KABUK/Erinç BÜYÜKAŞIK

İçimdeki kuşlar kaçacak ufuklar arıyor bir süredir. Cehennemin içinde alevler içindeki kanatların benim gibi bir baş belasından kurtulma isteğini anlıyorum hayli hayli. Patlama sırasında meydandaki ölülerden biri olamamak. Ne büyük bir suç bu? Hayatta kalanlardan olmak...

Apartmanın kirli, loş boşluğunda bakışlarına takılıyorum. Kısık hıçkırıklarla karşıladı beni. "Gözaltında bir şey yaptılar mı?" Anadan üryan beklettiler desem. Koğuş soğuktu desem. Biraz ötemdeki Meral'in kanlı yüzünü gördüm yarım yamalak uykumda ya da... Sabaha doğru, alaca saatlerde ki sen kör bir zaman demiştin, bıraktılar beni. 

Ambülansları beklerken alana tomalarla girdiler o gün. Göz gözü görmüyor. Bu duman bulutu yerleşmişti üzerimize patlamadan sonra. Gün erkenden, tanrısal bir buyrukla batmıştı sanki. Ahmet'in parçalanmış gövdesini utana sıkıla örtmeye çalıştım "barış" yazan dövizle. İlerde bir göz, kalabalığı izliyordu sanki. Tedirgin bakışlarla gezindi aramızda. Saçı sakalı birbirine karışmış bir oğlan. Tekinsiz bir yüz. "Gümmm"  derinden gelen bir uğultu. Meral'in yaralı olduğunu düşündüm ilkin, suni teneffüse yeltendim, Tıp öğrencisi Ali yetişti imdadıma. Gözleri ağlamaktan şişmiş çocuğun. Dövizlerin, pankartların üzerinde taşımalı yaralıları. Ötede patlattı kendini o tekinsiz bakış. 

Hastane yerine polis otobüsünde buldum kendimi. Kanamam var dediysem de genç çeviğin dinleyesi yoktu zaten beni. 

Suçluluk duymana gerek yok Ahmet. Karakolda öldürmüyorlar kimseyi, hırpalıyorlar bir hayli ama. Hastanede ilk yardımdaki doktor koluma pansuman yaptı neyse ki. Meral hastaneye yetiştirildi mi diye içim içimi yiyordu o sırada. 

Suskunlaştım git gide. Zaten ağzı var dili yok biriyimdir bilirsin. İçimdeki ağıtları dillendirmek kendimi acındırmak olacak sadece. Sus pus olmak daha doğru. Eve girdiğimde anahtarı kilide sokar sokmaz açıverdin kapıyı. Avukatı tembihledim, geceden beri haber bekliyordum senden, deyiverdin. Sokakta yalpalayarak, tüm bitkinliğimle atarken adımlarımı bir iki kişi geceden kalma olduğumu düşünmüş olmalı, Agop'un öküzü gibi bakıyorlardı bana.  Eve giden caddenin hep bu şehri ikiye böldüğünü düşünmüşümdü;, bir tarafı sarı, ölgün ışıklara terk edilmiş yoksul evler, öte tarafta ışıl ışıl dükkanlar, lokantalar. Karakoldan çıktığımda hala soluk alıyordu şehir. 

Gece zar zor uyuyabildim evde, gözün üstümdeydi hep, eşikte izliyordun beni. Ter içinde uyandım yine. Çarşaf küflenir mi, nemin boğduğu bu evde olurdu ancak. Karakolda limon yalayan, höpürdeterek çayını içen polis acıyarak baktı bir an bana. Vah zavallı, patlamanın şaşkınlığı içinde. Polise mukavemetten almışlar içeri. Ambulanstan önce Tomalar, çevikler girdi meydana, delirdim o an. Cızbız köftesini avurtlarını şişirerek çiğneyen, lokmalarını göstere göstere göstere yutan polis, aç mısın diye sormuştu. Dışardan istetebilirlermiş. Yarım saatte getiriyormuş kurye velet.  Meral'in yüzüne gri bir gölge düştü patlamadan sonra. Kanlar içindeki yüzü solgundu, daha demin türküyü bağıra çağıra söylüyordu kalabalıkla birlikte. Sesi yumuşacıktı kızın. Beyaz spor ayakkabısı ilişti gözüme. Topuklu sevmezdi oldum olası. Nasır, sırt ağrısı, burkulma ve ne menem sıkıntı varsa topuklulara yüklerdi üstelik. İlerde bir çocuk ayakkabısı. Necati'nin oğlanının olmalı. Kan rengi oldum olası sevmem zaten. Toz bulutu meydan.

Sokak lambalarının söndüğü, kuvvetli rüzgârın insanın içini titrettiği o saatte bıraktılar beni. Etajerin üstündeydi telefonum. Meral'in, Ali'nin cenazesi yarınmış. Kolum daha iyi, kızı kurtaramışlar hastanede. Paramparça olmuş iç organları. İç kanamadan gitmiş. Kanlı, bol cesetli filmlerden oldum olası hazzetmem bilirsin. Şimdi o filmin oyuncularından biri oluverdiğimi fark ediyorum. Ne rahatsız edici, mide bulandırıcı bir senaryosu var bu filmin. Pankartları sedye yapan Ayşen sendikadaki sağlıkçı Cihan'ın ses aracına taşıdı şehir dışından gelen üniversiteli iki oğlanı yanındaki bir iki kişiyle,  hastaneye taşıyacaktı o ses aracı yaralıları. Ambulanslar nerede diye söyleniyordum o an. Telefonun ışığıyla karanlığın içinde adım atmaya çalışıyordum. Ceset parçaları, yerlerdeki ayakkabıların sahiplerine ait. Ayakkabılar, cesetler, yaralıların inlemeleri... Bir iki küfür savurmuştum yerde yatan insanları görünce.  Yağmur mu yağdı o sırada? İki yana sallana sallana yürüyordu Cihan bir an. Bana baktı...

Karakoldan çıktığımda mavi, dümdüz ışıklı bir geceyi bitirmeye niyetli gibiydim. Kapıyı açtığımda sen çıktın karşıma. Tüm gövdem uyuşmuştu yolda yürürken. Ahmak ıslatan denen cinsten bir yağmur yağdı o ara o gün. Cihan kemikli elleriyle omzuma dokunmuş, şaşkınlığımı ve öfkemi dizginlemeye çalıştı ilkin. Belki kar yağar demişti Cihan. Yağan karı kıpkızıl hayâl ettim bir an. 

Eve gelirken aradım Meral'i. Telefonu kapalıydı yine. Annesini aramaya cesaret edemedim bir türlü. Cihan da bir şey demedi bana zaten. Damları saran martıların çığlıkları, kukumav ötüşlerine karışıyordu. Dünya delirdi demek diye geçirdim içimden. Bu dünyanın encâmı neydi ki zaten? Saçları permenantlı, şık bir elbise giymiş genç kadın  soluk, ölü yüzüme bakarken sahici bir acı belirdi yüzünde. 

Bu zamanlar bize ait değil sanırım. Dış kapının mandalı gibiyiz anlayacağın. O gece meydandaki ölüler ilişti gözümün önüne. Böğüresim geldi. İncecik bir yağmur başladı yine yağmaya. Hala cama vuruyor damlalar. Yağmur kanı temizler değil mi?

Sahi kabuklaşır mı yaralar?

Yere düşeduran ve çakılıveren o genç oğlan ön sırada slogan atıyordu beş on dakika önce. Gırtlağından fırlayan ses bir ağıta dönüştü sonra. Yer gök gümbürdedi sanki. Düğümlendi sesim, gırtlağımın derinliklerinde ilkel bir bağırtı ve haykırıştım bir an. 

Sahi bir an gökkuşağı belirmişti yağmurdan sonra. Ölülerin üstünde renk cümbüşü vardı sanki. Hepimiz gökkuşağının altında bir esenlik battaniyesine sığındık. Ya da öyle varsaymak istedim. Cihan, Sevgi orada. Yaralıları pankartlarla taşıyor ses aracına. 

Yarım yamalak hatırlıyorum hepsini. Meral alay ederdi benimle, sen babanın tekne kazıntısı olursun ancak diye. Meydanda beni gördüğünde sevecenlikle gülümsüyordu bana. Belki de aşkla. Sonra... bir hayalet gibi gezindi kalabalığın içinde yüzü.

Bir kahve daha içerim. İçim ürperdi yine. Cenazeye gitmem gerek. Daha iyiyim inan.  Yüreğimdeki nasırları yumuşattı sesin gün boyu. Ağrılarım azaldı sabaha doğru. YAĞMUR KARA MI DÖNDÜ. LAPA LAPA HEM DE... BEMBEYAZ DEĞİL Mİ? BEYAZA KAN BULAŞMADI UMARIM.

O yarım yamalak uykumda toprak önce eğimlendi, sonra düşeyleştik, ağaççıklar çıktı karşıma, çamlar görünür oldu. İçimde bir esenlik hali vardı sanki. Kar yağmaya başladı ardından.