HARCANAN BENLİK VE SANATA DAİR/Havva AĞRAL

Tüketim toplumu ve tüketim çağı dediğimiz, değersizliğin değer olanla yer değiştirdiği zaman diliminde insanlığa sürekli aktarılan en belirgin emir cümlesi elbette "harca". Hatta reklam puntoları harca harcabitmez diye sloganlaşıyor. Harcamak bir tatmin duygusu yaratması açsından insanlığın en önde duyduğu amaçmış gibi görünüyor. Yaşamsal olan bir çehresi varmış gibi. Evet barınma, gıda, sosyal bir statü yaşamın olmazsa olmazı. Ancak nerede duracağını bilemeyen insan modeli yaratmak, kapitalist sistemin ihtiyaç duyduğu insan modelidir. Yeni bir evin, yenieşyalara ihtiyacı olması, neredeyse toplumsal bir kural halini alıyor. Yeni olanın tekrar ve tekrar yeniyi çağrıştırması, Diderot etkisi denilen ve başka psikolojik adları da olduğunu tahmin ettiğimiz bir tatminsizlik duygusuna da çağrı niteliği taşıyor.

Diderot Etkisi ; yeni bireşyanın yanında diğerlerinin eski durması ile tetiklenen bir duygu. Sonra ekonomik bütçeyi zorlayan bir döngü. İnsanlar çoğunlukla bıkkınlık yaşadıkları işlerini, sırf tüketmek adına terketmiyorlar. Kapitalizm sürekli tüketmek ve yenisini edinmek noktasında bir yığın telkin ve emir sistemi. Bilinç dışı alana vurulan sloganlar. “ Eskimiş çoraplarınızı atın. Siz hala annenizin marganini mi kullanıyorsunuz? Otomobilde zamanı yakalayın….”  Harcanan salt para mıdır? İnsan ihtiyacının ötesindekine istek duyarken, araç amaca girmeye değerlersırasını değiştirmeye başlıyor. Kendinize iyi bir roman almak yerine son çıkan android işlemci telefonu tercih eder olmak, ihtiyacınız yokken, sırf mobilyalara uygun yeni biblolar almak vs. Derken sadece psikolojik rahatlama için bile alış verişe çıkmalar vs. Sosyal statü ve zaman yeni tüketim yolları telkin ediyor. 

Bunun bir sonu var mı? Emin değilim açıkçası. Ancak bir önlemi olabilir. O dabireyin kendi zerindeki etkisi ile mümkündür. Zaman ve tüketim insana tuzak kuruyor. Neoliberal dönem, çarklarını döndürmek için sizlerin tüketiciliğinize ve tuzaklara gelmenize bakıyor. Bu çarklar için tuzaklar bellidir. Moda, trend, in, out, modern, nostalji hatta organik kelimeleri ile insanları tavlamaya çalışacaktır. Şimdi bu kafeteryalar çok trend, şimdi moda buderken bütün bunlar insan ruhuna, varlığına birer kanca gibi takılmaktadır. Moda denilen liberal değişken alan, sizi zaman içinde sürükleyecek.

İnsan kendilik sürecinde bir anlam aramak yerine tüketim toplumunun kendi açmazlarının birer uzantısı haline gelmiştir.

Tüketim toplumu dediğimiz o fauna, kendi içinde bir tükenmişlik yaratan, dil, sanat,benlik duygularını ve varoluş duygularını da tüketen uzun bir sürecin adıdır. Egemen ve muktedir dil, kendi empoze dilini dayatırken siz kendilikten kopmaya başlıyorsunuz. Benlik duygusun da bir tükenmişlik bunun bir diğer adları depresyona girmek, monotonlaşmak. Belli bir rutine kapılıp giden insan olmak. O rutinde bir gün insanoğlu geriye dönüp baktığında acı bir boşluğun cisimleşen ağırlığını duyacak. Faturalara, bireysel emeklilik ödemelerine, gündelik ihtiyaçlara yetişmeye çalışırken, zamanın içerdiği dile varamaz hale gelmek, o simülasyon dil, o ekonomik dil her geçen gün farklı tanım ve hızlı mübadele ile insanı geride bırakmaya başlıyor. İnsanın gelişimi, dönüşümü, arayışları, banka faizlerinin, hızlı spekülatif artan rakamların gerisine düşüyor. Her şeyde bir anlam ve değer kayması söz konusu. Yani bankalardaki rakamlar sizin kim olduğunuzu belirleyen sözde araçlara dönüşünce, insan olmak, benlik duygusu, akademik yeterlilik, okur yazar ve entelektüel birikimin yerini anlamsız rakamların alması ya da alamaması benlik duygusunun da bu hakim düzenden payını aldığını ya da almadığını gösteriyor. Sahiden insanı belirleyen değer, o spekülatif rakam ve hızın ifade ettiği kadar mı?

Sanatta sözde kendi dilini ve davranışlarını kurgulayan insan modeline neden ihtiyaçvar? Bunun kabul edilmesi şart mı? Mafya ya da aile dramı dizilerinde insanların davranışlarını kopya eden yaşamın ortasında insanların belirmesi sizce tesadüf mü? Şu dizideki gibi telefon tutmak, bu dizideki gibi çeteleşmek, diğer bir başka dizinintokalarının moda olması. Sanal bir dünya neden bizim gerçeğimiz miş gibi algılıyoruz?

Hiç düşünmüyor gibiyiz. Birileri bizi böyle mi görmek istiyor? Bankalardaki rakamlar, hızlı dünyada koşturan, sürekli borçlandırılıp ekranlarda aşina olduğumuz. gibi standart sözde idealize edilmiş modellere indirgenen insanlar görmek istiyorlar. Sistem sizden başka bir şey yaratmanınyollarını bulmuş gibi. Siz belki bir an da durup, roman yazmaya, doğada bir kulübeye yerleşmeye, belki bundan sonra sadece balıkçılıkla geçinmeye karar verecektiniz. Sistem size daha dur, borçlarınız var, büyüyen rakamlarınız, artan faizleriniz, kazanacak paranız ve daha dolacak vadeniz var diyor.

Siz yaşamı erteliyorsunuz. Dostluk, insani tanımlar yerinidaha çok gündelik çıkar ilişkilerine indirgenirken, sürekli duyulan büyük bir yalnızlık ve başedememe duygusu da hakim oluyor. Duygularla baş edemedikçe, tüketim kendinde birçareymiş gibi insanların önüne sunuluyor. Yeni bir araba, yeni eşyaların yaratacağı sözdeferahlık ya da mutluluk duygusu gibi. Kendi var oluşunu anlamlı kılmak yerine bu döngüdevar olmak, tüketim toplumunun bir ferdine dönüşmenin yolu. İşte bize sormadan, bizde bir değer görmeden bizden yarattıkları budur. Sahtelik. Her şey reklam sloganları gibi. Dizilerdeki müzikler popüler, eşyalar trend, peki siz kimsiniz?