30 Jan
30Jan

Hayat bir yolculuktur evet ve sevmek lazım. İnsan sevmediği bir yolculuğa çıkar mı hiç? Çıkabilir, mümkündür. Ancak çıkmamayı tercih eder, etmelidir. Demek ki sevmişiz, sevmişiz ki etmişiz, etmişiz ki buradayız. Bunu bi düşünün… Berbat hissedeceğiniz, yorulacağınız, üzülüp kırılacağınız bi yolculuk sizin seçiminiz olur muydu? Olmazdı… Demek ki bu hisler bize ait değil, yola ait. Yolun sapakları bu hisler... Gözyaşlarınız ise yoldan ya da o yola sapmadan önceki sinyalleriniz bence. Hem sizi üzene hem kendinize bi işaret aslında… İşte bu yüzden hayat, tercihlerden ibarettir diyebiliriz. Sevmek işte böyle bir tercihtir. Hem yoldasınızdır hem saparsınız ama yine bir yoldasınızdır. Böylesi bir tercihtir sevmek, hem de çok önemli bir tercih. Çünkü sevmek elzemdir. İnsan vücudunun %70’inden fazlası su iken suyu sevmemek gibi bir şey olurdu aksi. Çünkü sevgiden yaratılmışların, sevgiden yoksun kalması eziyet olurdu. Bütün arayış sevgiye dairdir. Ama zordur, haklısınız. Bazen kantarın topuzunu kaçırırız. Denge önemlidir. 

...

Kendini sevmeyi bileceksin ama diğerlerini de…Her şeyi seveceksin ama kendini de…

...

İnsan olanı severim, olamamışını sevmeye zorlanırım. Ama vazgeçmem sevmekten. Çünkü sevmek bana aittir. Bu bir marifettir. Ancak yanıltır. Ve marifeti kendinden bilenleri türetir etrafında. Olsun, ben yorulurum, gücenirim ama vazgeçmem sevmekten. Sinyali verir ve saparım yeni yollara. Şöyle bir bakarım, dinlerim ve dokunurum. Koklarım… Yeni doğmuş bir bebek, yeni açmış bir çiçek, yeni alınmış bir kitap mesela… İyi hissettirir bana. Şu sıralar resimli kitaplara meylim. Bolca bakarım onlara, dokunurum ve koklarım onları. Ama o kadar… Sonra herkes kendi yoluna... Eeeeee, ne demişler; “Sevmek için sahip olman gerekmez.” Hayali bile güzel.

Ne zamandır içimden geldiği gibi yazmıyordum. Aslında bambaşka bir yazıydı başladığımda. Sabah erken saatlerde, çok değerli bir arkadaşımla yazışırken “Dur” dedim kendi kendime, “Bu hissettiklerimi yazmalıyım.” Öylesine yazmak istedi canım. Yazdım da. Elimde telefon vardı ve yazdım bir yerlere. Sonra kopyaladım ve asıl sayfaya kaydedecekken ne olduysa silindi yazdıklarım. Uçup gittiler, “pıt” kayboldular. Eskiden olsa sinyal vermek isterdi içim ama istemedim bu sabah. Sonra geçtim bilgisayarımın başına ve yepyeni bir deneme yazdım. Kelimeler aynı kelimeler, yeni olan cümlelerimdi. Söylemek susmaktan iyidir.

Asıl yolculuk, insanın evrimiydi. Fiziksel olanı değil, düşünsel olanı. Esasen hem düşünsel hem duygusal bir evrim geçiriyoruz her gün, her an. Geçmişe baktığımızda gülümsediğimiz ne çok şey yaşanmış. Üzüldüğümüzü, kızdığımızı, kırıldığımız, öfkemizi de hatırlıyoruz bazen ama o kadar; Hatırlıyoruz… Peki ya hatırlamayı bırakanlar? Onlardan olmak istemezsiniz değil mi? Geçmişte kötü bir şeyler yaşamış olabiliriz, hoş olmayan deneyimlerimiz olabilir. Ancak onları unutmayı dilememek lazımmış. Çünkü dileklerimiz kabul olabilir.

Bir sabah uyandığınızda, aynadaki sureti hatırlamak isterken buluverirsiniz kendinizi. Mühim değil, yeni birini tanıyorum diye sevinebilirsiniz. Yahut “bu da kim böyle” deyip ürkebilirsiniz. Biri gelir ve “nasılsınız?” diye sorabilir, siz ne söyleyeceğinizi bilemezsiniz. Bütün bunları yaşayabilir, daha da kötüsü yaşatabilirsiniz. Sevdiklerinize ki en çok da kendinize “Bunu yapmaya hakkım var mı?” diye bi sorun. Sırf içinden çıkamadığınız bir duygu yüzünden, geçmişteki bir anıya takılıp, bir daha olmasın istemenin, kendini unutmak olduğunu size düşündürten o şey her ne ise bunu yapmanın asıl kendini sevmeyi bırakmak olduğunu hatırlatmalı bence. Ve insan sevmeyi bırakmadan önce, yani unutmayı dilemeden önce bir kez daha düşünmeli… Ve susmamalı… Çünkü ben biliyorum ki insan unuttuğu için susmuyor, susarsam unuturum sanıyor. Bu yüzden susmayın, söyleyin. Sevdiğinizi söyleyin. Sevmediğinizi de söyleyin… Çünkü sevmediğinizi söylemek kötü, çirkin, acı olsa da iyilik bayındırır içinde. Aslında onu sevmek istediğinizi haykırırsınız bi nevi. Söylemek susmaktan iyidir…

Yorumlar
* Bu e-posta internet sitesinde yayınlanmayacaktır.