DİRENEN YANIYLA TİYATRO HEP BİZDEN YANA/Havva AĞRAL

Politika ve tiyatro çoğu kez karşıt halleriyle ve iktidar erkinin baskıcılığıyla bugüne dek kitlelerin karşısına çıkıverdi. iktidarın sanatı da dönüştürme niyeti bu bağlamda tüm muktedir haliyle vücut bulmuştur.  Hitler bir kürsü tiyatrosu icat etmek için uğraş vermiş ancak bu alanda muvaffak olamamıştır. Tam tersi bir durum da sanatın göçüne vesile olmuştur. Sanatta da, tıpkı kendi politikasına uygun hareket imkânı bulduğuna inanan Hitler; kendince bir arındırma yoluna gitmeye çalışmış, tiyatro içinde bir iktidar merkezli alan kurmaya niyetlenmiş, kendi anlayışına uymayan entelektüel, edebî, sanatsal pek çok eser ve sanatçı saldırılara maruz kalmıştır. Yazarlar, eleştirmenler, aktörler, akademisyenler bu saldırılardan ve belirlenmiş kodlardan payını almıştır. Sonuçta sanat adına içi boşaltılan bir alan dışında yeni hiçbir sonuç ortaya çıkmamıştır.

 Dönemin Nazi gazetesi sahibi Völkischer Beobachter modern sanata karşıydı.Son olarak Hitler ırk tandansında bir sanatsal çizgi kurmaya uğraştı. Bu Nazi sanatı kendince, antik dünyadan temellerini alan, imgesel beden dilini yeniden inşa etmeye çalıştı. Arî ırkın üstünlüğü gibi yersiz bir şiarla, ulusun bütünlüğü, devletin yüceliği, keskin kadın-erkek rolleri ile kusursuzluk arayan bir model tasarlandı Nazizmin kültürel tezi ışığında. Ancak onlarca donanımlı sanatçı bu baskı atmosferinde İngiltere’ye göç etmek zorunda bırakıldı. Hitler kendisini bir Haçlı komutanı olarak lanse edebildiği bir tiyatro arenasına kavuşmuştu onlar da gidince. Özellikle Doktor Joseph Goebelles tarafından basılan gazete, dergi, kitaplar, düzenlenen halk mitingleri, radyo konuşmaları  ele geçirilen kültürel iktidarla yine Hitler tasarımı yapay bir iletişim faunası kurulmasını beraberinde getirmiştir. Nazi Almanyası'ndaki tüm kitapçılar ve kütüphaneler basılıp, dağıtılmış, kitaplar yakılmış, önceden hazırlanan kitap listeleri dayatılmıştır kitlelere. Öğrenciler birer kobay gibi yeni külte, ırk tezine maruz kalmıştır bunun sonucunda. Tüm bu ırkçı tez köktenci tezahürleriyle günümüze kadar gücünü zayıflatmış olsa da ulaşabilmiştir.

Bugün Almanya’da bu tarz düşünceler radikal sayılıyor artık. Ancak dünyaya baktığımızda köktenci düşüncelerin farklı tezahürleri ve türevlerini yine görebilmekteyiz. Ancak bu defa sanki farklı metotlar deneniyor ırkçı mit inşaasında. Ekonomi ve coğrafyaların kendi iç dinamikleri çoğunlukla ırkçı mitlerin yeni habercileri olabiliyor. Faşizm uzun zamandan beri insanlığın içinde dolaşan kötücül bir hortlak gibi aramızda özetle. Acılar gün geçtikçe artan devasa bir yaraya dönüşüyor. Kan kaybının dinme ihtimali yok gibi. Emperyalizm kendi kötücül dinamiklerini, hortlaklarını insanlığın üzerine saldı bir kere. 

El kadar çocukların kanından, gıdasından beslenen doyumsuz emperyalizm, eline geçen kötücül her devinimi kendi işlerliği için son raddesine kadar kullanacak. Bu karşımıza TV'de bir  eğlence programı, bestseller bir kitap, Geobelles ‘lerin yayınevi sahibi olduğu ya da otosansürün dehşet sağırlığı ortasında sanatın cılız bir varlığa dönüşme ihtimali de var üstelik. 

Bu kadar karamsar bir tablonun içinde her şey o kadar da felaketlere mi gave kılıyor bizi? Hayır, direnen ve karşı koyan insanın varlığını hissediyoruz çevremizde. Tiyatro son dönemde izleyici sayısını ve koltuk kapasitesini arttırabildi dünyada. Çünkü insan kendi doğasındaki direnişin, en güzel tezahürünü, kendi içsel arınmışlığı olan tiyatroda bulabildi. Bu şu demek aslında, ırksal değil, fikrî, insanî, katarsis bir durum içinde dünya giderek.

İnsan kendisini yine tiyatroda buluvermiştir bugün. Hangi sınıftan olursa olsun insan kendi temâşa haline meraklıdır zaten. Kendi varlığı boyunca mimler, roller ve grotesk unsurlarla kendi duygu dünyasının ifşasını inşa eder, durur. Tiyatro insanın simgesel bir var oluşudur bu boyutuyla. Kendini simgelediği yer üç duvarın çevrelediği koca bir dünyadır üstelik. 

Tiyatro bugüne değin antropolojik varlığımızın bir uzantısı olarak var oldu. İnsan grotesk bir eylemciye dönüştü bununla birlikte. Mimlerle yaşıyor insanlık zaten. Kendini sürekli arayan oluveriyor çoğu kez. Kendinde bulduklarıyla yetinemeyen ve hep bundan dolayı eksiklik duyacak olan mükemmeliyetçiliğiyle birlikte. 

Doğal seleksiyonun bir sonucu ve seçilimin bir karşılığı olan insanın yine doğası gereği tüm seçici, eleyici ve aktarımcıyla tiyatroyu tercih etmesi bu nedenle doğru bir tercih.  Geçmiş ve bugün, insanın ayıplarını, kayıplarını hafızasını diri tutacak araçları elinde bulundurmaya devam edecek çünkü. Hitler, Goebelles, Musollini vs ait oldukları yere, tarihin ayıplar sahnesine yazılacak, Neruda, Atatürk gibi, halkın yarattığı kahramanlar sahnede devasa altın birer kalbe dönüşecek ve hepimizin ışığı ve hafızası olmaya devam edecektir.

Önemli olan insanın geçmişi ve bilgiyi bir yük gibi değil, bir düşünüş metodiğinin materyali olarak algılayabilmesidir. Düşünmek, irdelemek, tabiatınca yaşayabilmek, işte bütün bunlar ve fazlası insanın sanattan da yeni yetenekler edinmesini sağlıyor. Kazanılan bu yetenekler ve bilginin çeşitli  enstrümanları aracılığıyla insanın kendisini tekrar görebilmesi, anlayabilmesini sağlayan  döngü içindeyiz. Anlamlandırabildiğimiz oranda, insanlık denilen soyut, simgesel yolun yolcusu olarak yol alacağız. Amaç o simgesel yolun, yine insan için acısız, erdemli adımlarla yürünmesi. Tiyatro hayatları kurtaramaz belki. Tiyatro kurtarılmış zihinler yaratmak için var. Kötücül zihniyetlerin ifşası ile kendine şifa olmayı deneyen bir yapı olarak da tarif edebiliriz hatta tüm bu belirlemeler ışığında tiyatroyu.

Peter Brook “Tiyatro için tiyatro saniyelerle gelişen bir devrimdir.” diyerek sahnenin İnsanı  sembolik bir insanlık yolunda ilerletebilmenin en güçlü dinamiğini sunduğunu dile getirir.

Ülkemiz darbeler ve acılar tarihi, kendi geçmişimiz kendi kayıplarımız, ayıplarımızın tarihidir. Sanata dört kolla sarılmak bir mecburiyet artık. Ülkemiz coğrafi bir yangın yeri, bugün de yarın da bizleri bekleyen kayıplar ve ayıpların tam ortasındayız. Bu anlamda toplumun hafızası olmak, haykırmak, insanlık dediğimiz sembolik sanatsal bir dil olmak ahlakî bir zorunluluk olmuştur. Ve sanata hevesli binlerce insana bu vicdanı hatırlatmak, bu hafızaya sahip çıkmak gerektiğini göstermek zorundayız. Popüler kültürün, sansürcü zihniyetlerin tekelinden kurtulmak için insan tiyatro izlemeli, izletmeli, elinden geliyorsa sanatçı olmalı. Sanat bir bilinçlenme ve bilinci yayma eylemi olarak her an insanla birlikte, insan için var olacaktır.

Tüm bu belirlemeler ışığında Süreyya Karacabey'in alternatif bildirisi o kötücül zihniyetlere verilen en güzel cevap olacaktır. Bu metin tiyatronun bir vicdan olduğunu da aktarmakta. 

“Senin zamanın küldendi diyecek tiyatro, kanlı bir manzaradan sessizce geçip gidenlere, haksızlık karşısında dilsizleşenlere, çocuklar ölürken kafasını çevirene, uzlaşmadan bilgelik devşirenlere. Senin zamanın küldendi diyecek tiyatro ve yağmurun şarkısını söyleyecek.. Bir söz nereye ulaşır diye kendisine soracak tiyatro, kendi kıyısında çürürken ömürler, kan izleriyle çizilirken bütün sınırlar, açlığa, işsizliğe, ölüme büyürken çocuklar, soracak tiyatro kendine, sahnenin sınırı nerede diye….”

İnsanlar neden sembolik ifadelerle bir dünya yaratma ihtiyacında? Çünkü gündelik dünyayı idealize edemiyor artık. Ama içinde hala vicdan barındırıyor. İnsanlık çürümenin farkında. İnsanlık baskının ortasında, insanlık, tüketici bir toplum olmayı dayatmanın harcanan benlik duygusuna karşılık geldiğini fark ediyor. Tüketirken, tükenen insan olmanın ötesinde, alternatif bir duruşa ihtiyacımız var belliki. 

Ez cümle insanlık; insanın özlediği kendilik diyarı bir varoluş hikayesi olarak yaşamını sürdürüyor. O anlamda, Süreyya hocamızın alternatif bildirisi yerinde bir sesleniştir. Kaldı ki, kendisi KHK ile mücadele eden, hakkında sürekli davalarla uğraşmak durumunda kalan bir akademisyendir. Tiyatrodan ziyade hepimizin vicdanına bir sesleniştir onun bildirisi. Sanatçının ve tiyatronun ezilenden yana ve hep bizden yana olduğunu ifade ediyor bu belirlemeleri ışığında.  Sanat bir açıdan politik arenaların perde arkası, düşürülen maskeler sokaklar, insanlar, politikacılar, işyerleri, kırsal hayat olarak karşımıza çıkıyor. Bütün bunları kendine dert ve konu edinen de sanatçı.