Sadri Ertem’in ‘Bir Varmış Bir Yokmuş’una  Editoryal Bir Değerlendirme/Erinç Büyükaşık

İnci Enginün’ün ifadesiyle Sadri Ertem metinlerinde yeni kurulan bir devlette yeni ortaya çıkan sınıfları savunmaya çalışırken, son derece mekanik ve şematik bir şekilde sömüren/sömürülen işveren-ağa/köylü-isçi ilişkisinin aktarıldığı dile getirilmiştir (Enginün, 2006: 285). Marksist öğretiden yola çıkarak bir anlamda öykülerini, söz konusu sınıflar arasındaki mücadelenin aracı sayan yazarın burjuvanın, ağanın, yabancı sermayedarın karşısına proletaryayı, geniş halk kitlelerini koyduğu kolaylıkla dile getirilebilir. Ertem ve toplumcu edebiyat geleneği içindeki diğer isimler edebiyatta kapitalizmin karşısına toplumcu gerçekçiliği koyar elbette. Ertem hikâyelerinde toplumsal yapıyı sorgularken süslü, ağır cümleleri kullanmadan, yalın ve herkesin anlayacağı bir dille, sanatsal ve yazınsal söylemden öte ideolojik söylemi ön plana çıkarmayı yeğlemiştir. Buradaki toplumsal kaygı temelde aydın-toplum gerilimi ve ayrımını ortadan kaldıran bir politik özneye dönüşme niyeti olarak da görülebilir.


Toplumcu edebiyat açısından önemli bir kalem olan Sabahattin Ali’nin bir toplumsal gerçekçi yazar olarak ortaya koyduğu izlek genç bir romancı grubu tarafından takip edilmiştir 1930 sonrası edebiyat iklimimizde. Yaşar Kemal, Orhan Kemal, Mahmut Makal, Fakir Baykurt gibi isimlerin kırsal yaşamdaki çelişkileri, sınıfsal çatışmaların kente yansıyan yüzlerini metinlerinde oldukça güçlü gözlemlerle aktardıklarını söylememiz de gerekir elbette. Anadolu’ya yönelişin, kurtuluş mücadelesinin ardından bağımsız bir devletin inşasında oluşan toplumsal ruhun ve coşkunun yansımaları her ne kadar sınıfsal bir perspektifi kuşansa da belirgin bir şekilde karşımıza çıkar.

Genel olarak eserlerinde toplumdaki düzensizlikler ve çatışmaları anlatarak köylünün sorunları üzerine yoğunlaşan toplumcu gerçekçi yazarların bu doğrultuda ağa-köylü, zengin-yoksul, güçlü-güçsüz, öğretmen-imam, halk–yönetici gibi belirgin farklılıklar net bir bicimde açığa çıkarılır. Özellikle Anadolu coğrafyasında yaşanan kavgalar, mücadeleler ve sorunlar dile getirilir. Söz konusu eserlerde kullanılan dil son derece yalın, cümleleri kısa ve anlaşılırdır. Yazarlar eserlerini konuşma diliyle yazmış, kahramanlarını bölgesel ağızlarına göre konuşturmuşlardır.

Gerçekçilik, doğrudan doğruya toplumsal içeriğe ilişkin bir kavram, yazınsal metinde doğrudan sınıf ideolojisinin dışa vurumu olmaktan çok yapısal konjonktürce üst belirlenmiş bir ideoloji üretimi ise her metin ister istemez bir toplumsal içerik barındırmak zorundadır. Metin çeşitli ideolojik söylemleri bir arada bulundurur ve çelişkili bir bütünlük kurmasıyla belirir. Buradan bakıldığında, metnin önemi onun gerçekliğinden değil içerdiği anlamlandırma pratiklerinden kaynaklanır. Ertem’in  “Bir Varmış Bir Yokmuş” ise Abdülmecit döneminden başlayarak Kurtuluş Savaşı’na, ülkenin bağımsızlık mücadelesine dek uzanan geniş bir zaman dilimini benzer bir sınıfsal arka planda farklı tarihsel kişiliklerle yansıtan tarihsel bir roman örgüsüne sahiptir. Abdülmecit'in batılılaşma, kapitülasyonlar, tröstler ve çok uluslu emperyalizmin kuşattığı Osmanlı coğrafyasındaki konumu, Abdülhamit istibdatı sürecinde Osmanlı-Rus politikası, Çarlık rejiminin Akdeniz'e inme hedefleri, İttihat ve Terakki'den başlayarak emperyal aktörlerin yer değiştirmesi ve Osmanlı’nın Almanya’nın müttefiki olarak yaşadığı işgal süreci kesitler halinde okura aktarılır roman boyunca.

Konur Ertop’un değerlendirmesi ışığında Sadri Ertem bir asker çocuğu olarak çocukluğunun babasının görev aldığı Anadolu ve Rumeli kentlerinde geçmesi nedeniyle bu kentlerde edindiği güçlü izlenimleri eserlerine yansıtma çabasında olduğunu vurgulamamız gerekiyor. İstanbul Darülfünunu’nda felsefe öğrenimi gördükten sonra Birinci Dünya Savaşı’na yedek subay olarak katıldı. Kurtuluş Savaşı’nda Ankara’da “Hâkimiyeti-i Milliye” ve “Yeni Gün” gazetelerinin yazı işlerini müdürlüğünü görevinin ardından “Son Telgraf” gazetesinin başyazarlığını yaparken gazetede yayımlanan bir karikatür nedeniyle İstiklal Mahkemesi’nde yargılandığını da dile getirmemiz gerekiyor. Elbette yeni rejimin ilk yıllarından itibaren yazarın politik tavrını daha halkçı siyasal duruşla “Kadro” hareketinin ortak paydaları içinde ele almak mümkündür. Yazarıanakronik bir okuma yanılgısına düşmeden dönemin toplumcu edebiyat kanonu bağlamında ulusalcı ve bağımsızlıkçı izlekle okumak ve metinleri bu bağlamda çözümlemek adına bu biyografik veriler oldukça önemlidir.

Çıkrıklar Durunca’da gerçekçi köy romanının ana hatlarını şekillendiren Ertem’in döneminde eleştirmenlerin haksız “masa başı” romanı eleştiriyle adeta birçok romanı gibi “Çıkrıklar Durunca ‘da sonraki yıllarda yeniden basılamamıştır. Bu açıdan yazarın bugün maalesef edebiyat kanonları dahilinde haksız bir yok sayılma içinde olduğunu da vurgulamak gerekiyor. Bunu yazarın kitaplarının yeniden basılmaması ve bugünün okuruna ulaşamaması adına da dile getirebiliriz.

Çıkrıklar Durunca” 19. yy. sonunda Avrupa’dan gelen fabrika ürünü kumaşların el tezgâhlarıyla kumaş üretilen çevrelerin ekonomik dengesini bozmasını, bundan doğan toplumsal sarsıntıları, olayın geçtiği Bolu-Kastamonu yöresinde bir yanıyla bu ekonomik nedene, öteki yanıyla Alevi-Sünni çekişmelerine dayanan ayaklanmaları anlatır.

Konusu açısından bile çarpıcı insan tabloları yansıtan Ertem, kahramanlarını konuştururken kimi zaman yöresellikleriyle, çoğunlukla coğrafyanın kültürel gerçekleri ışığında gerçekçi yazarlarından izinden ilerlemektedir. ‘Bir Varmış Bir Yokmuş’ta bir rüya-masal atmosferi üzerinden Osmanlı’nın yıkılış sürecine çoğu kez bir kamera gerçekliğiyle bakmaya çalışmış, bu açıdan çoğu eleştirmen tarafından bir vakanüvis veya tarih yazıcısı üslubuyla eleştirilmiştir. Karakterlerin güçlü inşa edilmediği, olayların ve tarihsel süreçlerin roman kahramanlarına dönüştüğü bu anlatımın her ne kadar eksikleri ve kurgusal zayıflıkları olsa da Tanzimat’tan başlayan sürecin Kurtuluş Savaşı’na kadar gelişimindeki sınıfsal ve toplumsal zemin yazar tarafından göz ardı edilmemiş, uluslararası sermayenin, tröstlerin, Osmanlı’daki bankerlerin güçsüz Osmanlı yönetimleri üzerindeki gücü bu geniş zaman çizelgesinde oldukça güçlü vurgulanabilmiştir. Diplomatlardan, Rus Çarı’na, Osmanlı Saray yaşamına, sanayi toplumlarının emperyal savaştaki konumlarına kadar birçok tarihsel kesit ve kişiliğin yer aldığı roman sahnelerinde dönemin dili, Osmanlı toplumunun kültürel ve siyasal panoramasını yansıtacak şekilde oldukça dengeli kullanılmıştır. Osmanlı’nın son yüzyılı bağlamında bir “çöküş” öyküsü sayılabilecek kitabın özellikle Osmanlı siyasasının kültürel-ekonomik bağımlılıklar içinde yaşadığı gel-gitler sayfalar boyunca yazarın tarih okumaları bağlamında kolaylıkla takip edilebilmektedir.

Romanın masalsı atmosferi içinde dikkat çeken unsurlardan biri de kuşkusuz Osmanlı Sarayı’na dair tabloların Gülbahar tipi ve onun Albertini’yle yaşadığı yasak aşk dâhilinde aktarılması olmuş, Çarlık Rusya’nın politik hamleleri, emperyal güçlerin sermaye birikimi açısından yayılmacı siyasası, Ortodoks Kilisesi’nin uluslararası sermayenin içinde ayakta durma ve Çarlık Rusya’nın silahlanma stratejisi bağlamında Osmanlı’yla yaşadığı hararetli ilişki bu saray içi yasak aşkın çevresinde metnin politik gerçekliği olarak karşımıza çıkabilmiştir.

Söz konusu romanın 1933'te ilk baskısı yapılan romanı ülkemizin tarihsel gerçekliğe dair unutkan hallerine küçük bir hatırlatıcı olabilmek ve Ertem'in yeniden okurlara ulaşabilmesi adına yeniden yayımlanmasında katkım olmasının kıvancıyla bugünün okurunun imparatorluğun yıkılış sürecini aktaran bu tarihsel kurmacayı bugüne taşıyabilmek kendi adıma en büyük kazanım olacak kuşkusuz.

*Sadri Ertem’in “Bir Varmış Bir Yokmuş” adlı bu romanı Liman Kültür Yayınları tarafından Erinç Büyükaşık’ın editörlüğüyle 2022 yılında yeniden yayımlanmıştır. Bu metin söz konusu kitaptan alınmıştır.