Kırmızı Ağıt/Erinç BÜYÜKAŞIK

“-Ölümün bir insanda doğruladığı- İyi ki geldiniz burada bulundunuz her şey öyle uzun, biz soğuğuz ve öyle solgunuz…” (Turgut Uyar)

Ölümün sıradanlaştığı, kar beyazının giderek kan kızılı bir renge döndüğü günlerde yazıldı bu satırlar. Ölüm tapınaklarında her gün yeni kurbanlar veriliyor o kutsal ayinlerde. Aslında bütün renklerin içinde kirlenen beyazın da havanın ayazındaki en büyük sınavıydı bu. Ölüme ağıtlar yakarken yeni ölüm haberleri yükseliyordu bu coğrafyada. Tapınaklarımıza taze cesetler lazım, diyordu tapınak görevlisi. Yüzleri belirsizdi her birinin. Ölümün pornografisi olarak adlandırdı televizyonda görüntüleri muhabir. Katillerimiz ihraç, sınırları aşarak ölüm çağrıcılığı görevini üstlenmişler. Kocası tarafından öldürülen kadın, patlayan bomba, güvenlik güçleri şüphelileri yakaladı. (Haber bültenleri gururla sunar. Ölüm pornografisi biraz da dramatik olmalı. Ağlak sahneler, snopsis, iç mekan-dış mekan- ışık) Tapınakların önünde gürültülü bekleyiş… Bıçağın kanlı ucu saplandı kadının etine, yarın, genç bir oğlan can verecek burada.

Yaşamak bir rüya, hem de en güzelinden diye ağıtlar yaktı kadının annesi. Neden sever olduk ölüm törenlerini, ölümlendik, katlin önünde edilgen, sus pus ve yapayalnız. Hepimiz hoyrat korkunun içimizi kemirdiği kalabalık fareler ordusu oluvermişiz. Sekiz sütuna manşet: Cinnet toplumu. Her gün yeni cinayetlerden söz ediyor gazeteler. Katledilenlerin bedenlerinde mahrem öyküleri didik didik ediyor muhabirler. Leş yiyiciler bekliyor cesedin başında. Kokmaya başladı ölü. Bıçak yarasından boşalan kan, kara bulandı. Bembeyaz değil toprak, lapa lapa yağsa da çok katlı cenaze evlerimizin üstünde kar, biz yine en kirli tarihimizle avunuyoruz. En yoz, acımasız oyunumuzu oynuyoruz, yarın denen kurmacayı yazmak için. Bir kara ütopya yazarı başladı yazmaya öykümüzü. Çok derinliksiz karakterler, ölmeye ve öldürmeye meyilli sadece. Ayrıntıları sevmiyor yazar, ayrıntılarını sevmiyor öykünün kahramanları. Kar yağıyor kaç gündür. İçimiz soğudu, içimiz yoruldu… Kıpkırmızı tükürüklerini saçıyor ekranda, tepedeki büyük büyük adamlar. Biz ölüseverler, hepimiz birer caniyiz, canilerin de bir yaşam felsefesi var, özürler dileriz yeni inşa ettiğimiz ölüm felsefesini duyurmadığımız için. Tellallar çıkacak sokağa birazdan. Höykürürcesine anlatacaklar felsefemizi.

“Perdeleri kaldırdık, Ölüm ıslaktı dünyada..” (Turgut Uyar)

İdam istedi büyük büyüklerden biri, kısasa kısas. Öldürdüysek öldüreceksin. Cesetler yeni cesetler bekler. Et çürüdü, kar çoktan koktu şehrin büyük çöplüğünün üstünde. Zaten şehir bu çöplüğün üstünde kurulmamış mıydı, diye sordu şehrin yaşlı ve hala ölmeye niyeti olmayan yaşlı bilgesi. Fi tarihinde şehir çöplüklerinden toplanmıştı şehrin harcı, şehrin eski ölülerinin kemikleriyle yükseldi o binalar. Küçük bir çocuk tapınak bekçilerinin yanına yanaştı, yüzündeki korkuyu kustu cesetlere bakarken. Diğer çocuklar ölüm oyununa devam ediyor yasçılardan öğrendikleri şarkıların eşliğinde. “Her ölüm erkendir.” diyor bilge şair. Yaşlanmayı sevmiyor şehrin yeni sakinleri. Şaire öfkeyle yasçıların ölümü kutsayan dizelerini haykırıyor her biri. Öfkeli, gözü dönmüş, linç kalabalığı her biri. Ölüye de kulak vermeli halbuki. Yaşamının son anını dinlemeli, caninin gözlerindeki korkuyu, küçülen göz bebeklerini anlatmalı. Öldüren de ölür, ölü sever şehirlilerle birlikte, aslında her biriniz yaşayan ölüler ordusuna katıldınız gönüllü olarak. Cesetlerle besleniyorsunuz ey leş yiyiciler! Kan kusuyor ekran, televizyonlar höykürüyor, bağırıyor, kara yasçıların şarkılarını söylüyor canlı canlı. “Şehrin kuytu bir yerinde başka bir kadın cinayeti, bir kız çocuğu ölü bulundu, polisin kurşunuyla ölen göstericinin ailesi yasta…” Yargıçlar canilerle sözleşme imzaladı. Her ölenden prim kazanıyor ceset satıcıları. Tapınaklara taşınıyor en kutsal törenler için. Kan gerek kutsalı baki kılmak için. Öldürmeyeceksin, diyor kitap halbuki. Ölüme meyilli şehirli için masal anlatıyor kitap besbelli. “uzun sessiz ölüyü yıkadılar.

Direnmedi. Anısı tükenmedi. Sürdü.” (Turgut Uyar)

Soğumuş bedeniyle kara gömülmüş adam baktı ölü gözlerle. Yaşamak bir düş olsa gerek, dedi içinden. Yazgılarla yaşıyor bu sokak. Tapınaktakiler çoktan ölümü yazgıladı şehirlilere. Belli bir yaştan sonra nefes almak çocuksu bir çaba onlar için. Öte yaşam kurgusu için hazırlığa başlamış hepsi. Canilere devlet eliyle para ödeniyor yaşam süresini sınırlamak için. Her ölümün bir bedeli var, her yaşamın da. Ölüyü yıkadılar geçen gece, yasçıların şarkıları eşliğinde arındı kandan çürümeye meyilli et. Küçük çocuğun kusmuğu kaldı karın üstünde, çürüyen etin yaydığı kokudan tiksinmişti. Yeni yetmeler çürüyen bedenlere alışık değildir, her yeni ölüyle alışacak, o da çürüyen şehrin kokusuna. Şehir cesetlerle büyüyor, öğrenecek ölüm felsefesini ekranlardan şehrin oyunbaz çocukları. Şehir koktu, kar koktu, ölü çürüdü bir hayli.

“Ölümden konuşulacaktı elbet. Çünkü son çare değildi mutluluğa” (Turgut Uyar)