Düşünmeler, Denemeler/Emin SALMAN

Zamanın Zincirleri, Sözcüklerin Tutsaklığı 1

İfadenin zihinlere hapis edildiği, cehaletin egemen kılındığı toplumlarda öngörülü, aykırı, ışığın çoğalması ve sürekliliği için düşüncelerin ifadesinin güçlüğünün farkındayım. Ancak, kötülüklerin ve savunucularının boş durmaya niyetleri yok. Amacım; insan zihninden ve yaşamından kötülüklerin kazınmasıdır. Kötülüklerin sorumlularının nedenleriyle birlikte ortadan kaldırılmasıdır. Şiddetin, dehşetin, vahşetin, kıyımların, zulmün olmadığı bir yaşam ve dünya idealinin gerçekleşmesi için gücüm oranında katkıda bulunmaktır. Ön yargılardan, yargılamalardan uzak sorgulamalarla şüphe ile yaklaşım içerisinde merakın peşinden gitmektir. Öldürmenin kutsandığı ve yüceltildiği düşünceler haricindeki her türden düşüncenin özgürce ifade edildiği, insani bir düşünce düzeyine ulaşmaktır. Erdemli, vicdanlı insanı çoğaltmak ve hâkim kılmaktır. Zorbalığın, “ötekinin “, “lanetlenmişlerin “ olmadığı eşitlikçi, adaletli bir dünya ve insanlık ideali…

Miraslarıyla bana ışık tutan ve umutlarımın ilhamı olan çilekeş, zulme uğramış, aşağılanmış, horlanmış, cezalandırılmış, yaşamlarını feda etmiş olmalarına rağmen doğrudan ayrılmamış insanların izinden yürümektir. İnsanlığa bir damlacıkta olsa anlamlı, vicdani bir katkı yapmak ve miras bırakmaktır. Asırlardır kötülük üretmek için cüzdanlarına esir ettikleri vicdanlarıyla buluşturmaktır.

ocukluğum sekiz dokuz yaşlarına kadar insanlığın hem en bereketli, hem de en belalı kanın, talanın, yağmanın, ölümün, kanın hiç eksilmediği talihsiz Anadolu bozkırının Kırşehir’in Malya Ovasının küçük bir köyünde geçti. Benliğimi, kimliğimi, dilimi teslim almadıkları bir dönemdi. Ruhumun annemin Kürtçe masalları, ninemin stranları, dedemin engin hoş görülü, sevgi dolu sözleriyle beslendiği zamanlardı. 

Zamanın zincirlenmesi, sözcüklerin tutsak alınmasına uzaktım. O çocukluk döneminin ruhumu beslemesini altmış yaşına ulaşan ömrümde şimdi daha iyi anlıyorum. Belki korunma içgüdüsü, belki farklılığın duygularla zenginleşen ruhumun huzura ermesindendir. Annemin huzur veren nesillerden akan masalları, ninemin hüzün yüklü uzaklardan gelen veya uzaklara duyulan özlemi yanıklaştıran stranları, dedemin sükunetle ruhumu okşayan, geçmişte kalan ve geçmişini arayan bakışları…Bana her dokunuşta, her seslenişte heyecana sürükleyen sözleri… Bir bilgenin sabrı ve zarafetiyle yaşanmışlığın derinliklerinden gelen hüzün, umut karışımı karışık duyguları….

İçme suyunun kuyulardan karşılandığı, ağaca köyün ortak bağları dışında rastlanmayan, kıraç kurak bir köydü. Köyün içinde birbirine adeta yaslanmış gibi duran iki dolgu höyük yükselirdi. Bu höyüklerin tarihin süzgecinden geçen ve bir sonrakinin bir öncekine tahammül edemediği yok ettiği, birçok kavme rehberlik ettiğine inanılmaktadır. Kral yolunun bir bölümünü oluşturan belli bir güzergâha göre sıralanmış değişik uzaklıktaki ve aralıktaki höyüklerin altına gizlendiği sanılan hazineleri aramakla boşa zamanlarını harcayan köyün uyanık ve bir o kadar da hırslı define avcılarının hayal kırıklıklarını uzun kış gecelerinde dinlemek çok eğlenceli olurdu. Zaman zincirlenmemiş, sözcükler tutsak değildi…

İnsanın en büyük zaafı benlik duygusudur. Gurur, kin, nefret, öfke, hâkimiyet v.s… Bütün bu duyguların toplamından dolayı kendi dışındakilere tahammülsüzdür. Bu tahammülsüzlük sonucu akıl almaz çılgınlıklar yapar. Yakıp yıkma, harabeye çevirme, hayatı zindana çevirme…Bunlardan arta kalan zamanda da bitirememişse, tüketememişse “ötekileri” , “lanetlenmişleri” izole etme, adam etme, kendine benzetme.. Bundan dolayıdır; zamanın zincirlenmesi, sözcüklerin tutsak edilmesi… 


Benlik duygusu bizliğe dönüşüp tehlikeli bir yolculuğa çıkar. Bizleşenler için kendi dışındaki herkes “ötekidir.”  Aşağılanabilir, horlanabilir, yok sayılabilir. Bunlarda yetmezse yok edilebilir. Dilleri, dinleri, kültürleri yasaklanabilir. Direnç gösterenlerin tehlike oluşturmaması için sürgün edilmeleri sağlanır.

Sürgünün; ayrılığın ötesinde yalnızlaşmak ve yavaş yavaş tükeniş ve ölüm olduğu bilinir. Köklerinden kopmak, geçmişinde kaybolmak. Direncini yitirip yabancılaşmak veya geçmişine düşman kesilmek. Sürgün; zamanın zincirlenmesi, sözcüklerin tutsaklığıdır.

Bu belirlemeyi çok sık yaptığımı düşüneceksin. Çünkü yapılan her kötülük beni oraya sürüklüyor.

Sürgün, kendinden vaz geçmektir. Yorgunluk ve umutsuzluktur. Geride bırakıp yitirdiği hiçbir şeye dönememektir. Sürekli bir özlem, arayıştır. Yaşadığı veya yaşamayı göğüsleyeceği hissettiği acılara dönme arzusudur. Çünkü kökünün kurumasından duyulan korkudur. Sürgün köksüzlüğe giden yolun başlangıcıdır. Aidiyet duygusunu, kimliğini, benliğini, dilini… Kısaca özünü yitirmek, insani bütün haklarından yoksun kalmaktır.

Dedem ve ninem sürgünü benliklerinde yaşamış iki boynu bükük, iki yalnız insan geçmişlerine duydukları özlemleri stranlarıyla canlı tutmaya çalışıyorlardı. Annem sürgünün çocuğu olarak masallarla sözlü geleneği zamanımıza taşımaya çalışıyordu. Geriye dönüp baktığımda yaşadıkları hüznün temelinde bu yalnızlaşma, koparılma duygusunun yattığını şimdi daha iyi anlıyorum.

İnsanlık her yıl bir önceki yılın, yüz yılın canilikleriyle boğuşmak zorunda. Geçen zaman gelecek zamanın hazırlayıcısı olarak karşımıza çıkıyor. Miras aldığımız geçmiş kötülüklerinden temizlenerek geleceğe taşınmıyor. Gelecek bugünde, bugün de geçmişte gizlidir. Mirasımız kirli, acımasız, vahşet yüklüyken ve kan ve ölüm üzerine inşa edilmişken bugünü saf, geleceği umutlu görmek olası mıdır? Nefretin, kinin, intikamın, imhanın, inkârın, öldürmenin sıradanlaştığı bir geçmişten kurtulmadıkça geleceğe umutla bakılamıyor. Karamsar olduğumu, felaket telalığına soyunduğumu sakın düşünmeyin. Ortalama zihinsel bir sorgulama yapan bir insan, eğer vicdanını yitirmemişse bu çıkarımlara ulaşır ve durumun vahametini kavrar. Ancak; gerçek şu ki sürüye dönüştürülen milyonlarca, milyarlarca insan alık alık bedensel varlığını sürdürme derdinde…

İnsanlığın en kanlı, katliamcı, ölümcül, vahşet ve dehşet yüklü, çılgın bir o kadar da utanç duymamız gereken yirminci yüz yılı geride kaldı. Hasta ruhlu başkanları, imparatorları, kralları, sultanları, efendileri, , baskıyla zorbalıkla itaatkâr ve uysallaştırılan yığınlardan eser kalmadı diye düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Zaman durmuyor, kötülükleriyle akıyor. Yeni despotlar, yeni zorbalar, yeni hasta ruhlar üretmeye devam ediyor. Zamanın zincirlerini parçalamak, sözcüklerin tutsaklığını sona erdirmek isteyen mazlumlara karşı yeni zalimler zırhlarını kuşanıp “uygar” görünümleriyle modern silahlarıyla ölüm kusmanın dayanılmaz hafifliğiyle sırça köşklerinde “huzurlu” yaşamlarını sürdürüyorlar.