Mahcup Şakayık/Meral KUTLUĞ

Uzun yıllardan beri bu ihtiyar ilgileniyor bizimle fakat son günlerde iyice çöktü, hareketleri yavaşladı. Zaman zaman da inlemeye benzer sesler çıkarıyor.

Korkuyorum. Ben yazın susuzluğa asla dayanamıyor, hemen buruşup kuruyorum. Ya hastalanırsa, ya hiç bahçeye çıkamazsa... Gelen gideni de pek yok. Genellikle yalnız. Aslında hepimizi seviyor, özellikle de beni. Geçen yıllarda toprak bir saksıda yaşıyordum. Bir gün kediler beni balkondan yere düşürdü, saksım kırıldı. Zavallıcık o kadar üzüldü ki ne yapacağını bilemedi. Hemen bahçedeki plastik çöp kutusunu boşaltıp beni, kökümü incitmeden oraya yerleştirdi, üzerime gübreli toprak doldurdu, su verdi. Çabucak toparlandım. Günlerce gelip beni kontrol etti iyi miyim, diye.

Bu defaki yerimden çok memnunum. Hem sırtımı balkon duvarına yasladım hem de daha yüksekteyim öteki çiçeklerden. Gönlümü kaptırdığım efe oyası da tam karşımda... Biliyorum; o benim çiçeklerimi, kokumu çok seviyor ama ben onun çiçeklerine yetişemiyorum. Benim çiçeklerim kuruyup döküldüğünde o çiçeklenmeye başlıyor. Ben de hayran hayran onun süslenmesini izliyorum, çiçeksiz şaşkın gövdemle. İlk yıllarda, daha tanışmadan önce hep utanırdım ondan önce çiçeklendiğim için. Ama sonra öğrendim ki biz birbirimizi tamamlıyoruz. Ben baharı yaza bağlarken o yetişip bütün yazı güzelleştiriyor.

Bir de bu kadar mahcup ve çekingen olmasam... Neyse her hâlime razı... Bahçede benden güzeli yok, burnu havada zeytini saymazsak. En azından artık birbirimizle konuşuyoruz. Ortalık çok kalabalık ve herkes uyanıksa ancak bakışıyoruz. Mutluyuz galiba. Diğer bitkilerin tamamı bizi kıskanıyor, biliyorum. Yaz geceleri fısıltılarımızı duyup uyanıyorlar ve bıktık sizin sohbetinizden, uyuyamıyoruz, diye söyleniyorlar. Aldıran kim, yerlerinden kıpırdayamadıklarına göre, bütün meyve ağaçları çaresiz. Gülüp geçiyoruz.

Fakat bütün gövdemi tomurcuklarla süslediğim bir nisan günü ev birdenbire kalabalıklaşıverdi. Giren çıkanlar, telaşla koşuşturanlar... Bizim ihtiyar görünmüyordu. Korkuyordum. Yapraklarım ve çiçeklerim yavaş yavaş buruşmaya başlamıştı. Dostum da benim için üzülüyordu, farkındayım ama o da çaresizdi.

Gece fısıldıyorum:

-Sen korkmuyor musun?

-Ben ağacım, diyor.

Köklerim yerde, derinlere uzanıp gerekli suyu bulabiliyorum ama sen saksıdasın. Hem de plastik...Düşünüyorum, haklı... Sonum gelmiş olmalı. Sol yanımdaki hanımeli de saksıda ama ne yapıp edip toprak saksının altındaki delikten köklerini çıkarıp hem yerini sağlamlaştırdı hem de derinlerdeki sulara ulaştı. Ya ben, bu plastik çukurda ölüme mahkûm muydum?

Tam her şeyden ümidi kestiğim bir gün, bir kız geldi bahçeye kedilere mama vermek için. Üzerimde uçuşan harika kelebeği fark etti. Sonra da boynunu bükmüş çiçeklerime takıldı gözü.

-Canım, ne olmuş sana; kupkuru olmuşsun.

Bahçe hortumunu çekip, beni bir güzel ıslatıp kökümü suyla doldurdu. Yanıma yaklaşıp fısıldadı.

-Merak etme güzelim, ben seni unutmam. Senin ihtiyar da bir haftaya kalmaz bastonu ile koşar bahçeye.

Çılgın bir kız ama çok tatlı. Sanki dünyadaki her şeyi çözmüş, bilmediği yok. Keşke tüm insanlar böyle olsa... Hayat ne kadar kolaylaşır. Rahat, keyifli, hayatından memnun... Benimle durmadan konuşuyor.

Oh! Çabucak toparlanıyorum, elim yüzüm serinliyor. Çiçeklerim coşuyor. Dirilince yeniden bakıyorum. Efe oyası rahatlamış, gülümsüyor. O kız, bizi gerçekten de hiç unutmadı. Sonra bahar yağmurları derken, bir gün bizim ihtiyar çıkıverdi bahçeye elinde bir bastonla.

-Canlarım, beni özlediniz mi?

Sorulur mu? Hem de nasıl?