Aleni Günahkar Auteur Fellini’nin Suretiyle Sinema Perdesinde İtalyan Yeni Gerçekçiliğinden Ayrılma /Erdem OCAK

La Dolce Vita, “Yeni Gerçekçilik” akımının başlangıç filmi sayılan Roberto Rosselını’nin yönettiği Roma Açık Şehir filminin bir tezatıdır. Fellini’nin hayatının dönüm noktasıdır. Fellini’nin yeni gerçekçilikten uzaklaşarak, kendi tarzını, üslubunu oluşturduğu görülür.

Filmin İtalya’da gösterime girmesi büyük skandal ve polemiklere yol açmış, Vatikan filmi yasaklatmaya çalışmış fakat İtalyan halkı filme sahip çıkmıştır. Fellini dine değil ama Katolik kilisesine ve onun yapaylığına karşı olan tavrını ilk kez bu filmde açık bir şekilde ortaya koyar. Fellini filmdeki kilise ile ilgili sahneler yüzünden büyük tepki almıştır:

“Bir kilisenin kapısında, üzerinde adımın yazılı olduğu siyah çerçeveli bir afiş gördüm. Etkilendim; ben yoksa ölmüştüm de farkında mı değildim? Üzerinde şunlar yazılıydı: 

“Aleni günahkar Fellini’nin ruhunun kurtulması için dua edin”.

 Bu bir şoktu, tüylerim diken diken olmuştu.”

Bir Fellini filmini incelemeden önce auteur teorisinin ne olduğunu bilmek gerekir. Auteur teorisi; 'François Truffaut' tarafından 1954 yılında yazılan bir makalede ortaya konan bir teoridir. Auteur teoriye göre yönetmende tıpkı roman yazarı gibi eserininde kendinden özellikler taşır ve yaratıcısıdır.

İtalyan Yeni Gerçekçiliği; II. Dünya Savaşı sonrasındaİtalya'da ortaya çıkmış bir sinema akımıdır. Bu akım kabaca 1944 ila 1952 yılları arasında etkili olmuştur. Genelde kabul gören kanıya göre akımı başlatan film Roberto Rossellini'nin 1945'te çektiği Roma, Açık Şehir(Roma, CittàAperta) iken akımın son filmi de Vittorio De Sica'nın 1952 tarihli Umberto D.'sidir. Kimi akademisyenler  Federico Fellini'nin 1954 tarihli filmi Sonsuz Sokaklar(La Strada) filmini de Yeni Gerçekçilik akımına dâhil eder.

İtalyan Yeni Gerçekçilik Akımı 1930'lu ve 1940'lı yıllardaki Mussolini “Beyaz Telefon Filmleri” olarak da adlandırılan pembe salon filmlerine bir tepki olarak doğmuştur. Bu tür filmler savaş sonrasının ekonomik kargaşa ve belirsizlik ortamında ortaya çıkmış olan yoksulluk, işsizlik, umutsuzluk ve ahlaki çöküş gibi temaları işlerler, salon filmlerinin aksine hayal kırıklığına uğramış çalışan insanların gündelik sorunlarına eğilirler. Ancak Fellini yaptığı La DolceVita filmi ile bu akımdan uzaklaşmış ve kendi sinema üslubunu oluşturmuştur.

“Sinema rüyaların dilini kullandığına göre rüyalar hakkında konuşmak filmler hakkında konuşmak gibidir; yıllar saniyeler içinde geçebilir ve kendinizi bir anda başka bir yerde bulabilirsiniz,” der usta yönetmen.

Marcello Mastroianni’nin canlandırdığı magazin gazetecisi Marcello’ya odaklanan film, modern, yabancılaşmış burjuva bireyinin çorak dünyasını, bu dünyada yaşanan kısır aşk ilişkilerini gözler önüne serer. Film boyunca Marcello’nun sansasyonel haberlerin peşinde oradan oraya savruluşunu izleriz. Kâh ABD’den gelen bir Hollywood yıldızının kâh Meryem Ana’yı gördüğünü iddia eden çocukların peşine düşer. Soluğu gece kulüplerinde, çılgın partilerde alan Marcello, bir yandan da ciddi bir yazar olmanın hayalini kurar.

Fellini’nin neredeyse tüm filmleri gibi neden-sonuç ilişkisine dayalı bir olay örgüsü yerine epizodik bir yapıya sahipTatlı Hayat, en çok dönemin seks sembolü AnitaEkberg’in canlandırdığı Hollywood yıldızı Sylvia’nın Trevi Çeşmesi’nin havuzuna girdiği ikonik sahneyle hafızalara kazınmıştır. Roma semalarında helikopterle taşınan dev bir İsa heykelinin görüntüsüyle açılanTatlı Hayat  birçok Fellini filmi gibi deniz kıyısında son bulur. Sabahın ilk ışıklarına dek süren çılgın bir partinin ardından yarı sarhoş vaziyette kumsalda dolaşan Marcello, denizden ağ ile çekip çıkarılan biçimsiz, devasa bir balık ölüsünün gözlerine bakarken, kim bilir, belki de bir an için sürdüğü hayatın anlamsızlığıyla yüzleşir. Ne ki Marcello için ufukta kurtuluş yoktur; kumsalın öte tarafından ona seslenen, saflığı ve masumiyeti simgeleyen meleksi genç kadının sesi Marcello’ya erişmez.