12 Eylül ve Darbe Anlatısı Olarak İki Roman: Mine Söğüt'ün "Şahbaz’ın Harikulade Yılı 1979″ ve Bilge Karasu'nun "Gece"si /Erinç Büyükaşık

Türk edebiyatında darbe kavramsal olarak politik sonuçları kadar politik olanın bireyin iç dünyasında yarattığı gel gitlerle karşımıza çıkagelmiştir. Yazımızın belirleyeni olarak gösterebileceğimiz iki metin (Mine Söğüt’ün Şahbaz’ın Harikulade Yılı 1979 ve Bilge Karasu’nun Gece’si) her ne kadar darbe öncesi ve sonrasının toplumsal şiddet olgusunu yansıtıyor olmakla birlikte ne derece darbe romanları sayılabilir kuşkuludur. Öncelikle iki metin de kara metin sayılabilecek kimi özellikler taşıyor olsa da post yapısalcı roman veya anlatının ?nasıl? anlatmalı noktasında birçok yazınsal tartışmasını da beraberinde getirmişlerdir.

Düşsel ve fantastik olanın belgesel ve kronolojik geçmişle sarmalandığı Mine Söğüt’ün metninde darbeyi hazırlayan şiddet olgusu tüm toplumsallığıyla metne yansırken fantastik öğeler postmodernist tekniklerle romanın politik alanını derinleştirmiştir. Todorov’un fantastik kavramını psikanalizmle ilişkilendirdiği bir yazısında söylediği gibi Söğüt’ün metninde 12 Eylül öncesinin şiddeti, politik kamplaşmalar, işkencehaneler, pusatlanmış bir gençlik yansıması kadar 'ensestin,şehvetin ve cinayetin' betimlenmesi adına güçlü bir metnin önemli dayanağı şeklinde karşımıza çıkmıştır. Estetize edilen kara tablolar, cinayetler, ölümcül suçlar, toplumsal önyargılar Söğüt’ün metnin başat öğeleri ve saç ayaklarıdır. Atay’ün, Yaşar Kemal’in, Karasu’nun gerçekçiliği masalla ören ve olağanı fantastikle kesiştiren dili Söğüt’ün 'Kırmızı Zaman' gibi bu metninde de toplum ve bireyin içindeki şiddet olgusunu betimlemek için kullanılmıştır.

Geçmişle hesaplaşmanın, geçmişe bakışın bir nevi 80 öncesi gerçekçilik algısından farklılaştığı Bilge Karasu ve Mine Söğüt metinlerini ele aldığımızda öncelikle çağın sert gerçeğinden kaçan yazarın masalların kapısını aralamasının çok da olağan olduğu söylenebilir. Hayaller ve rüyalardan yola çıkılarak gerçeğin katı ve sert yüzünü yansıtmanın mümkün olduğu bu metinler Kafkaesk bir çatışma ve kaçış isteğini de ele verir. Şahbaz’ın Harikulade Yılı 1979’da metaforik bir anlatımla 12 Eylül’e varan süreç Sıkıyönetim koşulları, politikacılar, bilim insanları ve gazeteci suikastleri, topyekun cinnet haliyle Türkiye’yi tam da sözünü ettiğimiz fantastiğin kitabın sonundaki kronolojiyle politikleştiği düzlemde anlatmayı yeğlemiştir. Ölümün bir salgın gibi yayıldığı, yokluğun, elektrik, su kısıntılarının yaşandığı ve ülkenin askeri darbeye hazırlandığı on bir ayın ?Binbir Gece Masalları?nı çağrıştırırcasına anlatıldığı metinde Şehrazat’ın yerini Şahbaz’ın anlattığı öyküler almıştır.

Bu yıl Şahbaz’ın harikulade yılı, ölülerin dirilerin rüyalarına girdiği yıldı. Sokakta o kadar çok insan ölüyor, öldürülüyordu ki, rüyalar kendilerine cinnet dilinden başka bir dil bulamıyorlardı.”

Masalla gerçek iç içe geçmiştir artık, masalsı bir cinayetin, töre cinayetinin ardı sıra doğan ikiz çocuklar, işlenen cinayetler, kaderi yönlendirdiğine inanılan Şahbaz ve onun yarattığı veya anlattığı öyküler romanın sonundaki 1979 kronolojisinin şiddetle beslenmiş gerçekçiliğine müdahale eder, on iki bölümden oluşan romanda her ayın kendine özgülüğü, o ay içinde doğan çocuklar, cinayetler, Şahbaz’ın küçük bahçesinde yetiştirdiği çiçekler ve meyveler dehşet öykülerini fantastik bir düzleme taşır.

Romana adını veren Şahbaz, kendini şöyle tanıtıyor; “Benim kaderi yönlendirdiğime inananlar da yok değil. Evet, belki bazılarının aklına girdiğim doğrudur. Görmediklerini gösterdiğim, istemediklerini istettiğim, akıllarını çeldiğim söylenebilir. Ama onların bana kanması da bir kader sayılmaz mı?” Şahbaz’ın akıllarına girdiği insanlar sebepli sebepsiz cinayetler işliyor? İşkencehanenin bodrum katında işkenceden ölmüş veya ölmek üzere olan kadını tufanda meyvelerle besleyen, ona kendi öykülerini anlatan Şahbaz’ın kadının zihnindeki gerçekliği belirsiz kıldığı ve onu kendi öykülerinden öteye taşıdığı görülür. Başka öykülerin dünyasıdır bu, şehirde işlenen cinayetlerin, Komutan’ın kurduğu sağ görüşlü suç örgütünün, Mehtap’ın gazinodaki konsomatrisliğinin, oğlu Burak’ın kaçış düşlerinin ve eli silahlı bir adama dönüşümünün öyküleri Şahbaz’ın kötücül yüzünün altındaki gerçeklikle kesişir. Aslında romandaki herkes ikizlerin yazgısını yaşar, ölüm ve yaşam, öldürmek ve yaşatmak kadar keskin iki ucu olan çelişkidir ikizlik hali romanda.

Romanın alt bölümlerinde şehirde işlenen siyasi veya insani nedenli cinayetler anlatılır. Her biri dehşetin, öfkenin olağanlaşmış halleri gibidir bu yıllarda. Siyasi de olsa, insani de bu cinayetler aslında birbirlerine görünmez bağlarla bağlıdır. Birçoğunun arkasında başlarında Komutan denilen bir adamın bulunduğu bir katiller çetesi bulunur. Dehşet hikayeleri birbirlerine bağlanıp sayfalar ilerledikçe romanın girişinde yer alan lanetli köy ve oradan kaçıp hayatta kalabilen ikizlerin kimliklerini ve kadınları parçalara ayırıp şehrin çeşitli köşelerine atan katil (Salih) ile elini hiç kana bulamayan ama şehirde hunharca işlenen bir çok cinayetin azmettiricisi Komutan’ın (Melih) ilintilerini çözmeye başlarız. İşlenen, işletilen tüm cinayetlerin özünde aile içi ters ilişkiler, cinsel istismar, ensest vardır. Tam da yazarın şiddetin kaynağını birey, aile, toplum ve toplumsal ahlakın çelişik yüzleriyle belirlediği noktalardır bunlar metin adına. Suçlar ört bas edilir, ölüm ve cinayetler görmezden gelinir, devlet kendi içinde gizli bir suç örgütü kurmuştur ve darbenin koşulları çoktan hazırlanır. Fantastik ve masalsı dili gerçeklikle birleştiren noktalar gözden geçirildiğinde metindeki kara anlatı özelliklerinin de tam da dönemin yıldırıcı şiddet ortamından kaynaklandığı görülebilmektedir.

Masalsı anlatım, ikizlerin cinayetleri, Şahbaz’ın düşsel bir kötücül kahraman/anlatıcı olma hali öyküdeki gerçekliği muğlaklaştırsa da ana öykünün ardında, Pavyon şarkıcısı Mehtap’ın oğlu Burak’ın geçirdiği evrimi anlatırken, o dönemde sağ/milliyetçi kisvesi ile örgütlenmenin nasıl gerçekleştirildiğini, nasıl bir bilinçlendirme ile gençlere cinayet işlettirildiğini, o katilleri azmettirenlerin nasıl korunduğunu gerçekçi bir dille anlatılmıştır. Yaşamın karşıtlarla var olduğu vurgusu metindeki şiddetin yansımalarıyla karşımıza çıkar. İyi-kötü, kabus, cinayet, umut, iyimserlik tüm karşıtlığı ve insancalığıyla Söğüt’ün fantastik anlatımında yerini almıştır. Kaybedenler dünyasının, edebiyatımızda Sevim Burak, Vüs’at O Bener, Bilge Karasu’nun ardı sıra yansıdığı Söğüt’ün bütün düşsellikle yolu kesişmiş metinlerinde olduğu gibi yazarın kendi psikoloji labaratuvarında yarattığı düşler ve gerçekler öykü, anlatı formunda karşılığını bulmuştur.

Her roman kahramanın yitirilmişlik, şiddetle yüz yüze gelme ve dehşet öykülerinin yaratıcısı ve yaşayanı olmakla yazgılanmış olduğu söylenebilir Söğüt metinleri için. Kırmızı Zaman romanında efsaneler, cellatlar, İstanbul, kesişen hayatlar, dehlizlerle belirlediği metaforlar evreni Şahbaz’ın bahçesi, Üç Kapılı Han’ın alt katındaki bodrum gibi diğer metaforlarla Şahbaz’ın Harikulade Yılı 1979’da karşımıza çıkar. Kadınların yalnızlığı, doğrudan bir suç olarak görülen dişilik hali, topluma sinen iktidar dilinin baskıcılığı ve ölümcüllüğü tüm Mine Söğüt metinlerinde olduğu gibi aslında yazımın diğer konusu olan Bilge Karasu’nun Gece’si için de geçerlidir. Politik ve felsefi bir sorgulamanın sonrasında oluşmuş tüm kahramanlarla Söğüt ve Karasu’nun iki metninde de anlatılan gerçeğin, darbe öncesi ve sonrasının acılarının aslında kurgudan daha sert ve yıkıcı olduğu ortadadır. Umutsuz bir dille yazıldığı varsayılsa da söz konusu metinler yaşadığımız dünyaya hükmeden korkunç ve vahşi iktidar hallerin sert bir yüzleşmesi sayılması gerektiği görülmektedir. İçinde öfkeyi estetize eden metinler sayılabilir bu açıdan 'Gece' ve 'Şahbaz’ın Harikulade Yılı 1979' .

Bilge Karasu’nun kendine özgü parçalı anlatımı, sürekliliğe ve akıcılığa aykırı öyküleme tarzıyla; anlatının ve anlatıcının birlikte hareket ettiği, metnin hem algılayanı hem yaşayanı olan okurun büyük bir yolculuğa çıktığı 'Gece',  1980 darbesinin sancılı sürecini darbenin adını anmadan, üstü kapalı, metaforik öğelerle yansıtmıştır. Zekice kurulmuş söz oyunlarıyla tüm ideolojik unsurları nesneleştirerek aktarır Gece’de Karasu. Okuru bir şifre çözücüye dönüştüren bu durum metni bir üstkurmacaya taşır. Geleneksel anlamda bir roman kişisi yoktur Gece’de. Görecelik, olasılık ve belirsizliklerle yürüyen metin .

"Gece yavaş yavaş geliyor, iniyor. Çukur yerlere dolmağa başladı.?" cümlesiyle okuru bir labirentin içine sokar. Yazar olarak okuru şaşırtacağının, dönüştüreceğinin ipuçlarıdır bu. Sorgulatan, yüzleştiren, Cezanne’nın ifadesiyle ' ağaçların kokusunu resmeden' bu anlatım Söğüt’ün metninde olduğu gibi düşle gerçeği birbiriyle karıştıran çok katmanlı özellikler barındırır. Romanda şiddet ana sorunsaldır aslında. Darbenin ürettiği şiddettin akıldışılığı gece imgesiyle belirginlik kazanır. Anlam ve aklın buyurganlığından kurtulmuş, Derrida’nın dile getirdiği gibi tez-anti tez üzerine kurulu diyalektiğin dışında kurulmuş postyapısalcı metinlerin ortak özelliklerini taşıyan 'Gece',  bu açıdan şiddet üzerine kurulmuş, toplumsal şiddetin darbe hallerini oyunlaşan metin yapısı içinde aktarmış güçlü bir anlatı sayılmalıdır. Sokaklar ve kişiler değişse de ortak tema olarak ölünün sokakta kalması, vahşice katledilmesi, katillerin belirsizliği metnin gerçeklikle ve darbe öncesi ve sonrasının siyasal panoramasıyla kurduğu bağı göstermektedir. Bu cinayetlere faili meçhul mudur, ölümlerinin çoğunun tek bir zanlısı yoktur ancak öldüren tek bir eldir aslında. Karasu’nun da dediği üzere perdenin önünü tek dünya sanır çoğu insan. Oysa perdenin ardında ipleri ellerinde tutanların dünyasını bilenler, yalnız ipleri ellerinde tutanlardır?

 Gecenin İşçilerinin bedenini değiştiren ve silaha dönüşen ki bu buyurgan bir iktidar dilinin metaforu sayılabilir görüntüleri, 'Gece Gelecek' yazıların duvarlarda yer alması, bu işçilerin sokaklardaki insanlara benzememesi ve yaratılan korku hissi, şiddet ve bedene ölümden sonra uygulanan vahşet ve doğrunun kayboluşu söz konusu darbe metaforunun güçlü yansımalarıdır. Şiddetin beden üzerinden belirlendiği, her gün ölen insanların bedenleri üzerine uygulanan şiddete edilgen kaldığı ve bedenin baskı altına alındığı, dövülse ve ezilse de insanın susmak zorunda kaldığı bir hegemonyanın Gece’nin bütün kahramanlarını belirgin bir şekilde kuşattığı söylenebilir.

Geceyi her şeyiyle hazırlama görevi gece işçilerine verilmiştir. Onlar geceyi yaratanlardır aslında. 'Onların işi geceyi hazırlamak: Yer yer çukurlar açmak, örneğin; gecenin kolaylıkla birikip doldurabileceği çukurlar...' Ürkütmeyi, sessizliği, susmayı da öğretirler geceyi yaratırken. Temelde bu belirleme metindeki darbe ve onun ardındaki şiddet olgusunun güçlü ipuçlarıdır. Mine Söğüt’ün 'Şahbaz’ın Harikulade Bir Yılı 1979'da olduğu gibi yaşamın bir kurmaca ve de oyun olduğu vurgusuyla belirlenir bu izlek 'Gece'de de. Söğüt’ün romanın sonundaki şu cümleleri bu açıdan bu düşsel, kurmaca yönü vurgular. Bilmecelerle, oyunlarla, örtük anlamlarla anlatılan başka bir politik dönem romanı sayılabilir bu anlamda bu iki metin de sonuç olarak. Okuru şaşırtan, dehşete düşüren ve ürküten yanlarıyla kuşkusuz…

"Size tuhaf bir hikaye anlatacağım, demiştim. Bir sürü küçük hikayeden oluşan, kocaman bir tek hikaye…Ama hepsi gerçekti, demiştim, değil mi?Ne öyle bir şehir vardı, ne de üç kapılı bir han…"

Yararlanılan Kimi Kaynaklar:Türk Romanında Postmodern Açılımlar, Yıldız Ecevit, İletişim Yayınları, İstanbul, 2012

Kurmaca Bir Dünyadan, Yıldız Ecevit, İletişim Yayınları, İstanbul, 2012

Bu yazı Temrin’in 62. sayısında yayımlandı.

Bu metin yazarın "Gogol'un Paltosu" kitabında da yer almaktadır.

#kitap #minesöğüt #bilgekarasu #gece #roman #anlatı #türkedebiyatı #şahbaz’ınharikuladeyılı1979