GECENİN BÜYÜSÜ/Meral Kutluğ İlsever

                                                  “ Gecenin matemini aşkıma örtüp sarayım, gittin

                                                     Artık seni ben nerede bulup yalvarayım..”

Gecenin bir yerinde incecik bir tıkırtı hissedip uyandı. Ayak ucundaki ahşap kitaplığın arkasından sesler geliyordu. Göğüs kafesini terk etmek üzere olan yüreği, çırpınıyordu. Bütün cesaretini toplayıp doğruldu yataktan. Yavaşça baş ucundaki çok sevdiği, eski okuma lambasını açtı. Kitaplığa yaklaştı, sesler yakınlaştı. Raflarda görünen hiçbir değişiklik, kıpırtı yoktu. Fakat seslerin, hemen onların altında yer alan küçük çekmeceden geldiğini fark etti. Derin bir soluk alıp gücünü topladı, acaba bütün ışıkları açsa mıydı? Bir iki saniye sonra bu fikrinden vazgeçti. Büyü bozulabilir, her şey yok olabilir ya da eski monoton haline dönebilirdi. Baş ucundaki ışığı kapattı. Böyle bir hata sonucu, sevdiği kadını kaybetmişti.  Portakal rengi saçlı, portakal çiçeği kokulu sevgilisini böyle bir gecede yitirmişti. Onu daha net ve yakından görebilmek, belki de, lezzeti de öyle midir merakı ile öpebilmek için ışığı yakma gafletine düşmüş ve her şeyi yitirmişti,. Kaybolmuş ve bir daha asla geri gelmemişti. Oysa (sayamadığı kadar çok) uzun geceler boyu sırt üstü yatıp, tavanda resmedilmiş gibi duran gökyüzünün altında Samanyolu'nu, Venüs’ü, küçük ve büyük ayıları izlemişlerdi. Arada bir gencecik ve incecik gerçek ayı da gördükleri olmuştu. Hayatının hiçbir gecesinde gökyüzü ona bu kadar yakın görünmemişti. O geceler boyunca, yanında yatan bedenin kokusunu duyabiliyor, yumuşacık ve pürüzsüz narin elini tutabiliyor ve sıcaklığını hissedebiliyordu. Asla konuşmamışlar, buna gerek de duymamışlardı. Fakat nedense kendi soluk alıp verişlerinin gürültüsünden mi, yüreğinin tüm gücüyle çarpmasından mı, asla onun soluğunu duyamıyordu. Bu defa kesinlikle ayni hataları yapmak niyetinde değildi. Ömrü boyunca kaçırmış olduğu uçakların, binemediği gemilerin ve göremediği uzak ülkelerin özlemi bu gece bitebilirdi. O, tam da böyle acılı ve yürek sızlatan bir gecede gelmiş ve bütün yaralarını temizlemiş, öpmüş, okşamış ve iyileştirmişti. Belki de yine, neden olmasın?

Bu daldığı düşüncelerden bir sesle koptu. Ezan sesi miydi? Çan sesi miydi? Acı ile haykıran bir kadın mıydı? Yoksa aç ve çılgın bir martı mı gelmişti buralara? Kavrayamadı. Çok kısa bir süre sonra sessizlik bütün ihtişamı ile geri geldi. Kitaplıktan uzaklaşıp pencereye doğru yürüdü. Gece, esrarengiz renkleri ve ayın iri, aydınlık desteği ile kusursuz bir görüntü veriyordu. Camı açtı, şimdi bu güzel görüntüye bahçenin ve koruluğun bütün tanımlanamaz çeşitlilikteki kokuları eklenmişti. Derin bir soluk aldı. Bütün bu görüntü ve kokuları emmek, yutmak, içine doldurmak istiyordu. Bu koskoca evrende gerçekten de böyle mi yaşamak istiyordu. Sonsuz bir boşlukta, çaresiz, kaybolmuş. Düşünceleri hızla bu geceye döndü.

Şimdi, işte şimdi çok mutluydu. O an ölebileceğini ve bundan asla şikâyetçi olmayacağını düşündü. Birden tekrar odaya baktı, çekmece ve içinden gelen sesler orada onu bekliyordu. Camı açık bırakıp tekrar kitaplığın çekmecesine döndü.

Karanlıkta sessizce kulağını yaklaştırdı. Artık hiç hareket ya da ufacık bir tıkırtı yoktu. Açıp açmamak konusunda biraz kararsız kaldı. Fakat eğer bu gece, o çekmeceyi açmazsa uykuya devam etmesi olanaksızdı. Küçük masa lambasının ışığını tekrar yaktı. Çekmeceyi ağır ağır kendine doğru çekti. Mektup yazmak için kullandığı ki o hâlâ severdi mektup yazmayı, kâğıtlar, kalemler, zarflar orada sessizce bekliyorlardı. Hepsinin üzerine bırakılmış ufacık açık mavi renkli bir zarf dikkatini çekti. Onun böyle bir zarfı yoktu. Yüreği, göğüs kafesini dövercesine çarpmaya başladı. Sanki yavaşlamazsa, yorgunluktan duracak gibiydi. Bir eliyle çığlık atmamak için, ağzını kapatıp diğer eliyle zarfı aldı. Çekmeceyi hızla kapattı. Geri çekildi. Şimdi iki eliyle zarfı göğsüne bastırıyor çırpınan yüreğini sakinleştiriyordu. Ne kadar bir süre öyle kaldığını bilemedi. Fakat tekrar küçük ışığa yaklaşıp zarfı açmalıydı. Dışarıdan, sabahın ilk pırıltıları gelmeye ve yalıçapkınlarının ıslıkları duyulmaya başlamıştı.

Işığa yaklaşıp, zarfın zaten yapıştırılmamış olan kapağını yavaşça kaldırdı, içinde aynırenkte, katlanmış bir kâğıt vardı. İki eliyle tutup, burnuna yaklaştırdı ve keyifle kokladı. Portakal çiçeği kokuyordu. Sevinçle çıkarıp açtı. Soluksuzca okudu, hıçkırarak ağlamaya başladı. Bütün vücudu sarsılıyordu. Yaşlar gözlerinden akmıyor, sanki öfkeyle fışkırıyordu. Zarfı da notu da buruşturup fırlattı.

Canım, bir tanem, yakışıklı oğlum.

Farkındayım, yine uzun bir süredir ilaçlarını bıraktın. Bana kızmanı istemiyorum,konuşmak isteyince dinlemiyorsun. Bu yolu seçtim. Lütfen kahvaltıya gel, dilersen konuşuruz bu konuyu, istemezsen konuşmayız. Seni seviyorum. Lütfen bana biraz acı olur mu? Kahvaltı sofrası, en sevdiğin ağacın altında seni bekliyor olacak.

                                                                                                    Annen