Papirüs Yazıları-Metin Eloğlu Şiirinde İroni ve İmgesellik Üstüne Değinmeler/Erinç BÜYÜKAŞIK

1927’de İstanbul'da doğan Metin Eloğlu’nun ilk şiiri 1943'te İzmir'de yayımlanan Kovan dergisinde okurun karşısına çıkar. Sabah Şarkısı adlı şiirinin yanı sora öykü türündeki  İlk metni olan Balıkçı Çocukları Şehri 44’te Uyanış dergisinde yayımlanır.

Düdüklü Tencere, Harama Çözülmüş Uçkur, Masal Masal Matitas, To Be or Nor To Be, Hasan'lı Eşik, Acabalaştıramadıklarımızdan, Ler Lar Lir, aller Au Pays Natal başlıklı şiirlerinden yola çıkarak Garip’ten İkinci Yeni’ye uzanan sanatsal çizgisini bu bağlamda dile getirebiliriz.  İnsanın acımasızlığına dair ironik yaklaşımını şu dizelerle ortaya koyan Eloğlu’nun şiirsel yolculuğundaki İkinci Yeni imgeciliğinden söz açmamız durumunda temelde 40 kuşağının öykü kadar şiirde de arayışlar içinde olduğu fark edilebilir:

“Dili perdesiz ve kemiksiz şair: Eloğlu” ifadesiyle Özlem Fedai’nin temellendirdiği Eloğlu şiiri,“ dil sapma”larını ve her çeşit dil oyununu kullanırken biçimsel, anlamsal, sessel, yazımsal arayışlardan geri, durmaz. Sapmaların da şiiri olarak karşımıza çıkan Eloğlu şiiri dili bir oyun alanı, şiiri oyuncak gibi görmeyi yeğler bu anlamda. İkinci Yeni’ciler kadar oyuncu bir şiirdir söz konusu olan. Horozdan Korkan Oğlan’daki “Çılgar” şiiri, “dilde var olan kök ve ek biçim, birimlerin yeni yeni birleşimler içinde, yeni ögelerin türetilmesinde kullanıldığı” sözcüksel sapmalar barındırır. “Ben bir şeytantırnağıyım, Halk uzağı ellerde.”1971’de yayımladığı Dizin’de kendisini bir “şeytantırnağı” olarak tanımlayan Eloğlu, bir yandan sanatın küçük burjuva konumlanışındaki yerini sorgularken diğer yandan şiirin beylik bir düzenekten çıkmasına dair direncini yansıtır elbette. Şiirlerinde karşımıza çıkan “şarapsadım”, “İstanbulsadım”, “kuşladıysa” gibi sözcüksel sapmalar tam da İkinci Yeni’ye denk düşen dil oyunlarının somut örnekleri sayılmalıdır. “Kırlangıç yakamoz” benzetmesiyle göğün “maviltilmesi” gibi alışık olunmayan bağdaştırmalar birçok karşıt öge, benzetme ve bilinçli söz oyunlarıyla Eloğlu şiirinde karşımıza sıklıkla çıkar. Var ile yok gibi, ak ile kara gibi, dölüm ile yaşam gibi iç içe olan bu karşıtlıklar şairin zihnindeki gel-gitleri ve gerilimleri yansıtır adeta:

“Ölümün eli kulağında / Ama yaşamanın da” (“ Kaşağı”, Dizin, B. Y. B., s. 242)

Eloğlu şiirinde renklerin temsili açısından da benzer bir imgesel söyleyişten söz etmek mümkündür. Kuşkusuz bu durum şiirin edebiyatımızdaki tarihsel serüveninde “şiirdeki müzik”in yok sayılmadığı bir şair evreninin de somut hâli gibidir. Dilin şiirin malzemesi olduğu çıkarımıyla Eloğlu, müzik ve resmin Edebiyatı Cedide’den Yahya Kemal ve Ahmet Haşim çizgisine uzanan şiir-resim ve musiki kesişimini yok saymadığını ortaya koyar. Eloğlu’ndaki renklerin diliyle konuşmayı çabası betimsellik, görsellik, bunlara bağlı olarak benzetme ve eğretilemelerle karşımıza çıkar. Yoksul insanın yaşamı, toplumsal adaletsizlikler, burjuva ahlakın eleştirisi doğanın tüm renkleriyle uyumlu bir serüven içindedir bu anlamda:


(…) A sen sapsarı papatya çocuk

Verem misin sıtma mısın azıcık

;A sen yemyeşil çayır-çimen çocuk

Ama muştun öte baharlara kaldı ancak

A sen tupturuncu çocuk

Böyle erken nereye cıscıbıldak. (Dizin, B. Y. B., s. 242)


Kuşkusuz söyleyiş açısından günlük yaşamın diline çoğunlukla sadık ama yavanlık içermeyen Eloğlu şiirinde “Kolaçan etmek, yediği önünde, yemediği ardında olmak, haram yemek, bal gibi, icabına bakmak, bilmem kim” gibi gündelik söz kalıplarına da rastlamak mümkündür. Hayatın içinden konuşan şiir kimi zaman argoya yer verir. Eloğlu, samimi bir söyleyişi yakaladığı şiirinde sanki bir sohbetin arasına hatta son kısmına katıldığını hissettiren bir tasarımla yaklaşır okuru. Küçük bir öykü kesiti okunduğunu düşündüren dramatik doku vardır şairin muzip biçemiyle karşımıza çıkarken Paul Valery ‟nin şiir ve retorik üzerine söylediği <em>“gündelik dil” den kopuş niyetini şairin dizelerinde görebilmek mümkündür elbette. Elbette bu belirleme Eloğlu’nun Garip’ten başlayan şiir evreninin İkinci Yeni etkisiyle kabuk değişimini de ortaya koymaktadır. Gündelik dilden beslenirken şairin sıklıkla başvurduğu argo sözcükleri de bir öfkenin, serzeniş veya çığlığın dizelerde karşılık bulması olarak nitelendirmek mümkündür. Eloğlu’nun argoya başvurmasının bir gerekçesi de duyumsanan dışsal ve içsel gerçekliğin yarattığı öfke olarak görülebilir. Argo, onun şiirinde aynı zamanda; kırgınlığın, yılmışlığın, ve nefretin de cevval bir jargonu olarak karşımıza çıkar.


“Kırtıpilim bomboğum esiriklinin biriyim

Dünya yıkıldı altında kaldım sanki

...

Yaz bitecek diye ödüm kopardı

Şimdi hepsi bilmemneyime” (Sen Gideli)


“Bacak kadar piç, bana akıl vermeye utanmıyorsun değil mi?

Asıl sen, sıkıysa bizim evden içeri adımını atsana” (Masal Masal Matitas)


Eloğlu şiiri sözlükte karşımıza çıkan, halkın söz dağarcığında bulunmakla beraber bugün kullanmayan bazı sözcükleri barındırmaktadır. Bugün pek kullanılmayan zamkinos sözcüğü, “Masal Masal Matitas” şiirinde,  “zamkinozlu oda” şeklindeki nitelemeyle karşımıza çıkar.“Sarmalanmış ekin” anlamındaki “zoğ”, “Islak Saman” şiirinde “Oysa kırsal şiir dürüsü zoğ” şeklinde yer almakta, Süt Çalığı”  başlıklı şiirinde de kansırık ölüm” diyerek duyulmayan, pek bilinmeyen ifadelerine dizelerinde yer verir. Bu kelimeci ve halk ağzına yaklaşma niyetiyle oluşan özgün tutum şairin şiiri üzerine bir sözlük kaleme alınmasını da zorunlu kılmıştır üstelik. Dilsel açıdan devrik cümleler, alışılmamış bağdaştırmalar, söz dizimindeki bilinçli oyunlar,  yüklemle noktalanmayan, kesik ifadeler halk şiirinden İkinci Yeni’ci bir dil arayışına uzanan şair yolculuğunun işaretleri gibidir.


“KEREM EVİ

Ispanakta demir va

Havuçta B vitamini

Bende bir paket cıgara

Tadına doyulmaz bir aşk

Üç günlük bir ömür var

Daha ölmedik yani”


Ezcümle Metin Eloğlu‟nun şiirini güçlü kılan temel ögelerden ilki, şiirlerindeki ironidir. Toplumsal eleştiri , ironinin ardı sıra toplumsal aksaklıkları hicvedilmesiyle karşılığını bulur. “Aç Karnına Sakız”, “Kaldırım Mühendisi”, “Akılsız Kalem”, “Hazır Kasabaya İnmişken Bir de Resim Çektirelim Dedik”, “Zurnanın Zırt Dediği Yer”, “Sultan Palamut”, “Horozdan Korkan Oğlan”,“Püsküllü Huni, “Düttürü Leylâ”, “Oh Ne Âlâ Memleket” başlıklı şiirleri zaten bu ironinin Eloğlu için vazgeçilmez olduğunun ispatıdır. Kelime kullanmadaki hüneri göstermekten öte anlamsızlığa karşı imgeselliği yok saymayan ve bir açıdan da kelimeciliğin de ironisi olan bir tutumdur bu. Hatta bu ironinin bir şekilde ironiyi karikatürize ederek, abartarak ve hatta aşağılayarak yapıldığını söylemek de mümkündür.

Eloğlu’nun ilk üç şiir kitabı (Düdüklü Tencere, Sultan Palamut, Odun) duyuş ve söyleyiş bakımından apayrı bir izlek ve şiir diliyle karşımıza çıktığını söylemek mümkündür. Dördüncü kitabı olan Horozdan Korkan Oğlan’ dan itibaren şair, İkinci Yeni’ye yakınlaşan bir dil ve imgelem dünyasını inşa eder. Sonraki yapıtları ise dili gittikçe zorlayan ve imgelemi de kapalı, kolay metinlerdir. Cemal Süreya’nın ifadesiyle 1961’den itibaren Eloğlu‟nun beşinci kitabı olan “Türkiye’nin Adresi‟yle birlikte tam anlamıyla İkinci Yeni şairine dönüştüğünü söylemek yanlış olmaz. Özgün bir imgelem, insan ruhunun nahif, otantik taraflarını umulmadık şekilde dile gelişi ve ironi bu imgesel yolculuğu belirleyen unsurlardır elbette. Okuru şiirin içine çeken, bıyık altından güldüren hiciv tekniğiyle şair, kendi estetiğinin paradigmasını inşaa ederken müphem, kapalı ve buluşlarla dolu bir şiirin izinden ilerlemeye devam eder.

Bağdaştırmaların sıra dışılığı,  birbiriyle eklemlenen nesneler, anlamlar ve hayaller, sevgilinin gözlerinin, bal peteğinin köşelerini oluşturan altıgenlerle tasvir edilmesindeki özgünlüğün diğer dizelerde de yakalanması, dil sapmaları, beklenmedik kelime oyunları, ilginç benzetmeler tam da ilk üç kitabının ardından şairin kimi zaman divan yazınından beslenen, hicivle kesişen ve özgünleşen imgesel yolculuğunun belirgin yansımalarıdır. Buluşlarla özgünleşen Eloğlu şiiri bu açıdan kendini yenileyen ve aşan bir şiirsel yolculuk olarak okurun karşısına çıkar.