Cehennemim de cinnetim de bu evde, bu mahallede bitiveriyor dibimde abla. Aklımı yitireceğimden korkar oldum son günlerde. Kapıya dayanan polisler zorla çıkaracaktı kızla beni vallaha! Issız, sessiz bir çığlık ağlamaklı sesinde belirdi yeniden. Sesi kesik kesik çıkıyordu. Abla, Sosyal Hizmetlere gittim aylık çıkmadı, ev de temizlerim, merdiven de yıkarım. Yeter ki bir iş bulayım. İŞKUR kapı duvar. Kız, çikolata istedi geçen. Bir şey diyemedim Ayşe’ye. Okulda notları da iyi değil bu dönem. Okusun abla, ben ilkokul terk. Vallaha ezbere bilirdi geçen yıl çarpım tablosunu. Unutmuş bu dönem sanki. Rakamlar uçup gitti anne, der durur bana. Ev soğuk anne, diye sızlandı geçen de. Apartmanda kimse kalmadı. Memlekete göçtü Zehra Abla.
Devamını OkuyunSokağın başlangıcında yan yana ve hazır kıta duran adımlarım nasıl da itaatkârdı. Önümde uzanan yol ise öylesine belirsiz ve sessiz… Asfalt tüm ayak izlerini kabullenircesine anaçtı. Sol ayağım, sağ ayağımı geçmeye yeltenince yol önümde sendeledi; bedenim ayarsız bir ikileme girdi.
Devamını OkuyunTepeyi tırmanıp ana yola inecektin. Nereden geldiklerini göremedin. Birden bire önüne çıktılar. Bisikletinin etrafını çevirdiler. Dünyanın öbür ucundan gelmişsin gibi bakıyorlardı. Omuzlarını kavrayıp, birbirlerinin üzerine doğru sertçe itiyorlardı. Bir çember içinde dönüp duruyordun. Kimi sarsarak, kimi hırpalayarak, kimi etini burarak dokunuyordu. Bu dokunuşlar, onları coşturuyor, kanlarını ısıtıyor, adeta çıldırtıyordu; hep bir ağızdan sürekli histerik çığlıklar atıyorlardı. Seslerin yankısı; zihnini yakıyor, çatlatıyor, parçalara ayırıyordu.
Devamını Okuyun“Hoş geldiniz efendim, rezervasyonunuz var mıydı?’’ dedi, kapıda müşterileri karşılamakla görevli kadın. “Hayır, maalesef.” diye cevapladı, yirmili yaşlarının sonunda, uzun boylu, iyi giyimli ve güleç yüzlü adam. Kadın restoranın salon kısmına baktı, önünde duran rezervasyonların olduğu listeyi kontrol etti. “Şu an hiç boş yerim yok fakat dilerseniz sizi biraz bekletelim, sonrasında yardımcı olalım. Yalnız mısınız, yoksa misafiriniz var mı?” diye sordu.
Devamını OkuyunKorkut Ata’nın Gökçen Kız’ın ahını aldığıdır. Rivayet olur ki koca bir şehirde gönüllü sürgün kadınlığına dövünen Gökçen televizyondan gelen Özbekçe şarkıya kulak verip bir hayli detone çıkan sesiyle usul usul şarkıyı mırıldanmaktadır. Kızını emzirdiği Taşkent günlerinden oldukça uzaktadır şimdiki zaman. Bozkırda er kişi diye belleyip evlendiği Korkut sünepenin tekiydi aslında. Her ay kızlar için gönderdiği paraları iç ediyor herif. 100 dolar 840.000 Sum… Kızları İstanbul’a getirmeli. Yatılı ev işlerini götürür onlar da. Mutfakta yemekleri hazır etmemi istedi Suna Hanım. Bugün konukları varmış. Damacana içindeki rakıya şaşkınlıkla baktı o sırada. Ancak damacana yetiyor bana, eğlendi Suna. Korkut kızın ahını aldı yine. Kızını aç açıkta bırakmam diye kutsal kitap üstüne yeminler etmişti puşt. Alkolü şehrin her köşesinde yasaklamışlar Taşkent’te. Firavun kafası, başka ne demeli. Kesin kaçak maçak buluyordur bir yerden bu herif. Şehrin göbeğindeki rezidansın inşaatında günübirlik inşaat işlerinde bile dikiş tutturamamış, atmışlar hımbıllığından iti geçen de. Başka bir inşaatta çalışmaya başlamış kızın dediğine göre.
Devamını OkuyunTavanın beyazına kilitlenen gözlerim zaman kavramını yitirmiş gibiydi. Zifiri karanlıkla başlayan gece, sabah ezanına dek sürerken gözlerim inat edercesine tavandan ayrılmıyordu. Beyaz bulanıklaşmış beje dönüşmüş, hatta bir tutam griye bürünmüştü. Zihnim uykusuzlukla birlikte arıza vermişti çöl ortasında serap gören insan misâli.
Devamını OkuyunMutlu oldu satın aldığı güzellik için. Baş tacı etti, her gün güzelliğini övdü. Böyle nadide bir parçaya sahip olmak herkese kısmet değildi. Onu yakınlarına gösterip kıskanılmayı hak ediyordu. Davet etti tanıdığını, dostunu, arkadaşını. Baş üstünde duran eseriyle tanıştırdı. Baş köşede sergilenmek üzere yerini aldı. Gün geçtikçe eskiyen değerler, güzelliğine zarar vermedi bu şahanenin. Fakat artık alışılmışlık devreye girmişti. Ne öven vardı kendisini ne değerini veren.
Devamını OkuyunOtobüs yolculuklarını severim ya da severdim mi demeliyim bilmiyorum, ta ki bu sendrom başıma gelene kadar. Cam kenarına yastığımı koyar koymaz, kıvrılıp uyurdum. Gözümü açtığımda gelmiş olurduk. Deliksiz uyku dedikleri şey işte, dünya yıkılsa sen duymazsın. Bu defa da uyurum sandım, kardeşim Şule ile otobüse biner binmez koltukları arkaya yatırdık, yolda acıkma durumlarına karşı nevaleleri yukarı koyduk, boyun yastığımı ve kulaklığımı yanıma aldım.
Devamını OkuyunDaha yeni yetmeyken tanıdığım bir kadındı. Âşık oldum, ellerine, bana verdiği emeğe. Sanırdım hiç ayrılmayacağız. Ben gençtim o geçkinceydi bir hayli. Bir zaman sonra gelmez oldu. Yetiştim bu sırada. Bu kez genç bir kız geldi yanıma. Yeşil gözlerimi sevdi, yeşilliğimi okşadı sevecenlikle. Gönül bu, kaydı genç kıza meyillendi. Ama unutmadı da eski sevdasını. Nerede kalmıştı bilinmez. Zaman zaman gelirdi aklıma sabahın ilk saatlerinde üzerime çiy düşer gibi.
Devamını Okuyun“Ben terliyorum” diyerek tepinmeye başladı. “Burası sıkış tıkış. Ayaklarımı hareket ettiremiyorum.” Su, gözleriyle Toprak’ı sakinleştirdi. Sabırla beklemesini öğütledi. Toprak, babasını özlemişti. Babası, üç gün önce mavi kamyonla götürülmüştü. Kamyona binmemek için direnmişti. Direnince ellerindeki sopalarla başına, sırtına vurup, tekmelemişlerdi. Kan içinde yerde kımıldamadan yatıyordu. Siyah çöp poşetinin içine koyup, kamyona fırlatmışlardı. Kamyonun kasasından güm diye bir ses gelmişti. Poşet yırtılmıştı. Babası kalkmaya yeltenirken, o ara Toprak’la göz göze gelmişti. Toprak’a “kaç uzaklaş” der gibiydi.
Devamını OkuyunNe sağ elleri ne de sol elleri birbirine yakınlaşmıştı. Yan yana yürüyorlardı önlerinde uzanan yol boyunca. Turuncu’nun tüm samimiyetini taşıyan genç adam, kendi adımlarıyla dahi dans ediyor gibiydi. Dışından içine doğru uzanan sessiz bir iletişim ağı vardı kimselerin duyamadığı.Yanı başında seyreden genç kadın ise iç sesiyle boğuşurdu dışardan aldığı tüm cesaretle.
Devamını OkuyunSağdaki ahırların karşısındaki üstü oval ikinci kapının ipini çekince ahşap kapının sürgüsü, ağaçların birbirine çarptıkça çıkardığı o tangırtılı sesi köydeki bütün evlerde olduğu gibi bir kez daha çıkardı. Muhtar, basakların başında elindeki idare lambasını müfettişin önüne doğru tutarken “Buyurun buyurun!” diye tekrarlamayı ihmal etmedi. Onların arkasından evin büyük oğlu İsmail ile Deli Oğlan, bastıkça gıcırdayan basaklardan çıktı birer ikişer atlayarak. Son basağın başında evin hanımı onları karşıladı. İdare lambasını alıp kendi elindeki gaz lambasını tutuşturdu muhtarın eline. Hanım, “Üst yanki evde löküs lambasını yaktım, bu da sizde kalsın.” dedikten sonra kaçar adımlarla mutfak evine geçti.
Devamını Okuyun