak için sola dönüp yürüdü; ancak iki adım atmıştı ki karşısında ahşap, çok güzel cilalanmış, tokmağı sarı pirinçten bir kapı gördü. Bu yabancı kapı adeta tavanda bir yerlerden sarkıyor gibiydi. Durakladı; gözlüğünü çıkarıp, pijamasının kenarı ile sildi. Temizlendiğinden emin olunca, yeniden taktı. Değişen bir şey yoktu,  kapı olduğu yerde duruyordu. Elini uzatıp dokundu, varlığına iyice inanınca tokmağını kavradı ve açtı. Kocaman, ağır kapı dışarıya doğru beklenmedik bir kolaylıkla açılıverdi. 

Önünde yemyeşil geniş bir çayırlık ve masmavi bir gökyüzü vardı. Uzaktan köpek sesleri ve kuş cıvıltıları geliyordu. Artık hiçbir mantıklı düşünce yürütemez haldeydi. Eşikten adımını attı. Vücudunun inanılmaz bir hazla titrediğini, adeta sarsıldığını duyumsuyordu. Tıpkı eski günlerdeki gibi. Fakat böylesine güçlü bir deneyimi ilk kez yaşıyordu. Ellerini bacaklarının arasına götürdü, çok sıcak ve çok sertti. Adeta çok mutlu bir olaydan sonra sevinçten hıçkıra, hıçkıra ağlamış gibi sarsılıyordu bedeni. Ne kadar zaman geçtiğini kestiremediği bir süreçten sonra nihayet soluk alıp-verişleri normale dönmeye ve vücudu kazanılmış bir yarıştan sonraki mutlu yorgunluğa doğru evrilmeye başlamıştı. Yüzünde kocaman bir gülümsemeyle gözlüğünü çıkartıp boşluğa fırlattı, terliklerini sağa sola savurdu. Derin bir soluk alıp, çıplak ayaklarını okşayan, yumuşacık otlara sırt üstü keyifle serildi. Sanki bütün ömrü boyunca bu kadar mutlu olmamıştı.

Çok uzaklardan, yatak odasının kapısını açan karısının, kulakları parçalayan çığlığı geliyordu. Ama o hiç rahatını bozmak niyetinde değildi.