Milan  Kundera'nın Son Romanı: KİMLİK                                                                                                                                                                                                                                                                   -Bir Kimlik ve Varoluş Arayışı-/Selman BÜYÜKAŞIK

Önsöz: 

M. Kundera’nın büyüklüğünü kanıtlayan ilk yapıtı, Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği romanı pek çok dile çevrilmiş, yazarı dünyaya tanıtmıştır. Prag’da 1929’da doğan Kundera, 1968 Prag Baharı’ndan sonra Sovyet işgaline uğrayan Çekoslovakya’da (Bugünkü Çekya) mağdur edilenlerdendir. Sonunda 1975 yılında Fransız vatandaşı olur.

Fonda 1968 öncesi Prag baharı ve sonrası, Sovyetler’in Çekoslaovakya’yı işgali ve varolmanın sancısını anlatan Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği’nde şu saptama düşündürücüdür: ”Gerçek insan iyiliği, ancak güçsüz bir yaratıksa bütün saflığıyla ortaya çıkabilir. İnsan soyunun temel sınavı, onun merhametine bırakılmış olanlara davranışında gizlidir.” (1982) Roman, yaşamın ağırlığı-hafifliği arasındaki sorgulamayla sona erer.

Çağımızın başarılı düşünce romancısı ve varoluşçuluğun sonuncusu kabul edilen yazarın son romanı Kimlik 1995’te yayımlanır, Fransa’da 1998’de. 167 sayfalık bu son romanı bir kimlik ve varoluş arayışıdır.


KİMLİK

Ünlü Çek yazarı, bir içe bakış ustası kabul edilir; insan ruhunun derinliklerinde dolaşma ustası. Yetkin bir kurgucu ve söz cambazı olduğu da. Peki, bu romanında ne anlatıyor bu büyük yazar? Arka kapakta söylendiği gibi, gerçekten bir aşkın bitişini mi? Yoksa bir kimlik irdelemesini mi? Buradaki anlamıyla kimlik nedir? Sözlükteki anlamlarına bakalım:

 1.Toplumsal bir varlık olarak insanın nasıl bir varlık olduğunu gösteren belirti, nitelik ve özelliklerin bütünü. 

2. Kişinin kim olduğunu tanıtan belge, kimlik belgesi, hüviyet.

3. Herhangi bir nesneyi belirlemeye yarayan özelliklerin bütünü. Romanda baştan sona dek anakarakter Chantal’ın birinci anlamıyla kimliği sorgulanıyor. Kuşkusuz, buna bağlı ola- rak Jean Marc’ın kimliği de. Romanda iki ana karakter var. Birinci ve asıl karakter Chantal, ona bağlı ikinci karakter de Jean Marc! Elbette, diğer tipler de, örneğin üç çocuklu görümce, Jean Marc’ın lise arkadaşı F., reklam şirketi müdürü Troy vd. yapaylıktan uzak, ustaca çizilmiş canlı kişiliklerdir.

Kimdir Chantal? 51 kısa metnin hemen hemen hepsinde onun irdelenip sorgulandığını okuyoruz hem yazarca hem karakterin kendi içses ve bilinçakışlarıyla. Evliliğini bitirmiş, kendi evinde, kendisinden dört yaş küçük (Arka kapaktaki tanıtınım yazısında ‘on dört’ yazıyor. Yüz kızartıcı bir yanlışlık), kaybetmekten çok korktuğu Jean Marc’la birlikte yaşıyor. Ama geçmişi-geleceği değil, şimdiyi, ânı yaşamak isteyen bir kadın. Bu yüzden uykusunda düş görmeyi sevmez. O, gençliğinde gül kokusu eğretilemesini sevmiş bir kadın. Kadın olarak başka erkeklere bu gül kokusu gibi ulaşma isteği biliçaltında durmuştur. Ve şimdi erkeklerin kendisine dönüp bakmadığı düşüncesinde, sanrısında. Bu onda bir mutsuzluk, bir stres yaratıyor.

Kısacası bir kimlik, bir varoluş arayışındadır. Bu arayış, “... o kırmızı leke… neredeyse unutulmuş o narin kokuya, tüm erkekleri öpmek isteyen gülün kokusuna dönüşüyor.”(78) Zaten roman boyunca dostluk, aşk, bağımlılık tartışılıp sorgulanır. Cinsellik, seks konusu ana karnındaki cenin üzerinden yadırgatıcı bir cesaretle önümüze serilir reklam şirketi müdürü Troy tarafından.

Chantal, küçümsediği bir erkekle evlilik yapmış, onun ailesiyle birlikte yakınmadan yaşamış, beş yaşında bir oğlan çocuk kaybetmiş, ama acısını unutmamak için, ailenin bunca baskısına karşın ikinci bir çocuk yapmamış ve bu pısırık kocadan boşanmıştır. O, özgürlüğünü yitirmemek için de ikinci bir çocuk yapmaya yanaşmamıştır. Kendisinden dört yaş küçük JM’yi yitirme korkusu içindedir. Oysa JM de onu seviyor, onu yitirmekten korkuyor. Chantal, erkeklerin kendisine dönüp bakmadığını söylediğinde JM’nin içinden geçenler anlamlıdır: ”Peki, ya ben? Ben hiç durmadan senin peşinden koşarken, her zaman senin olduğun yerde olmaya çalışırken dönüp sana bakmayanları nasıl düşünebilirsin?”(s.31)

Bu kaygıyı daha birkaç kez dillendirir Chantal. Bu saplantısından kurtarmak, erkeklerin onu hâlâ beğendiğini göstermek için JM’nin, posta kutusuna art arda birkaç mektup yazması oyunu romanın düğüm bölümünü oluşturur. Bunun yarattığı gerilim ve tartışmalar iki karakterin yaşam anlayışlarını dillendirmelerine yol açar. Ve yazarın Chantal’a yaşattığı fantezi! Tabii, uykuda, rüyada. Ama bana biraz aykırı gelen, bu fanteziyi Jean Marc’a da yaşatması. Bu, bir kişinin yaşayacağı bir düşlemdir.

İnsan ruhunun derinliklerinde dolaşmayı seven, bunu bize zekice anlatabilen yazar çevreyi, toplumu da derin bir gözlemle, kısacık ama çarpıcı ayrıntılarla anlatabilmektedir. Normandiya kıyılarında erkeklerin çocuk-bebek bakıcısı olma görevini uysalca kabullenmiş halleri alaycı bir dille anlatılır. Yaşlı başlı insanların dışarıda saplantılı uçurtma uçurma hobilerine dikkat çekmesi nefis toplumsal bir eleştiridir.

Roman, bir gezi rehberinde, Normandiya denizinin kıyısındaki küçük bir kentte rastladıkları bir otele, Chantal’ın bir gece önce, cuma günü tek başına gelmesiyle başlıyor. Jean Marc ona ertesi gün öğleye doğru katılacak. Akşam otelde iki garson kızın televizyonda izledikleri kayıp aile programını Chandal’a anlatması, onda günün birinde Jean Marc’ı da böyle yitireceği düşüncesi uyandırır. Gece, uyurken gördüğü rahatsız edici düşten -eşcinsel ayrıntı da var- geçmişini öğreniriz. Anne, eski koca, görümce, eski kocanın karısı… Düşleri sevmez, dedik. ”Düşler aynı yaşamın farklı dönemleri arasında kabul edilemez bir eşitliği dayatır insana, insanın hiç yaşamadığı şeyler arasında eşdüzeyli bir eşzamanlılığı dayatır; ayrıcalıklı durumunu yok sayarak şimdiki zamanın varlığını yadsır.”(s.10-11)

Daha önce öğretmenlik yapmış Chantal, bir reklam şirketinde çalışıyor, geliri iyi. Nefret ediyor işinden, ama hakkıyla yapıyor. Bir diyaloglarında şunu diyor: “Ama Jean Marc, sen ne sanıyorsun? Ben gülmüyorum. Unutma benim iki yüzüm var. Bu özelliğimden bir zevk almayı öğrendim, buna karşın iki yüzlü olmak kolay değil. Çaba gerektiriyor, disiplin gerektiriyor. (…) Evet, farklı iki yüze sahip olabilirim ama aynı anda değil. Seninle olduğumda alaycı yüzümü taşıyorum. Büroda olduğumda da ciddi yüzümü …”(s.33)

Chantal’ın eski görümcesi üç çocuğuyla davetsiz kapıya dayandığında onu içeri almak zorunda kalan Jean Marc, bu korkunç geveze, dedikoducu ve rahat kadını dinlerken şu çıkarsamayı yapıyor: ”Chantal’ın nefret ettiği şeye böylesine kolayca uyum sağlaması, gerçekten çok hayran olunacak bir şey mi? İki ayrı yüze sahip olmak gerçek bir başarı mı? J.M., Chantal’ın reklam dünyasında çağrısız bir konuk, bir casus, maske takmış bir düşman, gizli bir terörist gibi olmasından vaktiyle hoşlanmıştı. Ne var ki bir terörist değil, daha çok, politik terminolojiye başvuracak olursa bir işbirlikçiydi.”(s.116-117) J. Marc tıpta üç yıl okuduktan sonra ayrılmış, birçok işte çalışmış, her an sokağa düşeceğini düşünen biri. Bunun tedirginliğini yaşamakta ama kuyruğu da dik.

Üç çocukla davetsiz gelmiş görümcesini kovarak gönderen Chantal’la J.M. arasındaki sert diyalog bize çok şey anlatır:

“Jean Marc ile yalnız kalıyor ve gidenlerle onun arasında hiçbir fark görmüyor. -Bu evi sonunda yalnız kalabilmek için, kimse tarafından gözetlenmemek, öteberimi istediğim yere koyup, koyduğum yerde, koyduğum gibi bulacağımdan emin olabilmek için satın almış olduğumu neredeyse unutmuştum, diyor. -Senin yanında değil, şu dilencinin yanında olduğumu birçok kez söyledim sana. Ben bu dünyanın dışındayım. Sana gelince tam ortasında yer aldın. -Sen kendini çok lüks dış çizgiye yerleştirdin ve bu sana hiçbir şeye mal olmuyor. - Ben o lüks çizgiden ayrılmaya her zaman hazırım. Ama senin, kendini farklı yüzlerle yerleştirdiğin o konforizm kalesini terk etmeye hiç niyetin yok.” 36, s.124)

Aslında iki taraf da birbirini yitirmekten korkmaktadır. Ve sonunda yaşananların bir düş olduğunu öğreniyor/uz:

  “- Chantal! Chantal! Chantal! Jean Marc, Chantal’ın bu sesle sarsılan bedenini kolları arasında sıkı sıkı tutuyordu.

-Uyan, bütün bunlar gerçek değil! Chantal, onun kolları arasında titriyordu, o da ona bütün bunlar gerçek olmadığını söyleyip duruyordu. Chantal o söyledikçe yineliyordu: -Hayır, bütün bunlar gerçek değil, değil! Ve yavaş yavaş, çok yavaş sakinleşiyordu.”(50, s.166)

İşte, yazar kurduğu/ kurdurduğu bu düşü, fanteziyi araya girerek açıklama gereği duyuyor:

“Ve ben şimdi kendime soruyorum: Düşleyen kim? Bu öyküyü düşlemiş olan hangisi? Chantal mı? Jean Marc mı? İkisi birden mi? Yoksa, biri ötekinin adına mı düşledi? Ve gerçek yaşamları hangi andan başlayarak bu ihanet fantezisine dönüştü?...”(166)


Bunun bir fantezi olduğunu yazar bize araya girerek açıklama gereği duymuş. Aslında bu, yazarın fantezisidir. O nedenle, kitabın arka kapağındaki “Milan Kundera, bir aşkın yıpranışını, bitişini anlatıyor.” saptamasına katılmıyorum. Bu fanteziden sonra yolları ayrılır mı? Ben sanmıyorum. İkisi de birbirine muhtaçtır ve birbirlerini seviyorlar. Hayır, Chantal’ın bilinçaltındaki karanlık kimlik, varoluş arayışının yazarca sorgulanmasıdır. Toplu seks fantezisinden kaçışı, yardımını beklediği JM’nin yetişmesi okura bir şey anlatmıyor mu? Bir ayda ikinci baskısını yapmış bu yapıtı, CAN Yayınları uzmanları bu kadar mı anlamış?

Çeviri: Dil-anlatım, yazım ve noktalama:

Aykut Derman, Fransa’da yayımlandığı yıl (1998) bu değerli yapıtı Türkçeye kazandırmış. Başarılı bir çeviri denebilir. Akıcı, rahat bir anlatımla. Arı bir Türkçe kullanmaya çalışmış ve bunda hayli başarılı olmuş: 

Kemiklerini açımlamışlar, genlerini incelemişler.”(s.62) Rahat, akıcı bir anlatım, kısa cümleler: “Odasına çıktı, güçlükle uyudu ve gördüğü uzun bir düşten sonra, gece yarısı uyandı. Düşünde, geçmişinde birlikte olduğu kimseler vardı yalnızca: …”(s.11) Yalnız birkaç yerde göze batan dil hataları var: “Sesindeki yalaklık Chantal’da bir panik yarattı.” Doğrusu, ‘yalaklık’ sözcüğünü bugüne dek duymamıştım, ‘yalakalık’ olsa gerek. (s.26) “Çünkü dostluk günümüzde eski içeriğinden boşaldığı için…” (s.54) Böyle bir dil yanlışı beklemezdim sayın çevirmenden.‘Çünkü’ ile başlayan bir cümlenin ‘için’ ile sürmesi-bitmesi bir dil cinayetidir.

Ne yazık ki Aykut Derman da ‘varsaymak’ sözcüğünü yanlış kullanma akımından yakasını kurtaramamış: ”Gördüklerinden yola çıkacak olursa, onu erkeğe susamış sıradan bir kadın gibi, daha da beteri, eline geçen her mektubun kutsal bir aşk belgesi olduğunu varsayacak romantik ve ahmak bir kadın gibi düşünecek bir gözlemci.”(s.94) Ne çok sevdik yanlış anlamda kullanmayı bu ‘varsaymak’ sözcüğünü. Varsaymak, farz etmek sözcüğünün karşılığı olarak türetildi. Burada ‘sanacak/ düşünecek’ sözcüklerinden biri kullanılmalıydı, ‘varsayacak’ değil. Şu yanlışı da beklemezdim:”Bu arada size bir şeyi sağlık verebilir miyim?” Yok, ‘sağlık’ değil’ ‘salık’ olmalıydı. Yahu, koskoca Can Yayınları’nın editörleri, düzeltmenleri nerede?

Ve gelelim asıl rahatsız edici olan yazım ve noktalama yanlışlarına! İlginç olan, diyaloglardaki noktalama tutarsızlığının 87. sayfadan başlaması, öncesinde bu yanlışlığın pek olmaması. Konuşma çizgisiyle başlayan bir konuşma, çift tırnak (“) ile biter mi? Ben bugüne dek böyle bir noktalama saç malığı görmedim; buyurun: - Ama ben sizi öteden beri hep bu adla tanıyorum!”(s.163) Böyle bir noktalama anlayışı nerede görülmüş? Devam edelim:

-Bu durumda, özür dilerim”, diyor kibarca, neredeyse üzülmüş gibi, “otelin adını size söyleyemem.” (s.139) Burada “ tırnak işaretlerinin hepsi gereksizdir, yanlıştır. Çok örnek verebilirim bu saçmalığa.

Yetmemiş gibi, ‘ama’ bağlacından sonra bir yerde ‘,’ konması! Evet, bu bağlaçtan sonra virgül konduğu özel durumlar, ifadeler var: “Yeter ama, bıktım!” Ama şu cümlede virgülün yeri yanlıştır: ”Nedenini bilmiyorum ama, ölüm üzerine yazılmış şiirler gençliğimden beri beni büyüler.”(s.35) Hayır efendim, virgül, ‘ama’ bağlacından önce konmalı, hiç konmasa da olur. Bir sorun daha: Bu karakter adlarının aldığı Türkçe eklerdeki tutarsızlık: Kimi zaman ‘Chantal’ın’ kimi zaman ‘Chantal’in’ yazılması rahatsız ediyor. Hangisi doğru? 

Sözün sonu: Aykut Derman bu değerli yapıtı bize kazandırmakla alkışlanacak bir emek vermiş. Yaptığı hataların asıl suçlusu bir ayda ikinci baskısını yapacak kadar okur bulmuş bu yapıtı yayımlayan CAN Yayınları’dır. Yeni baskılarında bu yanlışlar düzeltilmiş mi, bilemem. Umarım düzeltilmiştir. Her şeye karşın, geç de olsa bu romanı okumuş olmak benim için bir kazanımdır. Herkesin okumasını salık veririm.