Küresel Direnişin Dili: 1968'den Günümüze Dün-Bugün-Direniş ve Vicdan/Erinç BÜYÜKAŞIK

Bir vicdan hareketi olarak ortaya çıkan 68 gençlik hareketleri ve bugüne yansıyanları ele alarak Vietnam’dan Gazze’ye yansıyan “vicdan” tartışmalarını ele almaya giriştiğimizde şu bir gerçektir ki Amerika ve Avrupa kıtasının 1968'den bu yana büyük değişimler yaşadığı görülebilmektedir. Vietnam Savaşı'nın yıllar sonra haklı eleştirileri kabul gördü, savunucusu kalmadı. 68 kuşağının aktivistleri, hak hareketlerini popülerleştirip insan hakları örgütleri kurdular. Columbia Üniversitesi, 1968 protestolarından dersler çıkararak, polis ve cezaevi olmayan bir toplumun nasıl olabileceğini tartıştığı bir platform haline geldi. 1985'te, öğrenciler Apartheid'a karşı başlattıkları gösterilerle, üniversiteyi Güney Afrika'daki yatırımlarını çekmeye zorladılar ve bu hareket diğer üniversitelere ilham oldu. Ancak, 56 yıl sonra Columbia'nın Gazze protestolarına polis müdahalesi ile karşılık vermesi, tarihin tekrarlandığını gösterdi; öğrenciler yine dünyanın öbür ucundaki zulme ses olmaya çalışıyordu.

1968, dünya çapında öğrenci ve gençlik hareketlerinin zirveye ulaştığı, toplumsal sarsıntıların ve siyasal dönüşümlerin öne çıktığı bir dönem olarak tarih sahnesinde yerini almıştır. "Yoğun Şimdinin İçinde" belgeseli özelinde ve 1968 olaylarını yansıtan sinemacıların ve bir belgeselcinin gözünden, zamana özgü bir yoğunluk ve geçicilik perspektifiyle ele alıyor. Belgesel, Daniel Cohn-Bendit gibi simgesel figürlerin yükselişini ve dönemin ruhunu yakalamaya çalışırken 1968'in kaotik ve yoğun atmosferini kişisel ve tarihsel bir çerçevede nasıl işlediğini gösteriyor. Yönetmen,  annesinin 1966’da Çin’deki gezisi sırasında yaptığı çekimleri kırk yıl sonra bulduktan sonra bu kişisel arşivi Fransa ‘68’i ve Prag’ın Sovyet tankları tarafından işgal edildiği döneme ait buluntu görüntüler ve çeşitli filmlerden alıntılarla birleştirerek bir “deneme film” oluşturmuş “ Yoğun Şimdinin İçinde”yle.

1968 hareketleri, sanat ve edebiyat dünyasında derin izler bırakmıştır. Sinema, özellikle Fransa'da "Yeni Dalga" akımı ile bu dönemin ruhunu yansıtan en etkili sanat formlarından biri olmuştur. Yeni Dalga, Hollywood'un kurumsallaşmış sinema anlayışına karşı doğal dekorlar, amatör aktörler ve teknik işlerin sadeleştirilmesi gibi yenilikler getirmiştir. Bu akım, aynı zamanda politik ve sosyal eleştirileri sinemaya taşıyarak gençlik hareketlerinin enerjisini ve itirazlarını perdeye yansıtmıştır.

1960’lı yılların gençlik hareketlerinden sonra karşı kültürü destekleyen Hollywood filmleri küçük bütçeli yapımlar olarak dönemin direniş kültürüne belirgin göndermeler yapar. Bu yapımlar dahilinde şu filmlerden söz etmek mümkündür: “I Love You Alice B. Toklas! (Hy Averback, 1968)”, “Goodbye Columbus (Larry Peerce, 1969)”, “Alice’s Restaurant (Arthur Penn, 1969)”, “The Strawberry Statement (Stuart Hagmann, 1970)”, “The Revolutionary (Paul Williams, 1970)”, “Billy Jack (Tom Laughlin, 1971)”.

Aynı bağlamda Türkiye’de 1968’in yansımalarını şu şekilde dile getirmek mümkün olacaktır. 68 kuşağının kaçınılmaz simgeleri Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının politik tavrının dönemin politik sinema adına karşılığı Yılmaz Güney sineması sayılabilir. Türkiye’de 68 kuşağı ruhundan izler taşıyan sinemalara ‘Gecelerin Ötesi’ (1960), ‘Karanlıkta Uyananlar’ (1964) ve ‘Bir Yudum Sevgi’ (1984) filmleri gösterilebilir. Yılmaz Güney’in filmleri 68 kuşağından özellikler taşısa da Türkiye’de sol muhalefetin görece zayıflığı ister istemez bu konuda sinemanın tam olarak gelişememesine neden olmuştur. 1968’den itibaren 1972’ye kadar Yılmaz Güney’in ‘Acı’, ‘Ağıt’ gibi filmlerinde metaforik düzeyde değinilmiş  ya da ‘Hippi Perihan’(Fehmi Tengiz 1970) gibi filmler dönemin politik sineması adına kayda değer yapımlardır elbette.

Belgesel Sinemanın Tarihi Yeniden İnşa Etme Gücü

João Moreira Salles imzalı belgeseli “Yoğun Şimdinin İçinde” 1968'in Fransa'sında yaşanan toplumsal çalkantıları ve bu olayların bireysel yaşamlar üzerindeki etkisini yansıtırken, aynı zamanda sinemanın tarihi yeniden nasıl yorumlayabileceği üzerine düşündürüyor. Film, çeşitli kayıplar ve şiddet olayları arasında gezinirken, özellikle ölümler ve cenazeler üzerinden politik bir duruş sergiliyor. Filmin, Cohn-Bendit’in yükselişi ve düşüşü gibi kilit anları ve karakterleri kullanarak anlatısını şekillendirmesi, belgeselin sadece geçmişi kaydetmekle kalmayıp, aynı zamanda geçmişi anlamlandırma ve yorumlama biçimi olarak önemli bir rol oynadığını gösteriyor.



Kültürel Bellek ve Protesto Hareketleri

1968 hareketleri, sadece yaşandıkları döneme değil, sonraki kuşaklara da etki eden, kültürel belleğin önemli bir parçası haline gelmiştir. Gönderdiğiniz metinde belirtilen, Paris'ten Prag'a, Brezilya'dan Çin'e uzanan geniş coğrafyada yaşanan olaylar, küresel bir perspektiften bakıldığında, benzer dinamikler ve duygusal tepkilerle karşılaştığımızı gösteriyor. Bu tür belgeseller, 1968 gibi kritik dönemleri ve onların modern dünyadaki yansımalarını, örneğin Amerika'daki Filistin protestolarını veya Türkiye'deki Gezi Parkı eylemlerini anlamamıza yardımcı olur.

Bu bağlamda "melankolik bakış"  geçmişe duyulan nostaljinin ve yenilginin kabullenilmesinin ötesinde, tarihi ve toplumsal olayları derinlemesine sorgulama fırsatı sunar. Bu yaklaşım, geçmişteki başarısızlıkların ve potansiyellerin, bugünün ve geleceğin olayları üzerinde nasıl etkili olabileceğini düşündürür. Belgesel, geçmişin yeniden canlandırılmasında ve toplumsal hafızanın nasıl şekillendiğinde kritik bir rol oynar.

Belgesel sinemanın 1968 gibi tarihsel anları ve bu anların modern zamanlardaki yankılarını nasıl ele aldığı, kültürel ve tarihsel anlamda derinlemesine bir eleştiriyi hak ediyor. Belgesel, sadece geçmişi kaydetmekle kalmıyor, aynı zamanda geçmişle nasıl bir ilişki kurduğumuzu, bu ilişkinin bizi nasıl şekillendirdiğini ve geleceğe nasıl yön verebileceğini de sorgulatıyor.

1968 yılı, dünya genelinde öğrenci hareketlerinin, gençlik isyanlarının ve toplumsal değişimlerin simgesi hâline gelmiştir. Türkiye ve Fransa başta olmak üzere pek çok ülkede yaşanan bu hareketler, siyasi ve kültürel bir sarsıntı yaratarak dönemin edebiyatını ve sanatını derinden etkilemiştir. Bu süreçte belgesel sinema, olayların kronolojisini ve etkisini derinlemesine yansıtan bir araç olarak öne çıkmış, "an"ın yoğunluğunu ve geçiciliğini vurgulamıştır.

Amerika'da yaşanan Filistin protestoları, özellikle son yıllarda Filistin halkının yaşadığı zorluklara uluslararası düzlemde dikkat çekmek ve geniş çapta Filistin halkına  en azından "vicdan"  bağlamında destek sağlamak amacıyla düzenlenirken bu protestolar, özellikle üniversite kampüslerinde genç aktivistler arasında popülerlleşerek Filistinlilere yönelik insan hakları ihlallerine karşı farkındalık yaratmayı hayli hayli  başarabildi. Amerika'daki bu kitlesel eylemler, medya ve sosyal medya aracılığıyla geniş kitlelere ulaşarak küresel bir dayanışma ağı oluşturmayı da başarabilmiştir.


Söz konusu küresel protestoların edebiyat ve sanat üzerindeki etkileri de göz ardı edilemez. Hem 1968 hareketleri hem de modern Filistin protestoları, yazarlar, şairler ve sanatçılar tarafından sıkça işlenen temalar haline gelmiştir. Bu eserler, çoğu zaman toplumsal ve politik eleştirileri dile getiren direnişin ve umudun simgeleri olarak karşımıza çıkar. Özellikle direniş ve özgürlük mücadeleleri, edebi eserlerde sıklıkla işlenen, kahramanlık, fedakarlık ve toplumsal değişim gibi evrensel temaları barındırır.

Edebiyat ve sanat, bu açıdan sadece bir sanat formu olarak değil, aynı zamanda bir toplumsal ve politik mücadele aracı olarak işlev görebiliyor kuşkusuz. 1968 olaylarının ardından yazılan eserler, toplumsal sarsıntıları ve gençliğin bu sarsıntılardaki rollerini belgeleyen önemli kaynaklar olarak değerlendirilirken, günümüzde Filistin için yapılan protestolar ve bu protestoların Amerika'daki yansımaları, küresel dayanışmanın ve kültürlerarası etkileşimin güncel örneklerini sunmaktadır.

Nihayetinde  tarih boyunca direniş hareketleri, edebiyat ve sanatı derinden etkilemiş ve bu eserler aracılığıyla toplumsal hafızamızda kalıcı izler bırakmıştır. Her dönemin protesto hareketleri, geleceğe yönelik umut ve değişim vizyonlarına ışık tutarken edebiyat ve sanat eserleri bu vizyonların kalıcı bir parçası olarak kalmaya devam etmektedir. "Hafıza-i devrim isyan ile mamurdur." cümlesini haklı çıkaran bir sürecin eşliğinde yeni bir vicdan ortaklığını yakalama şansımız umarız  ortaya çıkabilir.