Çürümek 2/Oğuz KARTAL

Önünde duran kağıtlara baktı, beş yüzü aşkın soruyu nasıl cevaplayacağını düşündü, bir an kalkıp gitmek geçti içinden fakat sekreterle göz göze gelince kalemi eline aldı, hızlı hızlı soruları yanıtlamaya başladı. Ne kadar saçma sapan sorular bunlar diye düşündü, ‘hiç âşık oldum mu, başıma gelen felaketlerin sebebi işlediğim günahlar mı, annem iyi bir insan mı, kıyamet gününe inanıyor muyum? Ne alakası var bunların benim içinde bulunduğum durumla?’. Testin yarısına yaklaştığında sıkıldı, sekretere biraz hava alıp geleceğini söyleyip bahçeye çıktı. Geldiği klinik iki katlı bahçeli müstakil bir evdi; çevredeki diğer evlere baktı, hepsi birbirine benziyordu, bazı evler hukuk bürosuyken bazıları plastik cerrahi veya diş hekimliği hizmeti veriyordu. Her evin bahçesi özenle dikilmiş çiçeklerle süslenmişken sokakta tek bir ağacın olmaması; Ender’in zihninde grotesk bir sahne canlandırdı. Yarım kalan işini tamamlayıp klinikten çıkmayı düşündü fakat sonra aniden vazgeçti ve içeri dönmedi.

Hava birazdan yağacak yağmurun habercisi bulutlarla kaplıydı, Ender dışında herkes sağanak için tedbirli çıkmıştı sokağa. Kalabalık bir caddede biraz yürümenin ve sonrasında bir şeyler içmenin iyi hissettireceğini düşündü. Tek tek çevresindeki insanları inceliyordu, kendinden kötü durumda olanları görüp haline şükretmesini tembih edenlerin, birer palavracı olduğunu geçirdi içinden, acı çekmekten keyif almaya başlamıştı.

Hayatı boyunca neredeyse hiçbir sıkıntı çekmemişti, ilk defa deneyimlediği bu hal karşısında çözüm bulmak istemiyordu. Şimdiye kadar hep gazetelerin spor ve magazin sayfalarını okumuş, komedi filmleri seyretmiş, eğlenceli müzikler dinlemişti. Uykuya dalmaya çalıştığı beş on dakikalık süreler dışında hiç yalnız kalmamış, hep çevresinde insanlar olsun istemişti. Mutsuz insanlara tahammülü yoktu, arkadaşlarına ‘’Suratınız asıkken veya hasta olduğunuz zaman yanıma gelmeyin.’’ derdi.

‘Sanki bir tek bende problem var, şunlara bak; nasıl da hepsi mutlu rolü yapıyor. Ben bilmiyor muyum sanki neden bu halde olduğumu, senin vereceğin ilaçlar beni iyi etse ne olur, neşemi kaybettim ben. Nasıl geri vereceksin? Şuna bak şuna nasıl kahkaha atıyor, normal bir insan gülümsemesi mi bu, annem de babam öldükten altı ay sonra böyle kahkahalar atıyor durmadan konuşuyordu; sussa kendi kendini yiyecekti, herkes de kadın kocasını gömdükten sonra rahata kavuştu, neşesi arttı sanıyordu. Bu sahip olduğunuz gösterişli eşyalar, takındığınız abartılı tavırlar; hep eksiklerinizi kapatma çabalarınız değil mi? Bir tek ben mi hastayım?’

...

‘’Kapıdaki güvenlik her akşam uyuyor, işini adam akıllı yapan mı var memlekette. Kaçsa ne olacak sanki nereye gidecek, zaten bence bu deli taklidi yapıyor, senden benden akıllı.’’

‘’Sen git o kadar eğitim al, dünyayı gez, koca koca şirketlerde çalış, düştüğün hale bak.’’

‘’Ne oldum değil ne olacağım diyeceksin; kaç yıldır burada kalıyor, adamın hiç ziyaretine gelen birini gördün mü?’’

‘’Diğerlerinin ziyaretine geliyorlar da ne oluyor sanki; içten içe seviniyorlar, aynı durumda olmadıkları için.’’

‘’Neyse geç kalmadan şunu doktorun yanına götürelim, yani doktoru da anlamıyorum, sanki farklı bir şey yapacak bu sefer. Hep aynı terane; yaz ilacı geç.’’ 

‘’Çıkarken odanın penceresini açalım da içerisi biraz havalansın.’’ Hasta bakıcı pencereyi araladı, hastayı alıp odadan çıktılar. İlkbaharın habercisi iki arı kuşu pencere kenarına kondu, cıvıltı sesleri koridordan duyuluyordu.