İroninin Ozanı Olarak Can Yücel Okuması/Erinç BÜYÜKAŞIK


Bir kavramı ve kavramın ışığında şairin konumunu irdelemeye çalıştığımızda öncelikle “şairin portresi” ışığında Can Yücel’in İronisi temellendirmesini gözden geçirmek gerekli olacaktır.

İroni bir kavram olarak, söz, yazı, davranış vs. yollarla ortaya konan ve biri açık, biri de bu açık ifadenin zıddını çağrıştıran gizli bir anlam örüntülerinden oluşur. Bu anlamda iki katmanlı bir yapı karşımıza çıkar. Muecke’nin (Özellikle başta The Compass of Irony, Irony ve Irony and the Ironic adlı eserlerinde)  ifadesiyle ironiyi gerçek anlamın gizlenme seviyesi açısından üç sınıfa (grade) ve ironi ile ironiyi yapan arasındaki ilişki açısından da dört durum”a (mode) ayırarak inceler. Üç ironi sınıfı: 1.Açık ironi; 2. Kapalı ironi; 3. Özel ironidir. Dört durum ise, 1.şahsi olmayan ironi; 2. Kendini azımsama ironisi; 3. Saflık ironisi; 4. Dramatik ironi olarak sayılabilir. Bu bağlamı örtük ve açık ileti açısından da değerlendirmek mümkündür. 

Muecke’nin kuramı açısından Can Yücelin ironisin daha çok açık ironi” belirlemek mümkündür.

Can Yücelin şiirlerinin çoğunda ironinin hedef aldığı kişi, kurum açıktır. Bu açıdan politik gerçeklik ironinin temel odağı olarak karşımıza çıkar. İktidar erki ve kurumsal yapıların hedef alındığı bu eleştirel çerçeveyi şu örnekle de aktarmak mümkün:

Yakındır DDYna da sıra gelir
 Gözümüz yaşına bakmadan o da Özerleştirilir... 

Demirağları attık suya 

Otomotiv bir voli vurmaya 

Çağ atladık atlıyoruz derken Geri vitesle dalıyoruz Orta Çağa Tühh Bize!”

Can Yücel şiiri, modernist şiirin bittiği yerleri imlemesi açısından ancak yeni bir dönemin şiiri olarak algıladığında kendisini ele vermeye başlayacak bir şiirdir.” Hasan Bülent Kahraman’ın bu ifadesi açısından toplumcu şiire yeni bir soluk katan Can Yücel şiirini belirgin bir şekilde 70lerin propagandist toplumcu-gerçekçi şiir anlayışıyla II. Yeni izleğinin bir nevi kesişim kümesinde değerlendirmenim mümkün olduğu söylenebilir. Can Yücel şiirinde ironi, çoğunlukla politik ve toplumsal göndermeleriyle karşımıza çıkar bu noktada. Açıklık ve kapalılık açısından irdelendiğinde şu somut irdelemeler yerinde olacaktır. İlkinde, yazılış zamanından ve özellikle “Ö” harfini büyük yazılmasından dolayı, 50, 51 ve 52'nci Cumhuriyet hükümetlerinin başbakanı Tansu Çiller‟in eşi Özer Uçuran Çiller hedef alınmıştır. Çiller döneminin özelleştirme politikasınının eleştirildiği şiirde cumhuriyetin kazanımlarının ve ekonomik, sosyal ve kültürel kalkınma planının elbirliği ile rafa kaldırıldığı eleştirisi de söz konusudur.


Yücel’in DOĞUŞ” şiirinin son dizesinde  Sonra öyle bir güneş doğdu ki güneş” ifadesi yine iktidar erkine itirazı dile getirir. Kapitalizmin doğuma bir işgücü kaynağı gözüyle bakması, ve nesnelleşmiş bir emektir. üzerinden bu eylemi irdelemesi belirgin bir politik gönderi olarak ortaya çıkar. Can Yücel için  doğum bir tutum, bir kimlik, bir meydan okuma olarak da görülebilir.“ 

Bir osuruk ağacıyım ben

Yellendikçe şiir açan” 

Bu kısa şiir de Doğuş” şirinde yapılmak istenenle paralellik taşır. Alegori, “küfür yaşamın” yeniden üretilmesi adına kara mizah temelinde ustaca kullanılmıştır çoğunlukla. “SEYİRLİK” şiirinde hiciv ve kara mizahın anlatımın içindeki rolü daha da belirgindir. “Badem ağacının dalında / İri çağlalar gibi hayalarım” benzetmesi şiirsel ifadenin gündelik dile sığınmadığının kanıtı olarak görülebilir. Cinsellik Mor bir şortla/ Dal taşak dolaşıyorum,” dizesiyle sergilenenen bu tutum, modern ahlâkla desteklenen rasyonelliğin alt kültürle karşı karşıya gelişinin somut bir örneğidir. Kara mizah alt kültürün sözcüsü olagelmiştir bu noktada. Doğu toplumlarının ahlakçılığının ve emperyalizmin kültürel saldırganlığına karşı edilgenliğinin de eleştiri olan bu tutum 2000’lerin şiiri adına “küçük İskender” şiirinde de görünür hale gelmiştir elbette. Bir algının, zihniyetin ve toplumsal ve kültürel kodların ironisi sayılmalıdır. 

Körfezdeki dalgın suya bir bak, göreceksin: 

NATO
 n 

u n 

k a 

b l 

o s 

u d 

r m a k t a 

d e 

r i 

n d 

Yılan Gibi”


Yahya Kemal alegorisi sayılabilecek bu metin kültürel, duygusal anlamının yerini Nato’nun kablosunun alması açısından özgün bir şiir örneğidir. Zekânın iyi niyeti” diye tanımlanabilecek Can Yücelin şiirini. Politik mizah çerçevesinde irdelediğimizde temelde 50’den itibaren şiirde ironi yoksunluğuna dair eleştirel bir okuma da yapılmalıdır. 1950de yayımladığı Yazma adlı kitabından sonra bir sürü dergi ve gazetede ortaya koyduğu verimlerle ironiye dayanan bir şiirin bu ana çerçevesi ortaya çıkmıştır. Orhan Veli, Melih Cevdet’in ironisinden daha politik dille şekillenmiş bu ironi “yeni” bir toplumcu şiir soluğunu da şiirimize taşımıştır doğal olarak. Tarihsel arka plana dair değerlendirme yaparsak  divan edebiyatı kapandıktan sonra art arda gelen yenilikler, şiirin türlü planlarda iğreti kalmış bir söyleme sığındığı ve çoğu noktada didaktik kalabildiği söylenebilir. DP eleştirisi sayılabilecek bu şiirde yeniden güçlenen “hiciv”, “yergi” ve “ironi”nin somutlaşmış örneklerinden sayılabilir.

“Dr.Refik Saydam, Başbakan
Millî Korunma Kanunu mevzuu ve mevzuatı dolayısıyla
 “A
dan Zye değişmeli vatan!”
Demesinden bir gün sonra ta,
 Pera Palas Oteli
nde sekte-i kalpten
Gümleyerek vatana kayboldu adam...
 Onun için A
dan Zye değil, aman!
 Z
den Aya değişmeli bu cihetteki cihan!...
 “Yıl: Bin dokuz yüz Kırk bir Buçuk”,”

Can Yücel deyince Can Baba” lakabı başta olmak üzere, edebiyatla asgari düzeyde ilgili birinin zihninde bile oluşacak bir imge, ona atfedilen bir dil kullanımı ve söylem evreni bulunmaktadır. Egemen yazın dizgesinin dışladığı ve siyasi dizgeye muhalif bir şair olarak (ne orta öğretim ne de üniversite düzeyindeki edebiyat derslerinde adının anıldığını görmüyoruz, aksine siyasi otoritelerce dışlanmıştır), bu dizgelerin içinden değil kendi muhalif görüşleri içinden konuşacaktır. Dolayısıyla poetikası ve ideolojisi çevirideki isteğe bağlı kaydırmaların yorumlanmasında yol gösterici olacaktır. Üniversitede öğrenciyken dergilerde çeşitli şiirleri yayımlandı. Yükseköğrenimini tamamlayarak İngiltereden döndüğü 1950 yılında, ilk kitabı “Yazma” babası tarafından yayımlatıldı. Ancak, edebiyat dünyasına girişindeki ilk önemli adımı, 1944 yılında Ovidiustan yaptığı ve Tercüme Dergisinde yayımlanan bir şiir çevirisiyle attı. Şiir, yazı ve çevirileri 1944 yılından itibaren Yenilik, Seçilmiş Hikâyeler, Dost, Şiir Sanatı, Yön, Papirüs, Yeni Dergi, Yazko-Edebiyat, Yeni Düşün, Evrensel Kültür, Yeni Sabah, Vatan, Demokrat gibi dergi ve gazetelerde yayımlanmıştır. 1965ten sonra küfür, argo ve müstehcenliğin öne çıktığı şiirlerinde toplumcu bir bakış açısıyla olay ve olgulara yaklaşmaya çalışmış, şiir evrenini taşlama, yergi üzerine konumlandırmıştır. Hasan Bülent Kahraman, şairin ölümünün ardından yazdığı yazıda Can Yücelin şiiri 1940 kuşağının yapay halkçılığından kurtardığına” dair saptaması, ayrıca şiiri I. Yeni’den sonra sokağa çıkarmasına dair belirlemeleri de bu açıdan değerlidir. Nazım Hikmet etkisiyle daha toplumcu bir nitelik kazanan Can Yücel’in şiiri, dünyada yaşanılan olayların saçma, mantıksız olduğu savıyla bu düzende yaşayabilmek için humor ve ironinin bir kaçış yeri olduğu teziyle somutlaşır.

Selâhattin Hilâv Bir Felsefecinin Notları: Can Yücel Üzerine” başlıklı yazısında, Can Yücelin şiirinin temel ögelerini şöyle belirlemektedir: 

Kendisinden başkasına gönderme yapmayan imgenin ya da nesne/sözcük’ün kullanılması, dil simyası”, töresel/resmi dil anlayışının çarpıttığı sözsel dünyaya karsı çıkış ve şiirsel dağarcığın pervasızca genişletilmesi; mizah, alay, yergi, öfke, sevecenlik, lirizm ve bunlara alt yapılık eden kapsayıcı bir kültür ve bilgi, her an isleyen bir eleştirel dünya görüşü, siyasal bilinç ve kendini durmadan sorgulayıp desen bir öznellik, Can’ın şiirinin temel ögeleri.”

ŞİİR DİLİNDE DEVRİM

Hilâva göre Can Yücel, kurulu düzenin taşıyıcısı ve koruyucusu olan belli bir söylemi yıkıma uğratma” çabasındadır; çünkü “şairin devrimci olabilmesi için dilde ve deyişte kendi şiir devrimini gerçekleştirmesi” zorunludur. Görüldüğü üzere, Can Yücelin şiiri ile ideolojisi iç içe geçmiş durumdadır. Poetikasını ideolojisinden ayrı tutmak mümkün olmadığı gibi, ideolojisi şiir estetiğinin, dilinin, sözcüklerinin belirlenmesinde de önemli bir yer tutar. Edebiyat dışı saydığı kullanımları—küfürleri, kaba sözleri ve müstehcenliği— şiirine dâhil eden Yücel,  Hilâva göre  “ ‘nezih’ şiire alışmış okurların şaşırmasına ve burun kıvırmasına yol açacaktır.” Burada nezih şiir” ifadesiyle anlatılmak istenen “saf”lığın eleştirisi olduğu  kadar öfke ve sevginin karşıtlığını dilsel düzeyde argo ve küfür ekseninde otorite karşıtı konumlanışla görmenin gerektiği de ortadadır. Onun şiirlerinde gerçeküstücü eğilim gerçekçilikle, geleneksel anlatım teknikleri modern olarak adlandırılan anlatım teknikleriyle bir sentez oluşturarak  okura ulaşır. 

Varlık dergisinde Bir Sanatçının Günlüğünden” baslığıyla yayımlanan, Güneş Buharalı ile yaptığı söyleşide Bu benim politik görüşlerimle, dünyadaki yerimle ilgili. [...] Marangoz olarak değiştiremeyeceğime göre dünyayı, şair olarak değiştirmeye çalışıyorum” sözleriyle şiiri ile ideolojisinin örtüştüğünü ifade eden şair, ironi ve uyumsuzluğu aynı potada eritmeyi yeğlemiştir.

“Fransız feylesofu Proudhonun ünlü bir sözü vardır Mülkiyet hırsızlıktır diye
Milletçe daha da ileri gidiyoruz biz
 Mal diyoruz uyuşturucu maddeye 

Mal sahibi de, yani mâlik
Esrar kaçakçısı gibi bişey oluyor demek. Ha bakın, felaket bununla kalsa iyi Bizde sermaye denirdi eskiden fahişeye Buna göre sermayedar da...
 E, siz çözün artık bu ayıplık bilmeceyi!”


Bir Çevirmen Olarak Şairin Ahvâli

Yayımladığı kitapların kapağında “çeviren” yerine Türkçe söyleyen” sözleriyle sunulan çevirileri yadırgandığından Can Yücel çeviri anlayışını birçok kez açıklama zorunluluğu hisseder. Çevirisi hiçbir zaman ‘çeviri kokmaz, yabancılık taşımaz. Yerlileşmiş ve şairin özgün üslubuna yaklaşan çevirilerinin (Sheakspeare çevirileri özellikle dile getirilmelidir.) ,çevirmen misyonu görünmezleşmenin yerine yarattığı özgünlükle Yücel’in çevirisi olarak diğer çevirilerden aykırılaşır. Eldeki şiirin bir çeviri şiir olduğu kolay kolay hissedilmez, ama çevirenin Can Yücel olduğu pek kolaylıkla anlaşılabilir. 

“Vazgeçtim bu dünyadan tek ölüm paklar beni,

Değmez bu yangın yeri, avuç açmaya değmez.

Değil mi ki çiğnenmiş inancın en seçkini,

Değil mi ki yoksullar mutluluktan habersiz,

Değil mi ki ayaklar altında insan onuru,

O kızoğlan kız erdem dağlara kaldırılmış,

Ezilmiş, hor görülmüş el emeği, göz nuru,

Ödlekler geçmiş başa, derken mertlik bozulmuş,

Değil mi ki korkudan dili bağlı sanatın,

Değil mi ki çılgınlık sahip çıkmış düzene…” (66.Sonet)


Ez cümle Can Yücel şiiri gülümseyen ve başkaldıran bir şiir olarak karşımıza çıkar. Gülümser ve gülümsemesi göçmen kuşlar gibi bir gülümseme”dir. İroni kavramı tam da burada karşılığını bulur onun şiir evreninde.


YARARLANILAN KİMİ KAYNAKLAR:


ANDAÇ, Feridun (1988). “Gülümseten Öfkenin ġairi”, Cumhuriyet Kitap, S: 446, s.5-6. 

BEHLER, Ernst (2008). “Modern İroniden Postmodern İroniye”, 

Cogito, S:57, s.129-136

Abdullah Uçman), 

CEBECİ, Oğuz (2008a). Komik Edebi Türler, İstanbul: İthaki 

Yayınevi. 

CEBECİ, Oğuz (2008b). “Tarihsel Bir Perspektif Üzerinden İroni Tür ve Tekniklerinin Gelişimi ve Bazı Uygulama Örnekleri”, Cogito, S: 57, s.87-104. 

CENGİZ, Metin (1988). “Can Yücel Şiirinin Özelliği: Şaşırtıcılık”, 

Cumhuriyet Kitap, S: 446, s.4-5. 

DEMiRALP, Oğuz (2008). “Alttan Dalma”, Cogito, S: 57, s.164-168. 

DOĞAN, Mehmet H. (1985). “Can Yücel‟in Şiiri”, Hürriyet Gösteri, S: 56, s.142-144. 


Wayne C. Booth, A Rhetoric of Irony, The University of Chicago Press, Chicago 1975, s. xi