Janjanlı Güvercin/Tuba KIR

“Boğazımda bir düğüm… Öyle bir düğüm ki yeşilden laciverte, lacivertten mora çalan… Bir düğüm ki gürültülü, hırıltılı... Boğazımda bir düğüm, acı acı kokan. Göz yaşartan… Yer değiştiren bir düğüm boğazımdaki. Bazen karnımı, bazen sırtımı, bazen ciğerlerimi zapt eden… Yakan, öksürten, acıtan… Epeydir var. Seksenlerin acıklı filmlerinde, unutulmuş bir şarkıda, neşeli, hiç olmayacak anlarımda nükseden. Rahatsız eden. Ağla ağla çıkmayan, bağırdıkça yerleşen, konuştukça artan, sabrettikçe çoğalan. Boğazımda bir düğüm, benimle yaşayıp, büyüyen…”

Süheyla okuduğu kitaptan başını kaldırdığında pervaza konan güvercini gördü. Elinin tersiyle cama vurdu, kışştt, kışşt, dedi. Arsız, yine mi geldin sen? Sevmiyorum seni, defol! diye azarladı. Hiç oralı olmadı kuş. Kitabını salladı, renkli kahve kupasını gezdirdi camın önünde, güvercin yine umursamadı. Hayvan bitlerini ayıkladı, aheste aheste günlük temizliğini yaptı. Özellikle ağırdan aldı. Kadın yokmuş gibi davrandı. Vazgeçti Süheyla. Salonun başköşesine astığı düğün fotoğraflarına bakarken içini çekti. Neden erkenden öldün ki sen Ali? dedi. Aldatmadan öleydin ya. Evde gezindi biraz. Ne yapsın bilemedi. Saçlarını açıp, bir daha topladı. Sonra bir daha… Telefonuyla oyalandı. Banka mesajları, bildirimler vardı. Sıkıldı. Gözü kitabına kaydı. Kaymasaydı iyiydi, kitapta bahsi geçen düğüm kadının boğazını saniyeler içinde zapt ediverdi. Eli göğsünde, birkaç defa kesik kesik öksürdü. Buzdolabına koştu. Bardağı boş verip, buğulu sürahiyi kafasına dikti. Kana kana su içti. Döndüğünde güvercin hâlâ sinsi sinsi içeriyi gözetliyordu. Bu sefer kadın o yokmuş gibi davranmaya çalıştı. Masanın üzerine gelişi güzel attığı dergileri, broşürleri toparlamaya başladı. Reklamlardan duya duya ezberlediği şarkıyı yüksek sesle söyledi. Sonra güvercin o istediği için değil de, kendi paşa gönlü öyle uygun gördüğü için kanatlandı, gökyüzünde süzülerek gözden kayboldu. Genzini temizleyerek, nihayet, dedi Süheyla. Taktı bu bana, taktı. Pis, yüzsüz! Derin derin nefes alarak sakinleşmeye çalıştı. Sonra baldırlarından başlayıp kalçalarına kadar kendini çıt çıt zımbalayarak tekrar oturdu koltuğuna. Kaldığı yerden okumaya devam etti.

“Düğümü açacağım, niyeti fena bozdum. Uğraşacağım. Çözüp, kurtulacağım. Deniyorum, yakalayamıyorum. Elimi her attığımda kaçıyor, kaygan. Demek yolu bu değil. Önce tutabilmeli sonra çözebilmeli demek. Fakat yapacağım…”

Camın önünde işittiği sesle irkildi. Güvercin değil de sanki helikopter konmuştu pervaza, o derece gürültü oldu. Birbirlerine doğru iyice yanaşıp, kesiştiler. Bir acayiplik vardı kuşun halinde, hareketinde. Titriyordu. Korkmuş muydu yoksa? Neyi var bunun? diye kendi kendine sordu Süheyla. Hayvan gagasını araladı. Solucan dilini oynattı. Konuşacak sandı kadın, hatta bir şeyler söylemesini bile bekledi. Beklerken kuşun minicik ahtapotları andıran pembe ayaklarını, kuzguni çengel tırnaklarını, mora çalan siyah gövdesini, fırıldak turuncu gözlerini iyice bir inceledi. Yüzü ekşidi. Kuş kafasını bir sağa, bir sola kesik kesik çevirip, boyuna kadına bakıyordu. Ardından güvercinin titremesi yavaşlayarak dindi, sakinleştirdi. Kocasının son kabahatini affettirmek için aldığı mor menekşeyi cama vura vura gagalamaya uğraştı. Enikonu meydan okuyordu. Boynunu yukarıya doğru esnetip uzatınca, gümüş rengi ışıltılar saçan kısa tüyleri gözüktü. Bir gaga, bir gaga daha attı. İyice asabı bozuldu Süheyla’nın. Boğazını paralayan, vücudunu sarsan, tizden bir çığlık koyuverdi.

“Defol, rahat bırak artık beni! Allah’ın cezası pis mikrop, defol git diyorum sana!”

Sonra kitaptan Süheyla’nın boynuna geçen düğüm kurtuldu, nazlı nazlı yükseldi, yüzsüz güvercinin janjanlı ümüğüne oturuverdi.

Ohhh, çok güzel oldu, dedi kadın ve salonda çınlayan bir kahkaha koyuverdi. Ohhh, canıma da değsin! Belanı buldun işte, gez şimdi boğazındaki kör düğümle!

Güvercin bir gaga, bir gaga daha atamadı. İki yanına dans eder gibi tuhaf hareketler yapıp, güç bela kanatlandı. Cansız tüyleri konfeti misali etrafa saçıldı. Sağa çeke çeke uzaklaştı.