İnsan, Yaşam ve Aşka Dair...

Bugün birileri aşık oldu; birileri içinse aşk bitti. Birileri aşık olacak; birileri içinse aşk bitecek. Aşk kalacak. Aklım şimdilik ötesini tasavvur edemiyor.

Aşkın karşıdakinden bağımsız olduğunu düşünüyorum ben. Karşıdaki insandan bağımsız olarak ona aşık olabilir, onun hiç haberi olmadan ona aşık kalabilirsiniz. Onu, onsuz da sevebilirsiniz aslında. Aşk, çok yoğun ve dünyadaki herkes için farklı olduğuna inandığım bir duygu. Bencil de olabilir, özgeci de. Yine de değişmeyen tek şeyin aşkın anlaşılmazlığı ve karmaşıklığı olduğunu düşünüyorum.

15, 20 , 25 ve 35 yaşındaki ben'ler birbirine pek benzemiyordu. 15, 20, 25 ve 35 yaşındaki ben'ler de aynı şekilde sevmedi bu yüzden; ama 20 yaşındaki hatayı 35 yaşında da yapmaktan geri durmadı: aynı sevmeyi bekledi; çünkü anlamamıştı. Kendisi değişmişti ve değişecekti. Yine de aynı şeyleri bekledi kendisinden.

İlk kez aşık olduğumda 15 yaşındaydım. Hiç konuşmadığım birine aşık olmuştum ve onu liseden mezun olana kadar da sevmeyi sürdürdüm. Hiç tanışmadık ve ben bir daha da hiç konuşmadığım birine hiç aşık olmadım. Üniversitede hiç konuşmadığım birilerine aşık olmayı denediysem de olmadı. Evet, denedim ve olmadı. Sonra biraz konuştuğum birilerinden hoşlandım ama hoşlanmaktan ileri gitmedi.

Bir türlü lisedeki gibi hissedemiyordum. Ben niye o yoğun duyguları hissedemiyordum ki? anlamadım. Artık lisede değildim. 15 yaşımdakinden farklı biriydim; ama bunu anlamadım. Önem verdiğim şeylerin, yaşamdan beklentilerimin değişmiş olduğunu fark edemedim ve aynı şeyleri istedim inatla. Gerizekalılığa, okuyup öğrenmemeye, çalışıp üretmemeye sinir olan, karşıdakinin kafa yapısına önem veren insanın tekiyken ilk görüşte aşık olmayı bekledim söz gelimi. Karşımdakiyle aynı şeyleri beğenmiyor olmak bende hayal kırıklığına yol açtı. Oysaki farklı bireylerdik ve aynı şeyleri sevmek zorunda değildik. Önemli olan birbirine destek olmaktı ve birinin metal, ötekininse folk müzik dinlemesinin hiç önemi yoktu. Bunu uzunca bir zaman anlamadım ama geri zekalıyım diye boşuna demiyorum.

Yaşla birlikte aşk da değişiyor çünkü biz değişiyoruz. Yaşamdan beklentilerimiz ve önceliklerimiz değişiyor. istesek de istemesek de, kabul etsek de etmesek de değişiyoruz. Biz durulunca duygular da duruluyor. Biz değiştikçe aşkımız da değişiyor. Üstelik farklı şekilde seviyoruz. 15 yaşındayken hiç konuşmadığın birine aşık olabiliyorken yaş ilerledikçe birine değil konuşmadan aşık olmak, oturup sohbet etmeden birinden hoşlanmak bile gelmeyebiliyor aklına.

Aşk değişir ve dönüşür. Azalıp artar; artıp azalır. Her ne olursa olsun sevmenin güzelliği kalıyor ama. Sevmek güzel, çok güzel şey. Buradan ana düşünceye geçmiş gibi oldum. Demek istediğim başka. Yaşanan onca şeyden, hayâl kırıklıklarından, kalp kırıklıklarından ve gönül yaralarından sonra bile insan içinde bir umut taşıyor bazen. Birinin elini senin yanağına koyması, saçını okşaması, birlikte oturup denizi izlemek her ne olursa olsun güzel ve benim için hep güzel kalacak gibi görünüyor.

DİNGİNLİK ve ben.

Bir süredir hissettiğim sakinliği, iç huzuru, iyi oluş halini ve belirsizliğe karşı hoşgörüyü tanımlamak için tek bir sözcük seçmem gerekse bu sözcüğü seçerdim: dinginlik.

Kendimi sevmez, memnun hissetmez, ufacık bir sorun karşısında strese kapılıp gerginlikten bir şey yapamaz hâle gelir ve karanlıklar içinde kendi kendimle savaş verirken sonunda böyle hissetmeye başladığıma ben de inanamıyorum.

Anımsamak için yazıyorum bunları. Her şeyin zamanı varmış ve siz büyürken uygun anlarda sizi buluyormuş. Siz büyümüş olduğunuz için, onları görebiliyor ya da onlara yöneliyormuşsunuz. Benim için böyle oldu.

Ayrılıklar, başarısızlıklar, kendine yenilmeler, gözyaşları, dibe vurmak, karanlık ve tek başınalıktan sonra, evet sonra, bitiyor. Anlıyorsunuz ki bir savaş veriyormuşsunuz ve bu savaş sonsuza kadar süremezmiş. "İnsan kendisine kaç kere yenilip kendisini kaç kere paramparça edebilir?" diye soruyordum kendime her gün. Ne kadar kaçabilir insan? nereye kadar kaçabilir? Hataların bir sonu yok mu, İnsan kaç kere veda edebilir, yürek bunları nasıl taşısın?

Sağlam bir dayak yemiş gibi hissediyordum kendimi. Ağzımı yüzümü kırmışlardı sanki. Kendimce yaşadım bir şeyler işte. Bir sürü insan tanıdım. Bir sürü karar aldım. Bir sürü karardan caydım. Bir sürü hata yaptım. Birkaç başarım da oldu. Çokça düştüm; kalkamadım. Kalktığımdaysa bir avuç toprakla kalktım. Kayboldum. Kendimi buldum. Bulduğum insanla ne yapacağımı bilemedim. Kendimle uzun uzun konuştum. Kim olduğumu daha iyi anladım. "Sevmiyorum."dediğim bu insanı sevmeye bile başladım.

"Olur, bir çaresi bulunur." diyebilmek için bir sürü sorun yaşayarak sakın kalmayı öğrenmek, "Hata değil, ders." diyebilmek için çok hata yapmak ve yılmamak gerekiyormuş. Sabırsızlığı yenmek için beklemeyi öğrenmek, öfkeye hakim olmak için karşıdakini anlamak gerekiyormuş. Kalmak isteyen, her ne olursa olsun kalıyor; gitmek isteyen ise gerekçeye bile gereksinim duymuyormuş.

Anlamak için durup düşünmek gerekiyormuş. Dinginliği bulmak için karmaşayı ve belirsizliği yaşamak ve onları oldukları gibi kabul etmek gerektiğine inanıyorum artık. Yaşam karmaşa içinde ve belirsizliklerle doluyken her şeyden düzen ve öngörülebilirlik beklemek bir yanılgı. Olaylar beklediğim gibi gelişmediğinde başarısız olduğumda her şey berbat bir hale geldi, her şey bitti diye düşünen ben, "Olmazsa yine denerim." diyorum kendime artık.

Bugün olmazsa yarın, yarın olmazsa öbür gün, öbür gün olmazsa bir sonraki gün denerim. Bir daha denerim. Olana kadar denerim. Olmazsa da... olmayınca o zaman düşünürüm. Sorunlar karşıma dikilirse ben de onların karşısına dikilip gözlerinin içine bakar ve beklerim. Sorunlarla karşılaşınca beklerim ve geçer giderler. Yine gelirlerse yine giderler.

Bir sürü insanla, bir sürü insanda, bir sürü koşulda, tek başıma kendimi tanıdım az da olsa ve yapabileceğimi hissediyorum artık, her ne olursa. Yapamazsam yapana kadar denerim. Olmazsa yapabileceğim bir şey bulurum. Olduğu kadar olur.

Fırtınanın ortasında kendime sakın bir nokta bulmuş gibi iyi hissediyorum sanki...