İSTANBUL’DAKİ NEFRET YÜRÜYÜŞÜNE DENK GELEN BİR OKUMA: VS Ah, Arsız Ruhum/Selman BÜYÜKAŞIK

Giriş:

Macar edebiyatının önemli şair ve yazarlarından Zsuzsa Rakovszky’nin (çev: YaseminPichler, YKY) 335 sayfalık bu romanını bitirmeme yakın, İstanbul’da iktidarın talimatıyla yapılan şeriatçı- faşist güruhun LGBTİ+ nefret yürüyüşü yapıldı. Dış güçlerin bize dayattığı eşcinsellik/sapıklığa hayır yürüyüşü! Yetkili isimler daha önce bu dış güçlere dikkat çekmişti! Yani, eşcinsel yönelimi, farklı cinsel tutumu dış güçler, bizim kutsal aile yapımızı bozmak için uyguladığı planmış. Kimse Divan şiirindeki onlara göre bu sapık sevgiyi anlatan şiirleri bilmiyor, Doğu coğrafyasının eşcinselliğe saray kültüründe yüklediği anlamı kavramaktan da uzak. Zeki Müren’i zamanında hayranlıkla alkışlar, o çok matah Bülent Ersoy’a karşı üç maymunu oynar. Soygun, hırsızlık, yalan-talan, ayrımcılık, uyuşturucu bağımlılığının on iki yaşa dek inmesi, enflasyonun, işsizliğin yarattığı korkunç yoksulluk, bozmuyor kutsal aile yapımızı. Hele hele, Kur’an kurslarında, çeşitli cemaat yurtlarında yaşanan erkek-kız çocuk cinsel istismarları hiç bozmaz.

Bu nefret yürüyüşünden iki gün sonra İran’da, başını, rezillerin dayattığı şeriat kuralına görebağlamamış genç kadın Jina Mahsa Emini’yi (Amini yazmadım, bilerek) ahlak polisi hunharca katlediyor. İran ayakta! Kadınlar saçlarını kesiyor. Dünya bu vandallığa isyan ediyor ama kendi coğrafyamızdan  çıt çıkmıyor.

VS Ah, Arsız Ruhum

Ama bu roman eşcinselliği dış güçlere bağlamıyor. Bu cinsel yönelimin, kültürel ve toplumsal ahlâk ve devletin bunca baskı, kınamalarına karşın var olduğunu, isyancı bir ruhun- karakterin itiraz çığlığı eşliğinde olağanüstü derinlikli irdelemelerle, yaşanan trajik olaylarla anlatıyor. Sayın çok yetkililere, o yürüyüşe katılan aparatlara bu romanı okutmayı ne çok isterdim!

Kitabın arka kapağındaki açıklamaya göre, roman gerçek bir kişiden esinle kaleme alınmış. Bu esini veren, Kont Sandor Vay adıyla bir erkek olarak hayatını sürdüren şair, yazar ve gazeteci Kontes Sarolta Vay’dır. Bunu yazar, yapıtının başında Dr. Birnbacher’in, borçları yüzünden 1 Kasım 1889’da hapse girmiş VS’ye ilişkin bilirkişi raporunda bunu açıkça belirtmiş. (İnternette bu Kontes Sarolta Vayve erkek adı hakkında sorgulama yaptım. Önüme sadece bu roman kahramanı olarak açıklama çıktı.) Yazar, bu adı yüzyıl öncesine, aristokrasinin-feodalitenin çözülme dönemine taşıyıp kurgulamış. Kendisini erkek olarak gören- babası da böyle büyütmüş-öyle yaşamak isteyen, kadınlarla bir cinsel yaşam isteyen, aristokrat, toprak zengini bir ailenin kızı olarak doğmuş olsa da bunu reddedip başkaldırışını, bunun sonucunda yaşadığı dramı, travmaları ve onunla zorla ya da isteyerek ilişki kurmuş ve bundan mağdur olan kadınları da derinlikli, olağanüstü irdelemeler ve sorgulamalarla anlatıyor. Arka planda Macaristan Bağımsızlık Savaşı'nın başarısızlıkla biten yansıması da ustaca çizilmiş.


Roman baştan sona, isyancı, doğası gereği ahlâksal-doğal kafese başkaldıran bir ruhun, bir akıl hastasının, üstün bir zekâ ve birikimli bir kişiliğin çığlığı, o dar kafesten çıkma savaşımı hatta savaşıdır.Bu ayrıksı karakterin yaşamını anlatan romanı özetlemek çok zor değil. Yaşadığı aşkları, zaafları, yaptığı zorbalıkları, Zarandy gibi yakın arkadaşların şantajlarına kurban oluşu ve sahte bir dinsel nikâhla evlendiği, Kontes sanını alan Emma Engelhardt’la çevrenin kınaması ve özellikle kayınpederin baskısı nedeniyle yaşadığı sorunları anlatmayacağım. VS, bunu hapiste savunmasını yapmak için yazdığı yaşam öyküsü ki 167 sayfa, başlı başına bir romandır- onu okura çok iyi anlatır. Her ne kadar kendisini hep haklı çıkarsa da. Çünkü yaptığı yanlışlar da zorbalıklar da toplumun onu bunca dışlamasının bir sonunucudur daha çok. Sürekli bir sanrılar, hesaplaşmalar, karabasanlar içinde bir hasta.


Bu ayrıksı karaktere yaşatılanları, yaşamı ona zehir edenleri hapiste görevli doktorun sorgulamalarında daha açık seçik görüyoruz. Dr. Birnbacher’in yüz yüze görüşmelerinin bilirkişi raporu ve notları üzerinden değerlendirmeler yapmak bu kahramanı daha iyi tanımamıza yardımcı olacağını düşündüm. Buradaki diyalog ve yorumlar bize bu çaresiz ruhun sıkışmışlığını, toplumsal ahlakın devlet eliyle nasıl dayatıldığını çok net anlatır ki romanın asıl mesajı budur kanımca. Bu nedenler bolca alıntılar yapmak kaçınılmaz olacak.

Dr. Birnbacher’in raporundan: ”… Aynı gün hazırlanmış rapora göre sanık Kontes SV. 1859’da Budapeşte’de doğdu, dini Katolik, bakire, mesleği yazar, eserlerini Kont Sandor V. adı altında yayınlıyor. Sanığın babası 1881’de vefat eden Albay Laszlo V., Jozsef Arşidük’nün protokol şefi, annesi ise Sarotla Beniczky… Babası da oldukça tuhaf görüşlü, dengeli kararlara sahip olduğundan şüphe edilen bir kişiliğe sahipti. Sanığa doğumundan itibaren erkek kıyafetleri giydirilmesine ve erkek çocuk gibi giydirilmesine karşı çıkmayıp bu durumu onayladı…” 

 “… Evet dedim. Ama siz erkek kıyafetleri giyip ve her halükârda erkek olarak görünmeye çalışıyorsunuz. Mademki kimseyi yanıltmak istemiyorsunuz, bunu neden yapıyorsunuz?

‘Neden mi?’ Kendisi gururla dimdik durdu ve içinde şimşekler çakan bir bakışla bana baktı. ‘Çünkü, ben bir erkeğim ve erkek olarak da kalmak istiyorum! Ve bunu bana kimse yasak edemez. ’"

Bu sorgulama bize VS’nin nasıl bir baskı altında olduğunu, bu baskıyı inatla reddedişini anlatır. Sinirsel sorgu sürer. Doktorumuz, onun kayınpederinden birçok kez yüklü borç aldığını ve ödemediğini sorar. “… Cevap vermedi ama yüzünde inatçı bir ifade vardı… Hastalarımdan bu tepkiyi çok iyi biliyorum. Duyduklarının bilinçaltına girmesini önlemek istiyorlar. Bu, vicdanlarından kaçan insanların çok sevdiği bir oyundu. Alabalık gibi, vicdanlarının kelepçesinden kaymak istiyorlardı…

Sanık kızardı, dudaklarını sıkıca kapadı. Göz göze gelmekten sakınıyordu. ‘Lütfen’ dedi bir süre sonra çok heyecanlı bir sesle.‘Bana şantaj yaptılar! Ben mutluluğumu kurtarmak istiyordum!’”

Sorgulamalar, fiziksel muayene zorbalığı hastamızı iyice hırpalar, yıkar. Doktorun, VS’nin savunma amaçlı uzun yaşam öyküsüyle ilgili şu itirafı anlamlı: ”O kâğıtları elime veren kişinin şahsiyeti ,benim kafamdaki kişinin şahsiyeti ile hiç bağdaşmıyordu.” Şu saptaması da:”Ancak fiziksel muayene sırasında ortaya çıkan gerçekler, hastanın adı ve diğer veriler, benim düşüncelerimin ve teşhisimin doğruluğunu kuvvetlendirdi. Diğer izlenim ise hastanın beni eline alan hayal dünyası ve yazarın kalem gücünün etkisi idi.” Bu izlenimi okur da paylaşır. Çünkü VS, bu ayrıksı kişilik, gördüğü baskılar sonucu–doğuştan getirdiği genetik doğasının da- çoğu zaman gerçeklerden kopmuştur. Bunu kendi kaleminden çıkan günlüklerinden, mektuplarından ve yaşam öyküsünden anlıyoruz. Bunlara ruh doktorunun yaptığı sorgulamaları, dayatmak istediği tedavi önerilerini ve onu toplumsal ve doğal düzene uymasını sürekli istemesini de eklemeden olmaz.

Doktorun, ona yönelttiği şu suçlamayı ve VS’nin yanıtıyla bitirelim bu sorgulama alıntılarını. “… Ve ben şu neticeye vardım: Hastalık derecesinde şiddetli coşkularınız sizi inanılmaz bir kuvvetle esir tutuyor. Dolayısıyla ahlâkla ilgili herhangi bir düşünceye sahip olmadığınızdan, tamamen bu coşkunun yönettiği bilinçaltınızla davranışlarınızın sonuçlarını göremiyorsunuz. Hep bu olaylar, son derece müsrif olmanız, sahte belgeler hazırlamanız, başkalarını yanıltmanız bundan kaynaklanıyor.” Bu rahatsız edici suçlamaya karşı verdiği yanıt tuhaf: ” ‘Aslında’ diye sözümü kesti. ‘İnsanlık hâlinin o önemli noktasının eksikliğinin benim için değil de o ilahî kıvılcımı içinde taşımayan kişiler için geçerli olabileceği hiç aklınıza gelmedi mi?..’ ” Zaten sık sık onun bu yönelimde oluşunun Tanrının iradesi sonucu olduğunu, bunun insanların bir türlü anlamak istemediğinden yakınır.

Ve sonunda cezai ehliyetinin olmadığı kararıyla serbest bırakılmıştır. İsviçre’de bir şirkette çalışmaktadır. “O bohem hayatı  bitmişti artık. Macaristan, sen şairlerinin kıymetini bilmiyorsun!” diye yakınmaktan da geri kalmaz. Okur, onun özellikle üç kadında bıraktığı yıkımı ister istemez anımsar.

Sözün sonu:

Bülent Usta, ‘İlişki eksikliği’ başlıklı köşe yazısının (BirGün, 21 Eylül 2022) giriş paragrafında şunu söylüyor: ”Utancın, yoksunluktan ya da uygunsuzluktan ziyade ‘ilişki eksikliği’nden kaynaklı olduğunu düşünmek ufuk açıcı olabilir. İlişki eksikliği, günümüzün en yaygın meselelerinden birisi. İnsanın kendisiyle kurduğu ilişki eksikliğinden, ötekileştirdikleriyle kurduğu ilişki eksikliğine kadar geniş bir yelpaze… Zaten sosyal anksiyete gibi utancın patolojik pek çok görünümünde bu ilişki eksikliğinin izlerini sürmek mümkün…” Kuşkusuz, burada farklı bir ilişki eksikliği, tek taraflı bir tutkulu bağlılık ve bunu reddeden bir toplum, bir devlet, bir ahlâk anlayışı vardır.

Çevirmen Yasemin Pichler yapıtı dilimize başarıyla kazandırmış. Ama o da bugünlerde dilimizde dolaşıma sokulan kimi sözcükleri kullanma modasına uymuş: kıymetli, detay, esnasında… Ama ‘daha henüz…’ (s.15 vd) dil yanlışı olmasaydı. Asıl beni rahatsız eden, ‘kadın’ sözcüğü yerine, onlarca kez ‘bayan’ sözcüğünü kullanmakta ısrarı.

Bu notlarımı bilgisayara geçirmenin sonuna geldiğim şu dakikalarda Halk tv’de Görkemli Hatıralar’da Bozkırın Tezenesi Neşet Ertaş, 10. ölüm yıldönümünde anılıyor. Gönül Dağı’nı dinlerken iç yakan bu türkünün, yıllar önce okuduğum ayrıksı öyküsü ne derece doğru, bilemem- belleğimde uyanıyor. Bu güzel ezginin son dizelerini anımsatayım:

Kirpiklerin oku cana değerken

Cümle âlem uykusunda yatarken

Kimseler görmeden gel gizli gizli

Hoyratlar görmeden gel gizli gizli.

O güzel nakaratları bu yazıyı okuyan tamamlar.

Okunması zor bir roman değil. Yorumlanması yorucu, düşündürücü bir yapıt. Okurun ezberini bozacak bir yaşam öyküsü. LGBTİ+ nefretinin yapay, zoraki pompalanmaya çalışıldığı şu günlerde…