TEKİNSİZLİĞİN SANATTA VE FELSEFEDE GÖRÜNÜR HALİ/Havva AĞRAL

Serseriler ya da tam tersi içe dönük karakterler, iyice sinmiş olanlar, ne yapacağı kestirilemeyen yaşam karakterleri, roman karakterleri ya da sinema karakterlerinden yaşamsal ve sorgusal anlamda ne öğrenebiliriz? Tehlikeli karakterler, edebiyatta iz bırakmak açısından, neden önemli bir yerlere oturdu? İnsan kendi karanlık kısmına, uzaktan bir görgü tanıklığı ediyor olabilir mi?

Aslında sanatta güzel olanın da, tekinsiz olanın da manipüle ve sorunsallık atfeden sınırlarda gidip geldiğini düşünebiliriz. Böyle bir düşünce, iddia etmek gibi bir başka sorunsallığını öteler. Günümüzde eleştirel düşüncenin daha fazla taraftar bulması ile edebi karakterlerin de görünürlük kazanması arasında organik bir bağ vardır. Eleştiriler de kendi içinde, bölümlere ayrılıyor. Tarihsel, bilimsel ve estetik anlamda sanata bakılabiliyor. Tekinsiz karakterleri hem estetik hem de bilimsel olarak ele alıyoruz. Ama bu tekinsizlerin, tarihsel bir arka fondan yoksun olduğu anlamına gelmez. Sinema ve edebiyat tekinsizlerin en yoğun işlendiği alanlar olarak değişik zamanlara ve fonlara oturabiliyorlar. Ancak tekinsizlik grotesk bir bürünme halinde olduğu için, sanatın özellikle tiyatronun da ciddi bir alanına oturur. Mitoloji, arketip pek çok öğeler, masallar, efsaneler vs edebiyat, tiyatro ve sinemanın ortak tekinsizlikler alanına yerleşir. Bazen cehennemin müziği, bazen bir felaket anını resmeden ressamlar, ortada gezinen ucubeler, karanlık tekinsiz insanlar, bir yeraltı tezahürü diğer sanat alanlarına da giren tekinsizleri ortaya döker.

Nedir tekinsiz olan, uğursuzluk diye bir sözlük anlamı çıkıyor karşımıza. Ancak beklenilmeyen bir felaket durumu, sinsi olanın başımıza bir haller getirmesi gibi, gözlemsel tanımları da ekleyebiliriz. Aslında karanlığı görmenin, tekinsiz olanın, insana içre bir durum olduğunu görmenin, yaşamı boyutlandırma olduğunu düşünüyorum. Bir resme bakıldığında, ona boyut katan şeyler, perspektif ve gölgedir. İnsan yaşamsallığına boyut katan şeyinde, tekinsizliği ile mesafesi ve karanlık tarafın farkında lığı olduğunu düşünmeliyiz. Kendilik boyutları, insanların tekin olana yaklaşması, güvenli bir hayat sürmesi anlamında, gereklilik gibi duyumsanmış olabilir. Sorunsallaştırdığımız pek çok konunun da negatif ve pozitif uçları ile birlikte ele alındığını düşünürsek, insanlığın, konulara eğiliminin de bu metotlarla mümkün olduğunu görebiliriz.

Yaşamın toksin etkiyle yani zehriyle kötülük duygusunun da farklı bir boşalma yaşattığını biliyoruz. İntikam, kötülüğü yansıtmak, köktenci olmak vs. Kötülük bazen bir savunma halidir. Bazen de insanlara zarar vermekten korkan kişinin, baştan kötücül davranışlarla insanları kendinden uzaklaştırmasıdır. Tekinsiz görünen kişilerin içe kapanık, sinik halleri şüphe uyandırıcı ve bazen de aldatıcı olabilir. Çekingen kişilik bozukluğu olan her insan, sinsi, kötü ya da tekinsiz değildir. Bazen kötülük biyolojik bir rahatsızlığın sonucunda gerçekleşir. Şizofreni ataklarda cinayet ve diğer suçlar olasıdır. Kötülüğün nereden geleceğinin muğlâklığı, paranoid bir durumdur. Ve ilginç olan, paranoyanın kendisi de, kötülüğü eylem haline getirebilir. Gustav JUNG insanların karanlık taraflarına işaret eder. Ve bununla yaşamayı, bu tarafımıza müdahil var olmayı tanımlamaya çalışır.

Kötücül anti kahramanlar, Eagleton anti kahramanlar için, kötülüğün cazip hale gelişi demiştir. Raskolnikov’a hepimiz üzülürüz. Onunla birlikte kendi kötücüllüğümüzü aklamanın bir yolunu, bir çaresini ararız sayfalarca. Otomatik Portakal Alex karakteri için ne düşünebiliriz? Kötülüğü ehlileştirmek yerine onları birer boşaltılmış insana indirgeyen metodun kendisi büyük bir kötülük değil midir? "Guguk Kuşu" filmindeki karakterin finalde lobotomiye maruz kalması da, sistemin, ehlileştiremediğine uyguladığı bir kötülük değil midir? Sıra dışı olanı, kötülükle yaftalamak, sistemlerin, kendince bir ön görüsü olabilir mi? Tarih; yazılı olmayan söylence mit olarak hepimizin arkaiği olarak da, kötülüğe büyükçe bir parantez açıyor. Grotesk unsurlar, canavarsı, cisimleşmiş, sıradanlığın ötesinde varlıklar olarak, tekinsiz olanın varlığını hissettirmeye çalışan bir metafor uğrağı değil midir? Pek çok grotesk unsur, mitolojinin, dolayısıyla arkaik korkularımızın birer izdüşümü olamaz mı? Grotesk aynı zamanda beklenilmeyeni sürprizli olması münasebetiyle Dionysostur. Aslında Dionysos kötülük değildir. Ancak, uğradığı kötülüklerin ardından bu denli kötü sürprizler yapan bir tanrı tezahürüne dönüşür. Söylencesi böyledir. Titanların parçaladığı ondan önce Kronos babasından ve dolayısıyla yutulmaktan kurtulmuş olan Dionysos, ondan da önce Zeus’un yıldırım oklarına maruz kalan bir cenin olarak tezahür ediliyor. Mitoloji; günümüze değin sarkan kanıtlarla ne kadarı gerçek belki de hiçbir zaman öğrenemeyeceğimiz söylenceler bütünü. İlyada ve Odessia savaşları tanrıların savaşı olarak anlatıla gelen bir destan türü ama Truva atı gerçek. Homeros gerçek mi yoksa bu savaşlar için bir anlatıcı figürü mü çok tartışıldı. Kör olduğu söylenir. Homeros bir pikareks midir? Kötülüğe karşı, halkın kisve olarak bir pikaresk unsur yarattığı, pek çok zamanlarda görülüyor. Mitos yerini zamanla logosa bırakana değin, tanrılar, panteist inançlar hayal gücü ve acizliğe karşı bir savunu olarak uzun yıllar ve hatta günümüze sarkan motifleriyle mitoloji evresi yaşanmıştır. Platon bu evre de kabul edile bilir mi? İdealar evreni belli bir kalıp halini alınca, Aristotales; pek çok tanımı yerinden oynatarak, mitosun logosunu yaratanların başında geliyor.

Mitolojiden günümüze sarkan neler var? Başta Dioynsos var. Artık, şarap ve tiyatro dendiğinde o bir semboldür. Groteskler kötülüğün sembolleridir. Çoğunlukla öyledir. Allien bir dionysos ise, V FOR VENDETTA bir pikaresktir. Kötülüğü yansıtmak kötülüğün diğer adı mıdır? Evet ancak VENDETTA Der ki, ben bir düşünceyim. Joker bir pikaresktir. Kötülüğü yansıtmak yine kötülüktür. Ancak tekinsiz olanı beklemek, Dionysos’u beklemektir. Kılık değiştiren, gazabı olan değişik bir tanrı figürü. Tanrılar öyle esirgeyen bağışlayan türden değil, doğa olaylarının acımasızlığı ve savaşların acımasızlığı, panteizme yansıyor. Öç tanrıları, simgesel pandoranın kutusu ve daha binlerce tanrı, anime, yarı anime varlıklar vs Korkunç figürler, anime dönüşümler doğurganlığın salt kadın doğasının bir mucizesi olmadığının keşfi gibi birbirinin içine giren süreçlerin, kötülüğün ve tekinsiz olanın hep biz yani insan olduğu gerçeğini sergiliyor.

Hava atmosfer olaylarının bilgisinden uzak, gök taşlarının hareketi bilgisinden uzak insanın, hep tanrıların gazabına uğraması hikâyelerini doğurup duruyordu. Ancak bugün bilgiye hakim olurken, doğaya kötülük etme arkaiğinde belki bu öç tanrısının, artık insanlar olduğu gerçeğini gösteriyor. Yani doğadan bin yıllarca korkup hikayelere sığınan insan, artık o doğadan intikamını alıyor. Sonrasında yine kıyamet filmleri ile kendilerinden bile intikam alan insanı görüyoruz. Neden çünkü doğadan koptuğuna inanan insan, doğanın bir gün intikam alacağı tezahüründen hâlâ vazgeçemiyor ki, makul görünen sonuçsal gerekçeler, kendi kıyametlerimizi hazırladığımızı doğruluyor. Korkunç ateşler, lavlar, büyük anime, devler, King Konglar, maske gibi hala içimize işlemiş kötülüğün tersinir yansımalarını görmekteyiz. King Kong u adasında yani kendi doğasında bırakmıyoruz. Onu kendi yüksek yapılarımıza çıkarıyoruz. Etrafında helikopterler uçurup, ona ateş ediyoruz. Binlerce yıllık bir intikamı alır gibi. Kötü olan biziz Doğa kendi hakikatinde var olduğu için bile ya hikâyelere sığınıyoruz.

Bu arada Klasisizme bir parantez açmak gerekiyor. İçimizde ki öç tanırlarını, ehlileştirdiğimiz, modern, duygusal insanı yarattığımız dönem. Modernizm, klasisizm ve teknoloji bir bütünlük arz ederken, insan dediğimiz varlığında, bu dönemsel süreçlerde ki değişimi farklı oldu. Büyük olasılıkla kendi tinsel yanını hızla terk ediyor. Bu sanata da yansıyor. Sanat, tekinsizliğin de ötesi bir diyara, kötülüğün aleni ve dönüşümün en son haline veriliyor ki, buna da fütürizme yol almak diyebiliriz. Distopyalar kötücül olanın, örgün ve en kuşatılmış hali olarak karşımıza dikiliyor. Foucault’un hapishanelerin doğuşu izahının ötesi, tüm insanlığı hapis bir gözlem altında tutmak olarak görüyoruz. Ve yazık ki bunun, yaşamsal karşılığı somuttur. Bunda tüketim toplumu olma dayatmasının bir rolü de vardır. Kuşatılan topluma ne tüketeceği neyi nasıl konumlandıracağı söyleniyor. Kötücül olan bile bu tüketim dayatılmasında, bir materyal olabiliyor. Grotesk tekinsiz çığlık maskeleri bile artık satılıktır.

İnsan mitsel kodlarının açılımında ya da logosa geçişinde kendi kötülüğüne de bir yer veriyor. Apollonist düşünce modernizm ve güvence dolu bir hayat derken, alt metin bir faşizmdir. Güzellik bile faşizm düşüncesi ile orantılı bir duruma evrilmektedir. Pek çok grift dönemlerde başını gösteren anti kahramanların, asıl amacı, iyi, güzel, saf görünenin ardındakini gösterme amacıdır. Yani maskeler, maskeli olanın, maskesini düşürmek adına var oluyordur.