Bir Pencere: Godot’yu Beklerken İzlerine Rastlamak/Ekrem BAŞOĞLU

Oktay Akbal’ın bir köşede okunmayı, tanınmayı, bilinmeyi bekleyen kitaplarından biri İstinye Suları. Kitabın türü için kendisi öykücükler demiş. Bu kitabın değeri bir deneme olmasında saklıdır. Bir öykü denemesi. Ve aynı zamanda öyküsel bir deneme denemesi.

Seçki boyunca bildiğimiz, tanıdığımız Oktay Akbal üslubu okuru bir yolculuğa çıkarıyor. Kimi zaman ahenkli bir tınıyla devam ediyor yazılar. Ardından öykünün o sade gerçekçi evrenine geri dönüyor. Başlangıçta kararlı öykülerle başlayan seçki, denemeye hatta yalnızca izleğe dönüşüyor.

Seçkinin içinde yer alan deneme olarak görebileceğimiz metinler de yer alır. Bunlara anlatı dememek daha uygun olur. Deneme sözünü yazı boyunca özellikle geçiriyorum. Çünkü bazı metinlerin iyi denemeler olduğunu düşünüyorum. Anlamı Var Mı? adlı metin bunlardan biri. Bunu, Oktay Akbal’ın aynı zamanda iyi bir düzyazı ustası olmasından yararlanarak söylüyorum.

Yapıt aynı zamanda bir İstanbul yolculuğuna da çıkarıyor okuru. Ama Oktay Akbal’ın İstanbul’u varoşlardan, bataklardan uzaktadır. Hatta Yahya Kemal’in adı bir mahalleye verilir bir öyküsünde. Mahalle Yahya Kemal’in yolunun bile düşmeyeceği mahallelerden biridir. Öykü; oraya gitme arzusunun, gitmeme dürtüsüne yenilmesiyle biter. Bu örneği doğru bir örnek olarak görüyorum. Oktay seçki boyunca İstanbul’un Boğaz, İstinye gibi seçkin yerlerinde gidip gelir. Şunu Sait için hep söylerler: Öykülerinde gezemeyeceğiniz İstanbul semti yoktur. Oktay’ın bu seçkisi içinse gezemeyeceğiniz yok olmaya yüz tutmuş eski İstanbul semti yoktur diyorum. İzleklerden biri de budur. Aynı zamanda bu izleğin diğer izleklerle ilişkisi bir tığ işini andırır.

Metinler Godot’yu bekliyor. Godot, belki eski bir dost. Eski dostlarını içinde, eserlerinde yaşatıyor Oktay. 

Oktay daha çok soyut duyguların bir filozofça kavrayışının peşinde. Bazı metinlere deneme deyişimin bir sebebi de budur. Bir yazarın, sanatçının öykü seçkisi. Hayata sığamamış, soyutlanmış, hayatı kavrayamamış, kabullenişleri ve toplumsal yargıları reddetmiş bir yazarın öyküleri.

Yazar; insanla, şehirliyle kavgalıdır. Kinle, nefretle kavgalıdır. Onun içinde Özdemir Asaf şiirlerinde yatan saf sevme duygusu vardır. Sait’in 'bir insanı sevmekle başlar her şey' dediği yerdedir.

Sayfalar boyunca aynı sevme arzusunu, dünyada yer edinememişliği, ezilmişliği, saf seviyi okuyoruz. Bunlar metinlerin en belirgin ortak izlekleridir. Bazı noktalarda aynı metaları, aynı izlekleri okumak okuru kitaptan itecektir. Oktay Akbal’ı sevmesem, herhalde daha sert bir şekilde eleştirirdim bu tüketimciliği. Burada şuna değinmek istiyorum: Bu eser, bir okur kitabı bir açıdan da. Külliyatın olmazsa olmazlarından, Oktay’ı anlamada önemli kaynaklardan biri.

Toplumsal hassasiyet olarak da bir sanatçı duruşunu yer yer görüyoruz. Kimi zaman yazar boğazı seyretmekten vazgeçerek şehri seyreder. Burada gördüğü İstanbul’un yoksulluğu ve sömürüdür. Toplumsal meselelerde yüksek seslidir. Köy enstitülerinin kapatılması meselesinde olduğu gibi.

Esere paha biçtirecek bir diğer detay ise, okuyanlar görecektir ki bu metinler bir edebî birikim okuruna sunmaktadır. Çehov’dan, Sait’ten, Orhan Veli’den.

Bir Sabahtı adlı öykünün adını geçirmekte fayda var: Denemeye yakın bir öyküdür. Metin boyunca yazar kabullenişlerle, giyit dikmelerle savaşıyor.

Seçki hakkında genel bir değerlendirmeyi tamamıyla algılamak yanlıştır. Örneğin Sevi’ye Övgü bir öykü değildir, denemedir. Ama bu metindeki üslup, eserdeki bütün metinlerin ortak üslubudur.

Olayların, merkez alındığı, salt kurmacanın öykü olarak görüldüğü klasik öykülerden değil öykücükler. Bunlar küçürek öykü de değildir, yalnızca kısa öyküler ve yanı sıra denemelerdir. Bekleyenin, bir iskelede seyredenin öyküsü. Dalıp gidenin zihni. Birkaç kez kol saatine bakıldıktan sonra yazılmış, kol saati öyküleri. Yazar kendi çağının insanı olamamış. Saatine bakmış. Godot gelmemiş. Ama Godot gideli çok olmuş. İzleri şehirde kalmış

Oktay Akbal’dan okurken yazarın hep bir şair olduğunu düşünmüşümdür. Üslup olarak da şiirsel değildir. Olaylara bakışında, olguları açıklayışında bir ozanlık yatar. Kaleminde bir ozan saklıdır. Türk Öyküsünün ozanlarındandır: Oktay Akbal.